Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bunların niyeti faşizm

Bugün Türkiye’de vazedilen ulusalcılık, otoriter bir rejim oluşturma sevdasıdır. Bu arzu birkaç adım daha ileriye götürüldüğünde totaliter bir rejime, yani faşizme varır.

İşte örnek...

Ama önce bir soru: Sizce yükseköğretimin yani üniversitenin temel amacı nedir?

Şöyle: Doktorluk, mühendislik ya da tarihçilik gibi... Belli bir bilimi öğrenmiş, onu uygulamaya ve geliştirmeye hazır insanlar yetiştirmek.

Ama eğer Yükseköğretim Kurumu’nun (YÖK) yasasına (4’üncü ve 5’inci maddeler) bakarsanız, Türkiye’deki yükseköğretimin başka amaçları olduğunu görürsünüz: “Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı... Türk milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan... Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu... Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren...” kişiler yetiştirmek.

Yasa bu görevleri üniversite mezununa yükledikten sonra, ‘nihayet’ şöyle devam ediyor: “Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı...”

Yani YÖK yasasının bu maddesinde bilim ‘beşinci’ sırada yer alıyor!

Bunu ilk gördüğümde, “12 Eylül darbesinin hazırladığı yasa işte böyle olur” deyip geçmiştim.

Meğer hata yapmışım.

Star gazetesinde yazan Prof. Eser Karakaş, YÖK’ün geçtiğimiz Cuma günü çıkardığı yönetmeliğe dikkatimizi çekiyor. Bu yönetmelik yurtdışından alınan diplomalarla ilgili.

Yönetmeliğe göre... Yurtdışından alınmış bir diplomanın, Türkiye’de de geçerli olabilmesi için... Öğrencinin okuduğu herhangi bir dersin, anayasaya ve YÖK’ün yukarıda değindiğim 4’üncü, 5’inci maddelerine ters düşmemesi gerekiyor.

Bunun anlamı şu:

Diyelim ki İngiltere’nin ünlü üniversitesi Oxford’da okuyorsunuz... Danışman hocanız, Kürtlerle ya da tarikatlarla ya da 1915 olaylarıyla ya da ne bileyim, mesela eşcinsellerle ilgili bir dersi almanızı söyledi... Siz de hocanızın tavsiyesine uydunuz...

Diplomanızla birlikte sevinçle ülkenize döndüğünüzde, “Hop, dur bakalım” diyecek YÖK, “Bu diploma Türkiye’de geçmez.”

Niye?

“Çünkü okuduğun şu ders yasamıza aykırı.”

Hatırlayın: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, herkesin “devlet ideolojisini” benimsemesini istemişti...

Ben de böyle talebin, böyle bir arzunun, ancak Stalin Rusya’sı ya da Nazi Almanya’sı gibi totaliter rejimlerde geçerli olduğunu söylemiştim.

Bu eleştirimi abartılı bulanlar olmuştu.

İşte buyurun: YÖK’ün diploma denklik yönetmeliği tam da bunu yapıyor.

Siz istediğiniz kadar, “Yahu ben ülkeyi seviyorum, icabında onun için ölmeye hazırım” diye bağırın....

Ya da mesela, “O dersi okudum, çünkü karşı tarafla mücadele etmek için fikirlerini, iddialarını bilmek zorundayım” diye itiraz edin.

Fark etmez. Madem o dersi okudunuz, zihniniz bulanmış, hatta kanınız dahi bozulmuştur.

Artık makbul vatandaş değilsiniz.

Sabah, 17.5.2007

Emre AKÖZ

18.05.2007


 

Elveda Şemdinli...

Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, dün Şemdinli davasıyla ilgili sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz hakkındaki 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapis cezası kararını ‘eksik soruşturma’ gerekçesiyle bozdu...

Dâvânın temyiz incelemesini sonuçlandıran Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, Van 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin Kaya ve İldeniz’i ‘adam öldürmek, çete kurmak ve adam öldürmeye teşebbüs’ suçlarından 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapse mahkum eden kararını neden bozdu?

Usul yönünden..

Yani..

Daire, davaya bakmakla görevli yerel mahkemenin ‘askeri mahkeme’ olması gerektiğine hükmetti.

***

Gerekçe...

Daire’nin kararı bozma gerekçesinde, sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’e yüklenen Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 302 ve 316’ıncı maddelerindeki suçların maddî ve manevî unsurları itibariyle oluşmadığı belirtildi.

Nasıl?

Gerekçede ‘Asker olan sanıkların terör örgütünün işlediği suçlarla aynı suçu işlediklerine ilişkin nitelendirme hayal gücünün de ötesinde tamamen varsayımlara dayalı, hukukî değerden yoksun düşünceye dayanmaktadır’ denildi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Susurluk Komisyon raporu da demek ki ‘hayal gücünün ötesinde...’

Çünkü orada da böyle şeyler var.

Üniforma var ise ‘terör’ yoktur...

Bu hangi ceza maddesinde yazıyor, insan merak ediyor.

Gerekçede ayrıca, başka bir davada yargılanan itirafçı sanık Veysel Ateş’in dosyasının da Kaya ve İldeniz’in dosyası ile birleştirildikten sonra yerel mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerektiği ifade edildi.

***

Ben, gördüğümüz o görüntülerin bizlere unutturulacağını çok öncelerden söylemiştim.

Marmara depreminde ölen binlerce insanın suçlusu bulundu mu ki Şemdinli yol alabilsin.

Gördüklerimizin unutulduğundan habercilerin de kuşkusu var ki haber sitelerinde olayın ne olduğunu yeniden hatırlatmışlar.

Şunlar yazılı:

‘Şemdinli’de 9 Kasım 2005’te eski PKK’lı Seferi Yılmaz’a ait bir kitabevi bombalanmış, patlamada Mehmet Zahir Korkmaz adlı bir kişi hayatını kaybetmiş, beş kişi yaralanmıştı.

Kitabevine bombayı attığı öne sürülen bir kişinin sığındığı otomobil halk tarafından durdurulmuş ve içindeki üç kişi (PKK itirafçısı Veysel Ateş ile astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz) tartaklanarak polise teslim edilmişti.

Aynı gün otomobilde keşif yapan savcı ve CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın üzerine de ateş açılmış, bir kişi de burada ölmüştü. Ateş açan kişinin uzman çavuş Tanju Çavuş, olayda ölen kişinin de Ali Yılmaz olduğu belirlenmişti.

Keşif sırasında, astsubaylara ait olduğu belirtilen sivil arabanın bagajında üç kalaşnikof, el bombaları, resmi evrak ve Hakkari ile ilçelerinin haritası ve bir isim listesi bulunmuştu. Listede bombanın patladığı kitabevinin üzerinin kırmızı kalemle çizildiği belirlenmişti.

Olaydan bir gün sonra PKK itirafçısı Veysel Ateş, kitabevine bomba attığı gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine konurken, astsubaylar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.’

***

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinde, yerel mahkeme kararının eksik soruşturma ve esastan bozulmasını talep etmişti.

Yargıtay’da ilgili daire de oy birliğiyle bu talebe uydu.

Bakalım, şimdi Van Ceza Mahkemesi ne yapacak.

Yargıtay bu davaya askeri mahkemenin bakmasını istemekte.

Çift başlı yargı gibi bir ucube sistem anlaşılan sivil yargıyı huzursuz etmiyor.

Siyaseti de etmemişti...

***

Yıllar önce...

Cizre’nin...

Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirildiğinde de...

Yargıdan ceza çıkmamıştı..

Yargıtaydan bir üye bana, bunun ‘güvenlik güçlerinin moralini bozmamak’ gibi ‘hukuksal olmayan’ bir nedene dayandırıldığını anlattıydı..

Kararı duyunca...

Aklıma Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral İlhami Erdil geldi.

Ardından...

8. Kolordu Komutanlığı yaptığı dönemde, Elazığ’da ihalesi biten 3 ayrı barakayı izin almadan tek baraka şeklinde inşa ettirerek devleti zarara uğrattığı iddia edilen 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Ethem Erdağı geldi.

İkisi de yolsuzluktan mahkum oldu..

Bizim ceza sistematiğimiz açısından, kişi asker ise suç işlemez diye düşünülmekte galiba..

O halde bu mahkumiyetler neden?

Tutarlılık açısından onlar da mahkum olmamalı.

***

Van Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay’ın kararına uyarsa dosya askeri mahkemeye gidecek.

Sonrası muhtemelen çok sürpriz değil.

‘Yargıyı hizaya getirmek için bir iki bomba patlattığını açıklayan’ Altay Tokatlı’ya bir şey oldu mu?

Olmadı.

Başka ‘iyi çocuklara’ neden olsun ki?

Star, 17.5.2007

Mehmet ALTAN

18.05.2007


 

Organize çekirdek!

Kimine göre, eşi emsali görülmemiş bir halk hareketi yaşanıyor; Ankara ve İstanbul’dan sonra İzmir’de yapılan büyük meydan mitinglerinin bir tarifi de böyle.

Ama aynı zamanda deniyor ki:

Bu ‘halk hareketi’ lidersiz, partisiz ve de parasız pulsuz, kendiliğinden oluşan bir harekettir.

Acaba öyle mi?..

Öyleyse, tehlikeli bir durum!

Çünkü başıboş kalabalıklar her yana çekilebilir. Meydanları dolduran kitleler başıboş kaldıklarında nereye doğru hareketlenecekleri belli olmaz.

Tehlike şundan kaynaklanır:

Arka planda eğer bazı çekirdek güçler varsa, o organize güçler, meydanları dolduran toplulukları bir anda olmadık hedeflerin aleti yapabilirler. Bazı olmadık maceraların kitle tabanı olarak onları kullanabilirler.

Bambaşka niyet ve kaygılarla meydanları coşkuyla dolduranların büyük çoğunluğu bu tehlikenin farkında olmayabilir.

Bunlar tarihte yaşandı.

Ülkemizde yaşandı.

Yine yaşanabilir.

Tehlike, demokrasi derken demokrasinin köküne kibrit suyu ekebilecek ‘darbe tertipleri’ne alet olmaktır.

Tehlike, laik cumhuriyete sahip çıkayım derken, Türkiye’yi bir cehennem kuyusuna itebilecek cepheleşme ve kutuplaşmalara yol açmaktır.

Tehlike, coşku ve heyecan fırtınası içinde dalgalanırken, miting kürsüsünden yükselen bazı sesleri kulak arkası etmek ya da önemsememektir.

Tehlike, en halisane niyetlerle demokrasi diye laiklik diye, bayrak sallarken, soğukkanlı düşünceyi sloganlara kaptırmak, arka plandaki bazı maceracı ayak seslerini duymamak ya da duymazlıktan gelmektir.

(...)

Onun içindir ki:

Bugün başıboş, sahipsiz diye nitelenen o kalabalıkların arkasındaki ‘organize güçler’e dikkat edin.

O ‘organize çekirdek güçler’in kökleri, Nokta’nın yayınlarıyla su yüzüne vuran—ve eski Genelkurmay Başkanı Özkök Paşa’nın da tekzip etmediği— ‘darbe tertipleri’ne kadar uzanıyor olabilir.

Dikkat edin o çekirdeğe!

O organize güçlere...

Sadece kürsünün önünde coşkuyla dalganan kalabalıkların heyecanına kapılmayın. Aynı zamanda kürsüden gelen seslere kulak verin ve kürsünün, perdenin arkasında ne olup bittiğine de bakmaya çalışın.

Ve kürsünün arkasından gelen bir takım ayak seslerine kulak verin.

Gereken özeni eğer göstermezseniz, mitinglerin coşku ve heyecanı içinde maalesef olmadık tertiplerin aleti durumuna da düşebilirsiniz.

Bir tehlike de budur.

Farkında mısınız?..

Milliyet, 17.5.2007

Hasan CEMAL

18.05.2007


 

AKP’ye alternatif

DYP-ANAVATAN birlikteliği merkez sağ seçmene dönük son dönemin en önemli hareketi gibi görünüyor. AK Parti şimdi gerçek bir rakip ve alternatifle karşı karşıya. Bunu, demokratik yaşantımız açısından önemsiyorum. Çünkü bazılarının zannettiği gibi CHP, AK Parti’nin alternatifi değildir.

Başbakan Erdoğan, partisinin Demokrat Parti ile mücadelesinde, “Ağar ve Mumcu cumhurbaşkanlığı seçimine katılmadılar” argümanını kullanacaktır. Bu, bir bakıma Ağar ve Mumcu’nun işini zorlaştırır ama AK Parti’nin politikalarından rahatsızlık duyan merkezdeki bir başka grup kitlenin ise hoşuna gidecektir.

Gelen tepkilere bakılırsa Demokrat Parti’den hükümetin rahatsız olduğu anlaşılıyor. Çünkü ekonomide liberal politikalar izleyen, siyasi çizgi olarak muhafazakar demokrat anlayışı benimseyen AK Parti bu iki ana eksende bir rakiple mücadele edecek. Demokrat Parti-DYP çizgisi Türkiye’de muhafazakârlığın kalesi, ANAVATAN ise ülkemizde liberal ekonominin öncü partisidir. 22 Temmuz’a kadar halka bunları nasıl anlatabilirler bilemem, ama AK Parti açısından ciddiye alınması gereken siyasi bir rakip ortaya çıktı.

İktidarın ihmal ettiği küçük esnaf, köylü ve çiftçi kesimine Demokrat Parti cazip gelebilir. Birleşme sonucunda büyük kentlerde de belli bir ivmeyi yakalarlarsa yeni bir umut ve siyasi açılım sağlayabilirler.

Listeler bunun en büyük göstergesi olacak.

Akşam, 17.5.2007

İsmail KÜÇÜKKAYA

18.05.2007


 

Başbakan, damdan düşenin halini anlıyor mu?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bundan üç yıl kadar önce İstanbul’da yönetim kurulu toplantısı yapan Uluslararası Basın Enstitüsü’nün yöneticileri onuruna verilen bir akşam yemeğinde konuşma yapmıştı.

Erdoğan o konuşmasında basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne verdikleri önemi anlatmış, Avrupa Birliği’nin Kopenhag Kriterleri’ni karşılamak için yapılan demokratik reformların aslında Türk halkının özgürlükleri için yapıldığını söylemiş ve eklemişti: “Damdan düşenin halinden anlarım, çünkü ben de damdan düştüm, ifade özgürlüğü nedeniyle hapis yattım.”

O zaman ortada ne 301. madde tartışmaları vardı ne başka bir şey. Türkiye, ceza yasalarında ifade özgürlüğünü kısıtlayan maddeleri tek tek ayıklıyor, onları bu özgürlüğü kısıtlamaz hale getirmeye çalışıyordu.

Aynı Erdoğan önceki gün bu kez aynı Uluslararası Basın Enstitüsü IPI’ın İstanbul’daki genel kurul toplantısında kapanış konuşmasını yaptı, sonra da bir panelde gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Erdoğan’a Radikal yazarı ve panel yöneticisi Altan Öymen’in ilk sorusu, ifade özgürlüğünün önündeki en büyük güncel sorun olan 301. madde konusunda oldu.

Geçmişte ifade özgürlüğü şampiyonluğu yapmış, bu nedenle hapis yatmasını özgürlüklerin genişletilmesi için hep örnek göstermiş, hatta hatırlattığım gibi ‘Damdan düşme’ sözünü kullanmış olan Erdoğan bu kez geçmiş siyasetçilerden çok iyi bildiğimiz kıvrak manevralarla soruyu atlatmaya çalıştı. Yurtdışında da böyle maddeler olduğunu öne sürdü, başka şeyler söyledi, sanki bu madde olmazsa hakaret cezasız kalıyormuş gibi ‘Ama hakaret de cezasız kalmamalı’ dedi, dedi, dedi ama meselenin özüne, damdan düşme işine girmedi, ‘Ben kimsenin düşüncelerini açıklıyor diye hapse girmesine razı değilim, girmesine izin de vermem, ne gerekirse yaparım’ demedi, diyemedi.

Acaba dört yılı aşan Başbakanlığı Erdoğan’a zamanında damdan düşmüş olduğu gerçeğini unutturdu mu? Sanmam. Ama bildiğim bir şey var: Yurtdışından kimse laf etmese, Erdoğan 301. maddeden bu kadar rahatsız olmayacak, hatta bu maddeyi savunacak neredeyse...

Görüyorsunuz, nereden nereye?..

Radikal, 17.5.2007

İsmet BERKAN

18.05.2007


 

AKP ve ordu

‘Ordu bana bağlı bir kurumdur’, ilk bakışta kavgacı bir cümle gibi geliyor.

Oysa konuşmanın tamamına bakarsanız değil. Çünkü sadece var olan yasal durumu ifade etmek amacıyla söylenmiş.

(...)

Eğer durum gerçekten Başbakan’ın dediği gibi ise; o zaman Başbakan’ın Dolmabahçe’deki makamında Genelkurmay Başkanı ile iki saatlik konuşmasının rutin olup olmadığını, orada nelerin konuşulduğunu da açıklayabilmesi gerekir.

O görüşme bir oldu bittiye getirildi. Hiçbir gazete de üstüne gitmedi. Oysa Dolmabahçe görüşmesi yakın tarihimizin en önemli gelişmelerinden bir tanesiydi.

Ne oldu o görüşmede? Bir kere benim daha önce yapmış olduğum yorumun yani görüşmede kritik ve gizli kalması gereken bir dış operasyonun konuşulduğu düşüncemin doğru olmadığı anlaşılıyor.

Ankara’daki ordu-hükümet ilişkileri konusunda çok deneyimli bir kaynak, bana o görüşme hakkında ilginç bir yorumda bulundu.

Konuyu bildiği belli olan ancak sır vermemeye çok dikkat ederek konuşan kaynaktan, o görüşmede Genelkurmay Başkanı’nın bazı uyarılarda bulunduğu anlaşılıyor.

Görüşmeden bir mutabakat çıksaydı veya Başbakan’ın görüşleri ağır bassaydı görüşme hakkında mutlaka açıklama yapılırdı veya haber sızdırılırdı. Bu sefer bu olmadı ve olmaması da manidardır.

Akşam, 17.5.2007

Serdar TURGUT

18.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004