Biliyor musunuz, Alper Görmüş’ün cep telefonu bile yoktur.
Akıllı, kalemi de iyi bir evladı vardır ama öyle serveti yoktur. Zırhlı arabası da.
Ama şimdi, güçlüler, burnu ve eli büyük devler dünyasında noktacık Nokta dergisinin haberleri yüzünden, “Genel Yayın Yönetmeni” olarak 6 yıl hapsi isteniyor.
Ve ülkenin hukukçuları, siyasetçileri, gazetecileri sanki bu “basın özgürlüğü darbesi” nin ilk elden tanıkları değilmiş gibi susuyorlar.
*
Ülkeyi siz yönetirken oluyor bunlar!
Siz hakikaten yürekten demokrat mısınız?
Siz bu ülkenin hukuk insanları, baro başkanları, akademisyenleri,YÖK Başkanı, hatta Cumhurbaşkanı iken oluyor bunlar!
Siz hakikaten adaletçi, cumhuriyetçi misiniz?
Siz bu ülkenin parti liderleri, sözde muhalif liderleri, parti üyeleri iken oluyor bunlar!
Siz hakikaten sivil siyasetçi misiniz?
Siz bu ülkenin medya patronları, yayın yönetmenleri, başyazarları, yazarları, meslek örgütü yöneticileri, üyeleri iken oluyor bunlar!
Siz hakikaten kalpten bağımsız gazeteci misiniz?
Siz bu ülkenin sivil toplum örgütleri, siz sözde demokrat burjuvazinin hem de medya patronu başkanları, siz Uluslararası Basın Enstitüsü yöneticileri, üyeleri iken oluyor bütün bunlar!
Siz hakikaten vicdanen de liberal misiniz?
*
“Baskılardan, suçlamalardan bunaldım. Artık dayanamadım. Yola çıkarken özgür ve gerçekleri yazan bir dergi hedefimiz vardı. Hiçbir şekilde gazeteci arkadaşlarımızın işine karışmadım. Ama dayanamadım ve kapatma kararı aldım” diyen Nokta’ nın patronunu nasıl suçlarım!
Görmüş gibi bağımsız, içten, mütevazı ve kökten emekçi gazeteciyi yönetmen yapan birisi, herhalde dediklerinde samimidir.
Korkusunda da bir o kadar samimi olmalı.
Çünkü gerçek olan budur.
Korkmalıyız!
*
İşten atılmaktan, bir gün basılmaktan, el konmaktan, para cezasından, hapislerden, bir köşede vurulmaktan; kimi dincisinden kimi milliyetçisine, kimi sözde demokratından kimi ulusalcısına küfür kıyamet ve tehdit kusandan korkmalıyız.
Sivil iktidar çok korkutmalı bizi.
Büyük askerler de.
Polisten de korkmalıyız, sokakta sıradan insanlarken linççiye dönüşenden de.
Mahkemede korkmalıyız; bilgisayar korkmalı, telefon korkmalı, boğazımız düğüm olmalı.
17 yaşında cinayet heveslisinin masadaki resmimize bakmasından da, iki yaş büyüğünün bıçağını bilemesinden de. Abilerden de.
Hakikat arayışından, sürülerden kopmaktan korkmalıyız.
Düşünürken düşünmekten, yazarken yazmaktan korkmalıyız.
İnandıklarımızdan korkmalıyız, başka şeylere inananların bizim inandıklarımıza öfkesinden çok korkmalıyız.
İnadımızdan da korkmalıyız; burnumuzun sürtülmesinden, sürünmekten, sürülmekten.
Çocuklarımız için korkmalıyız en çok.
Hem hesap verememekten, hem onları peşimiz sıra bin bir derde, üzüntüye sürüklemekten.
*
Anayasa, orada yazan “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti”, maddelerce hak, özgürlük, vicdan, insan maddesi korumaya yetmiyor.
Devlet, sermaye, askeriye, siyaset, hukuk; hakikatlerin bir kısmına sırt çevirmek isteyen, görmek istemeyen, diş bileyen, bir kısmını boğmak, öldürmek isteyen daha güçlü çıkıyor.
Tek tek öyle bir gücümüz yok.
Tek tek, inadına vicdanla, her an düşebiliriz zaten.
Ama “insan olmak”, hakikaten “vicdanı hür, fikri hür, kalemi hür” olmak, hakikaten gazeteci olmak, devlet, siyaset, ticaret altında eğriye eğri, doğruya doğru demek...
Yani bunları yapmadıktan, gönüllü vazgeçtikten, kendinden dahi kaçtıktan sonra, zaten çürümüş de düşmüş olmaz mısınız!
*
Halka özgürlük, tüm renkleriyle temsil, kayıtsız şartsız egemenlik, hakiki adalet, her bakımdan bağımsızlık, vicdani serbestlik, imtiyazlara karşı eşitlik, zümre egemenliğine ve baskısına karşı direnç vermek; evrenin de vatanın da güçlülerine karşı güçsüzü korumak üzere ilk adım sandığımız
“Egemenlik Bayramı” kutlu olsun!
Sabah, 23.4.2007
|