Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Görev demokrasiyi kurtarmak

Demokrasimiz bir kez daha darbe tehdidi ile lekelendi.

Cumhurbaşkanını anayasal prosedür içinde seçip, normal zamanında seçimini yapıp sonra da “kanatlanmak” için sabırsızlanan ülkemizi yine kara bulutlar sardı. Gelinen bu noktada cumhurbaşkanlığı seçimini dondurmaktan, Anayasa Mahkemesi kararını beklemeden hemen erken seçime gitmekten ve cumhurbaşkanını yeni parlamentoya seçtirmekten başka yol görünmüyor. Şu anda hükümetin yapacağı en doğru şey, çok acil olarak halka gitmek, demokrasiyi darbeyle tehdit edenleri halka şikayet etmek ve krize halkın ağırlığını koymasını istemektir. Ama öte taraftan seçim sonuçlarının darbe tehdidi savuranları hiç de memnun etmeyeceği, hatta eskisinden daha büyük çıkmaza sokacağı da meydanda. Zira son muhtıra bu seçimi tamamen bir demokrasi referandumu haline getirmiş durumda. Bu seçimde partiler değil, demokratik rejim oylanacak. Türkiye’de darbeler döneminin kapanmasını isteyenlerle, darbe tehdidi altında demokrasicilik oynamak isteyenlerin ayrıştığı bir seçim olacak bu seçim. Ve sonuç, şimdiye kadarki bütün sandık mesajlarını kat kat aşan bir demokrasi manifestosu olacak. Bunu yalnız ben değil, darbeciler de görüyor. O yüzden de ben asıl, seçime kadar geçecek olan üç dört aydan korkuyorum. Önümüzdeki ayların çok ciddi provokasyonlara gebe olduğunu düşünüyorum. Darbe heveslileri, bu süre içinde kaos yaratmak, irtica paranoyasını körüklemek, geniş kitleleri korkuya sürüklemek, seçimin yapılamaz hale geldiği bir ortam yaratmak ve bu ortama dayanarak darbe fikrini güçlendirmek için harekete geçeceklerdir.

Bu durumda, muhtıraya tepki duyan geniş kitlelerin seçime kadar susup oturmak; söyleyeceklerini sandıkta söylemek üzere beklemek gibi bir lüksü yok. Zira her şey, arada geçecek üç dört aylık süre içinde ortaya çıkan güçler dengesi tarafından belirlenecek. Yalanlanan Darbe Günlüğü’nü hatırlayın; O günlerde darbecileri tereddüde sürükleyen, kendi aralarında fikir ayrılığına düşmelerine neden olan iki neden olduğunu görüyoruz: Bir, toplumda darbeye destek havası olmaması; iki, dış dünyanın özellikle ABD’nin darbeye yeşil ışık yakmaması...

İkincisi konusunda bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Ama darbe karşıtı bir “toplumsal iklim” oluşturmak ve bunu darbe heveslilerin gözüne sokmak bizim elimizde. Önümüzdeki günlerde hep birlikte izleyecek ve tarihe not düşeceğiz: Bakalım sivil toplum örgütlerimiz yeteri kadar sivil ve yeteri kadar örgütlü mü... Bakalım iş dünyamız yeteri kadar demokrat mı... Şimdiye kadarki bütün darbeleri susarak geçiştiren, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sinamekiliğini akıllı politika zanneden işveren örgütleri, ancak demokrasi sürerse gelişip büyüyebileceklerini bakalım artık anlamışlar mı?

Bakalım basınımız 28 Şubat’tan gereken dersleri çıkarmış mı... Ben bu noktada özellikle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığından rahatsız olanları, “keşke Ak Parti eşinin başı açık birini aday gösterseydi” diye hayıflananları uyarmak isterim. Bu kadar saf olmayın, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sadece bir bahane darbeciler için. Asıl amaç Türkiye’yi ancak askeri vesayet altında yaşayabilen bir ülke haline döndürmek.

Darbeci zihniyet, sadece Cumhurbaşkanlığı seçimini durdurmayı değil, asıl Türkiye’nin 3 Kasım’dan beri girdiği büyük değişim sürecini durdurmayı hedefliyor. Ülkeyi AB sürecinden koparmayı, demokratikleşmeyi durdurmayı, Kürtlere “haddini bildirmeyi”; devletçi ekonomisi, bürokratik iktidarı ile yeniden içine kapalı, silahlı kuvvetler tarafından idare edilen geri bir üçüncü dünya ülkesi haline getirmeyi amaçlıyor. Çünkü ancak böyle bir ülkenin efendisi olmaya devam edebileceğini hesaplıyor. Üstelik de bu krizi, böyle bir geri dönüş operasyonu için “son fırsat” olarak görüyor.

Bugün, 29.4.2007

Gülay GÖKTÜRK

30.04.2007


 

Demokrasiye muhtıra...

Demokrasilerde... Siyasal iktidar, siyaseten yanlış yaparsa oy kaybeder... Siyasal iktidar, suç işlerse yargı devreye girer...

Sistemin kendi kendini koruma sürecinde askere yer yoktur...

Bu nedenle ‘internet muhtırası’ doğrudan demokrasiye bir müdahaledir.

Üstelik de ‘seçim sandığının’ ortaya konmasına birkaç ay kalmışken...

İktidar hata yapıyorsa, bu yıl bitmeden bunun cevabını halktan alacak.

Bu durumda, bu telaşın sebebi ne?

***

Demokrasiye müdahale, parlamentoya..

Seçilmişlere...

Siyasi partilere...

Teşkilatlara...

Ve seçmene müdahale sayılır.

***

Askeriye, sadece demokrasiye ve siyasal sisteme değil...

Yargıya da müdahale etmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin karar süreci şaibe altına girmiştir.

Siyasal sistem kadar yargının da bu müdahaleye tavır alma gereği var.

***

Bugüne kadar darbeler uluslararası sistemin yeşil ışığı sonucu oldu.

Önceki günkü, ‘bizim istemediğimiz kişi cumhurbaşkanı olur ise darbe yaparız’ girişimi meşruiyetten uzak olduğu gibi uluslararası destekten de yoksundur.

ABD, AB, uluslararası ve yerli sermaye, ekonomik yapı, büyük seçmen kitlesi bu girişime karşıdır.

Askeriye, devasa bir güce karşı hukuku zorlayan ve kendini de, ülkeyi de zor duruma düşüren gayrımeşru bir hareket içine girdi.

***

Ayrıca...

Türkiye’deki siyasal sistem, anayasanın ikinci maddesinde kendini tanımlar.

Türkiye sadece laik değildir... Demokratik bir hukuk devletidir de.

Asker, laiklikten yana taraf da, neden demokrasiden yana taraf değil?

Üstelik demokrasi laikliği içerir... Demokratik bir ülkenin din devleti olması beklenemez... Laiklikten sapmış bir demokrasi yok yeryüzünde.

Ama laiklik demokrasiyi içermez.

Belki de sırf bu nedenle askeriye laik ama demokrat değil.

Çünkü demokrasilerde askeriyenin tek görevi savunmadır... Siyasal sistemi vesayet altına alması mümkün olmaz.

Ama bizde dönem dönem icat edilen korkularla asker sürekli siyasetin içinde.

***

Daha önceki bütün hatalarına rağmen hükümetin dünkü çıkışı anlamlı ve olumludur.

Ve bugün, hükümetin hatalarını değil askeriyenin muhtırasını yargılama zamanıdır.

Demokrasinini gereği budur.

Bu çıkışı, parlamentonun ve tüm sivil siyaset kurumunun kalıcı bir hale getirmesi gerekiyor.

Krize çözüm aranıyor...

Krizin çözümü uzlaşmak değil, demokrasiyi kökleştirmek.

Tüm Türkiye demokratik hakkını kullanarak bu müdahaleye karşı haykırırsa, bu, bir daha tekrar etmez.

Uzlaşma ise askeri vesayetin devamını sağlar.

Müdahalenin demokrasiye karşı olduğunu unutmamak gerek.

***

Türkiye için utandırıcı bir durum var...

Hak etmediğimiz bir görüntüyü dünyaya vermiş bulunuyoruz.

Muhtıra, Türkiye’nin demokratik bir ülke olmadığını kayda geçirdi.

Belki de esas amaç budur...

Türkiye’nin AB üyesi olmasını engellemek.

Çünkü orada bu tür garipliklere, askeriyenin demokrasiye müdahalesine yer yok.

‘Laiklik elden gidiyor’ bahanesiyle bunun hedeflenmiş olması fazlasıyla ihtimal dahilinde.

***

Gerçek demokraside asla olamayacak...

Olması halinde, çok ağır hukuksal müeyyide uygulanacak bir skandal yaşamaktayız.

Ekonomi olumlu bir şekilde gelişirken...

Bütün ülkenin geleceğini karartacak bir girişimde bulunmanın anlamı ne?

Belki de korku burada, ekonominin iyi gitmesinde...

Ekonomik performansın, siyaseti de bir daha geri dönmemek üzere daha ileri bir demokratik düzeye taşımasına az kalmış olmasından...

Sivil siyaset ve demokrasi gelişmesin diye tüm ülkeyi, herkesin hayatını altüst edecek bir krize sürüklemek, bu vatana nasıl bir hizmet olacak?

Herkesten ‘sözde değil özde vatanseverlik’ beklemek hakkına sahip değil mi bu toplum?

Star, 29.4.2007

Mehmet ALTAN

30.04.2007


 

Demokrasi için sandık başına

Türkiye 28 Şubat benzeri bir sürece sokulmak isteniyor.

Aslında oyunun aktörleri bile aynı. Perde önündekilerin sadece isimleri farklı.

Yine muhafazakar bir iktidar bir yanda, Genelkurmay diğer yanda.

(...)

1960 darbesinin üzerinden 47 yıl geçmiş, Türkiye AB’nin eşiğine gelmişken yaşanan bu olaylar gerçekten acı verici, üzücü.

Laiklik elbette bu toplumun olmazsa olmaz temel direklerinden biridir.

Ama demokrasi de öyledir.

Türkiye laiklik ve demokrasiyi bir arada yaşatmayı başardığı için bu coğrafyada bir yıldız gibi parlamış, model ülke haline gelebilmiştir.

Bugün laikliği koruma adı altında bu modelin demokrasi ayağına kurşun sıkılmıştır.

Kim ne derse desin, bugün itibariyle “özürlü bir demokrasimiz” vardır.

Ancak demokrasi, uğruna mücadele edildiği zaman anlamlı ve değerlidir.

Tepeden inmiş bir demokrasi, bağışlanmış haklarla sağlıklı bir toplum düzeni oluşturamayız.

Onun için “gün demokrasiye sahip çıkma günüdür.”

Görüşü ne olursa olsun, ister sağda ister solda olsun, demokrasiyi, Cumhuriyet’in temel değerlerini kabul etmiş, içine sindirmiş tüm siyasi partilerin bu ortak paydada birleşmesi tarihi bir görevdir.

Siyaset, siyasi rakiplere karşı yapılan bir mücadeleyse, siyasetçiye düşman gözüyle bakanların bu mücadelede yeri olmaması gerekir.

Çünkü düşman imha edilir.

Demokraside ise rakip geçilir, fikri çürütülür ama rakibe saygı duyulur. Çünkü demokrasi ancak karşıt fikirlerin özgürce yarışabildiği bir ortamda var olabilir.

Silahın konuştuğu ortamda, silahın devreye girdiği anda fikir sahipleri sesini yükseltemez.

Böyle bir ortamda elbette iktidara düşen ağır sorumluluklar vardır.

Ancak muhalefete düşen görevler de vardır.

Muhalefetin tek dayanağı halk olmalı, ordunun gölgesinde veya vesayetinde siyaset yapıyor görüntüsü vermemelidir.

Bugün önümüzdeki tablo açıktır.

Böyle bir durumda Meclis’in sağlıklı bir biçimde işletilmesi, siyasetin kendi mecrasında yoluna devam etmesi şansı çok düşüktür.

Yapılacak ilk iş Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili kararının ardından derhal çözümü halkta aramaktır.

Demokrasinin yakalandığı bu hastalığın çaresi sandıktadır.

Hem mevcut iktidarın her icraatına karşı çıkmak, hem de hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmeyi istemek, demokrasiye en büyük ihanettir.

Halkın sağduyusu Türkiye’nin bu badireden de sağlıkla çıkmasını sağlayacaktır.

Siz bu halka güvenin ve kararına saygı duyun yeter.

Sabah, 29.4.2007

Ergun BABAHAN

30.04.2007


 

Tehlikenin farkında mısınız? Saatler 27 yıl geri alındı bile

Bakın, bir anda saatlerimizi 27 yıl geriye aldık, yeniden darbeyi konuşur olduk. Hükümet de askerin çıkışına ‘yumuşak’ denemeyecek bir cevap verdi. Yani gerginlik had safhada.

Şimdi önce Genelkurmay, sonra da hükümet tarafından bir anlamda baskı altına alınan Anayasa Mahkemesi çok ama çok ağır bir görevle karşı karşıya. Eğer mahkeme Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal edecek olursa, gidilecek seçim bir nevi Çankaya referandumu şeklinde gerçekleşecektir ister istemez. Yok mahkeme seçim sürecini devam ettirmeye karar verirse bu kez Abdullah Gül’ün 9 Mayıs Çarşamba günü yapılacak üçüncü tur oylamada cumhurbaşkanı olarak seçilecek, yani bir nevi ‘Reste rest’ denmiş olacak.

Anayasa Mahkemesi ne karar verecek olursa olsun, tercihen bu karardan önce hükümetin erken seçime gidileceğini açıklaması şu anda en uygun çözüm gibi gözüküyor.

Demokrasiler, hele hele ciddi ekonomik sıkıntılarını hızlı bir ekonomik büyümeyle aşmaya çalışan bizimki gibi demokrasiler, askeri darbe tehdidi altında yaşayamazlar.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bütün sorunların çözüm yeri sandıktır. Herkes bu basit gerçeği kabul etmeli ve sandığın iradesine saygı duymalıdır.

Hükümet, acilen muhalefet partilerini de göreve çağırarak başta seçim barajını yüzde 5-7 aralığına çekmek olmak üzere bir dizi demokratik reformu gerçekleştirmeli ve seçime öyle gtmelidir.

Bizi biraz olsun rahatlatacak tek yol seçime gitmektir ama adil ve demokratik bir seçime...

Radikal, 29.4.2007

İsmet BERKAN

30.04.2007


 

Demokrasi tek yol

‘Sert bildiri’ ya da ‘muhtıra’, adına ne derseniz deyin Genelkurmay’ın gece yarısı internet sitesinden duyurduğu açıklama demokratik hayata, siyasete ve Meclis’e müdahaledir. Böyle bir bildiri demokratik kuralların işleği hiçbir ülkede kabul edilemez.

Genelkurmay’ın açıklamasında çok gariplikler var. Bir kere zamanlaması anlaşılabilir gibi değil. Vakit geceye döndüğünde Ankara’daki gazete bürolarına ilerleyen dakikalarda Genelkurmay’ın açıklama yapacağı fısıldandı. Bildiri internet sitesine düştüğünde saat 23.00’ü geçmişti.

Açıklama daha erken saatte veya ertesi gün değil de neden gece yarısı yapıldı? Gün boyunca bu soruya cevap arandı; ancak bulunamadı. Bu kadar sert bildirinin havası da yoktu Ankara’da. Günler, haftalar öncesinden başlayan sıkıntılı sürecin sonunda çıkabilecek bir metin ansızın hem de gece yarısı gündemin ana konusu oluverdi. Bulutsuz, günlük güneşlik havada kar veya dolu yağması gibi bir şey. Bildirinin metni de sorunlu. Paragraflar birbirinden kopuk ve dağınık. Sanki tek kalemden değil de her biri farklı yerlerde hazırlanmış sonradan birleştirilmiş gibi.

Genelkurmay’ın daha önceki açıklamalarında görülen insicam ve disiplin yok. Tehlike ve tehdit örnekleri olarak sıralanan irtica örnekleri de son derece garip. Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri ‘irtica’ kapsamında değerlendiriliyor. Bu topraklarda Peygamber sevgisinin tezahürü olarak yansıyan etkinlikler, yıllardır görkemli programlarla tekrarlanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri irtica tehlikesine dikkat çekerken dikkatli ve hassas dil kullanır. Ve Anadolu insanının duygularını yaralayacak üsluptan özenle kaçınır.

Gece yarısı açıklamasında dikkatsiz dil kullanıldığı açıkça görülüyor. Rejimi tehdit ettiği iddiası diye anlatılan örnekler toplumun geneli tarafından kabul edilebilir etkide değil. Bunu Genelkurmay’ın bilmemesi söz konusu olamaz. Öyleyse bu bildiri nasıl yazıldı? Demokrasi ve siyasi krizden de söz edilemez. Hükümetin toplumsal ve Meclis desteğinde sorun yok. Meclis dimdik ayakta... 11. cumhurbaşkanını seçmek için süreç başlamış. İlk tur oylamaya geçilmiş. Abdullah Gül hem partisinin hem de CHP, DYP, Anavatan ve bağımsız milletvekillerinin oyunu almış.

Muhalefet partilerinin Meclis’i boykot etmesi kuşkusuz demokratik açıdan şık değil; ama tablo kesinlikle siyasi kriz diye nitelendirilemez. Toplantı için 367’yi zorunlu gören anamuhalefet partisi seçimi Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. Yasamasıyla, yürütmesiyle, yargısıyla sistem işliyor. İdeolojik duruş veya siyaseten Abdullah Gül’ün adaylığından hoşnut olmayan olabilir; ancak bir tıkanmadan, ağır bunalımdan kimse söz edemez.

Durum bu iken bu kadar sert bildiri niye kaleme alındı? Arka planda acaba neler yaşanıyor? Üstten bağımsız içeride var olduğu ileri sürülen kimi oluşumların etkisi var mı? İşin içinde örneklerine çok eski yıllarda rastladığımız heyecanlı gençlerin parmağı var mı? Daha büyük ateşi söndürmek için alelacele açıklama mı yapıldı? Soru çok, iddia da çok. Başbakan Erdoğan’ın dün görüştüğü isimler arasında MİT Müsteşarı Emre Taner’in de bulunması arka plan kuşkularını daha da artırıyor.

Uzun değerlendirmelerin sonunda AK Parti hükümetinin sözcüsü gece yarısı açıklamasını ‘hükümete karşı tutum olarak’ niteledi ve ‘Zamanlama yüce yargıyı etkileme girişimi olarak algılanacak’ dedi. AK Parti hükümetinin demokratik sürece sahip çıkması doğru politika. Bu nahoş durumdan hiçbir parti fayda ummaya kalkmasın. Maalesef ilk dakikadan itibaren CHP adına konuşanlar ‘muhtıra’ dedikleri bildiriyi AK Parti iktidarını köşeye sıkıştırmak için argüman olarak kullanıyor. Bu çok yanlış bir yol.

Siyasi yapı ne kadar güçlü olursa dışarıdan müdahalelerde demokratik düzen o denli az etkileniyor. Sadece partiler değil, herkes demokrasi sınavında, Türkiye siyasi tarihinin en hassas günlerini yaşıyor. Bildiriden sonra sandık biraz daha yaklaştı. Siyasete dışarıdan müdahaleler tanklı, toplu darbeler ülkenin hiçbir sorununu çözmedi, aksine daha da ağırlaştırdı, çözüm demokraside, başka yol yok. Türk demokrasisi her sorunun üstesinden gelebilecek olgunluğa ve güce ulaştı.

Zaman, 29.4.2007

Mustafa ÜNAL

30.04.2007


 

Hayır!

Askerin gece yarısı muhtırasına tek kelimeyle hayır!

Askeri müdahalelerin, yarı darbe ya da tam darbelerin bu ülkeye herhangi bir hayrı dokunmamıştır.

Bundan sonra da dokunmayacaktır.

Askeri müdahaleler Türkiye’ye zaman kaybettirmiştir.

Demokrasi yolunda kaybettirmiştir.

Hukuk devleti yolunda kaybettirmiştir.

İnsan hakları yolunda kaybettirmiştir.

Kalkınma yolunda kaybettirmiştir.

Askeri müdahaleler, Türkiye’de siyasetin normalleşmesini, rejimle ilgili taşların yerli yerine oturmasını ertelemiştir.

Siyaseti cepheleştirmiştir.

Siyaseti kutuplaştırmıştır.

Askeri müdahaleler, toplumun farklı kesimlerini birbirleriyle karşı karşıya getirmiştir.

Askeri müdahaleler, her seferinde laiklik derken, din ve dindarlık derken, türban derken sergiledikleri tavırlarla, koydukları yasaklarla toplumun değişik kesimlerinin diyalog yollarına taş koymuştur.

Askeri müdahaleler, toplumun değişik kesimlerinde devlete dönük yabancılaşma, hatta düşmanlaşma tohumları ekmiştir.

Uzlaşma değil, çatışma kültürünün tohumlarını atmıştır askeri müdahaleler.

Bunun içindir ki:

Askerin gece yarısı muhtırasına tek kelimeyle hayır diyorum.

63 yaşımdayım.

1960’taki 27 Mayıs’tan başlayarak çok askeri müdahale gördüm. Bazılarının içinde oldum. Bazılarını ‘devrim adına’ destekledim.

Sonra yanıldığımı anladım.

Yazdığım kitaplarla, yazdığım makalelerle, verdiğim konferanslarla askeri müdahalelerin bu ülkeye herhangi bir yararı olmadığını dilim döndüğü kadar bunca yıl anlatmaya çalıştım.

Demokrasi olsun, hukuk devleti olsun, insan hakları olsun, laiklik olsun, bütün bu alanlarda askeri müdahalelerin işleri daha da karıştırdığına inandım.

Yıllar bu gerçeği bana öğretti.

Askeri müdahalelerin bu ülkede yaşattığı acıyı, kan ve gözyaşını çok iyi biliyorum.

Şu gerçeği de öğrendim:

Askeri müdahaleyle ne demokrasi yapılır, ne cumhuriyet korunur, ne de laiklik.

Hiçbiri olmaz.

Cumhuriyet de, laiklik de en iyi demokrasiyle korunur.

Askeri müdahaleyle değil.

İşte bunun içindir ki, askerin gece yarısı muhtırasına tek kelimeyle hayır diyorum.

Çünkü, her askeri müdahaleyle birlikte gelen yasak ve kısıtlamalar, bu ülkede siyasetin olgunlaşmasını geciktirmiştir.

Neden?

Askeri müdahaleleri yapanlar, demokrasinin düşe kalka öğrenildiğini, demokrasi kurallarının oyun içinde kavrandığını, bu nedenle de zaman ve sabır gerektirdiğini bir türlü anlamadılar.

Ne yazık ki öyle.

Demokrasinin bir süreç olduğu gerçeğini hiç anlamadıkları için de, her seferinde oyuna paydos diyerek, mıntıka temizliği yaparak, yasaklar koyarak, hapishaneleri doldurarak, darağaçları kurarak, sivil siyasetin oyun alanını daraltarak sonuç alacaklarını sandılar.

Ama istedikleri olmadı.

Yaşananlardan ders çıkarmadıkları için olmadı.

Kendi ezberlerine bağlı kaldıkları için olmadı.

Farklı seslere kulak tıkadıkları için olmadı.

İşte bunun içindir ki, askerin gece yarısı muhtırasına tek kelimeyle hayır diyorum.

Askeri müdahaleler...

Yarı darbeler...

Tam darbeler...

Yineliyorum, bütün bunların Türkiye’ye bugüne kadar herhangi bir yarar sağladığına, bundan sonra da sağlayacağına inanmıyorum.

Çare demokrasidir.

Çare seçim sandığıdır.

Çare halkın oyudur.

Hesaplaşmayı seçim sandığında halkın oyuyla yapmaktır çare...

İşte bunun içindir ki:

Askerin gece yarısı muhtırasına tek kelimeyle hayır!

Son söz:

Hükümetin muhtıraya karşı almış olduğu tavır doğrudur, demokrasiye uygundur. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığından çekilmeme kararı da yerindedir.

Milliyet, 29.4.2007

Hasan CEMAL

30.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004