Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Nisan 2007
Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kutlular ; Mehmet Emin Birinci'yi anlattı...indirmek ve dinlemek için tıklayınız

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Büyükanıt konuştu: Artılar-eksiler

Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın basın toplantısı son derece hassas bir dönemde, biraz da alışılmışın dışında bir üslupta gerçekleşti. Her ne kadar Abdullah Gül “Başbakan’ın haberi vardır” dese de, ‘olağan’ bir dönemde böyle toplantıların olağan olmadığı kabul edilmelidir.

Sayın Büyükanıt’ın toplantısı çeşitli çevrelerde farklı beklentilere de neden oldu. Özellikle ulusalcı gruplar Genelkurmay Başkanı’nın cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde tavrını açıkça ortaya koymasını beklerken, ‘demokrat’ çevreler Büyükanıt’tan darbe, müdahale vs. iddialarını kesin bir dille yalanlayacak bir duruş beklediler. Andıç, günlük ve sınır ötesi operasyon konularında da ordunun görüşü merakla bekleniyordu. Doğrusu Sayın Büyükanıt’ın konuşması merakları gidermekten çok yeni soru işaretlerine neden oldu. Genelkurmay Başkanı’nın basın açıklamasında Kuzey Irak özel bir yer tuttu. Büyükanıt “Kuzey Irak’a askeri operasyon yapılmalı” derken hiçbir tartışmaya yer bırakmaksızın Türk ordusunun operasyondan yana olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Genelkurmay Başkanı’nın böylesine hassas konularda açıklama yaparken, sözlerinin dışarıda yanlış anlaşılacağını hesaplaması gerekirdi. Doğrusu bu sözleri Mesud Barzani ya da Kandil’deki PKK teröristleri duydu ise çok mutlu olmuştur.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanı Kuzey Irak’a askeri operasyon yapılması gerektiğini söylemekte, ancak bunu kendisinin yapamayacağını da kabul etmektedir. Eğer mesele içeride siyasi irade oluşmaması ise Türkiye savunma politikalarında bölünmüş bir halde demektir. Her doğru her yerde söylenmez, ülkenin MGK gibi kurumları her yerde söylenmeyecek doğruları söylemek için vardır. Bu bağlamda Paşa’nın askeri operasyon gerektiğini söyleyip, bunu yapamadıklarını söylemeleri ne kadar isabetli olmuştur, tartışılır. (...)

Sayın Büyükanıt’ın terörle mücadele konusunda yeni bir şeyler söylediğini söyleyebilmek zor. Saymış olduğu yapılması gerekenler listesi yeni bir stratejiyi içermiyor. Aksine Sayın Büyükanıt yine dış ve iç güçlerden bahsetti, Türkiye’deki bir siyasi partiyi açıkça muhatabı sayarak eleştirdi ve daha da önemlisi yasalardan şikâyet etti. Yasalardan şikâyet ederken verdiği örnek ise son derece istisnai bir durumdu. Kendisinin verdiği rakamlara bakıldığında Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin düzeldiği yıllarda Türkiye’nin kayıplarının azaldığı, terörün ciddi bir şekilde yenilgiye uğratıldığı gerçeği dikkat çekiciydi.

Andıç ve darbe konusu

açıklığa kavuşmadı...

Büyükanıt’ın açıklamalarında en çok merak edilen konulardan biri de andıç ve günlük olaylarına dönük düşünceleriydi. Doğrusu Büyükanıt bu konuda da hiç kimseyi şaşırtmadı. Sözlerine baktığımızda Büyükanıt’ın TSK’ya karşı büyük bir karalama kampanyası yapıldığı konusunda hiçbir şüphesi bulunmuyor. Ona göre çok büyük bir şebeke orduyu yıpratma gayreti içinde. Ancak Sayın Büyükanıt’ın bu sözlerini ispatlama olanağını çok iyi kullandığını söyleyebilmemiz zor. Örneğin günlük konusundaki sözleri soru işaretlerini giderecek türden değildi. Büyükanıt, “Bu günlükleri dergide okuduğumuz zaman şunu kendimize sormadan edemiyoruz. İyi de acaba doğru mu? Ben bilgisayarın başına geçsem bir şeyler yazsam, bu Murat Yetkin’in günlükleri desem... Doğru olup olmadığını ben bilemem...” derken günlüğün Nokta’da birileri tarafından ‘üretildiği’ni ima etti. Eğer Sayın Büyükanıt bu görüşte ise Genelkurmay’ın hemen bu günlüğü üretenler hakkında şikayetçi olması, davaların açılması gerekmez miydi? Aynı şekilde günlükte adı geçenlerin davalarla yanıt vermeleri beklenmez miydi? Sayın Büyükanıt, günlüğü yayınlayan Nokta dergisi genel yayın yönetmeninin ifadelerinden hareketle “Genelkurmay Başkanlığı’nın elinde bu konuyla ilgili hiçbir belge, bilgi yoktur. Bunu açıkça ifade edeyim.” diyor. Bir ülkede yapılması düşünülen bir darbenin açıkça arşivlerde yer almayacağı, bunun ancak imalardan anlaşılabileceği ve birbirini tamamlayan belgelerle sonuca gidilebileceği açıktır. Sayın Genelkurmay Başkanı’nın arşivlerde belge bulamadığı için soruşturma başlatmayacağını söylemesi de yeterince tatmin edici görünmemektedir. Çünkü iddialar ve yayınlarda yer alan belgeler bir soruşturma açmak için fazlasıyla yeterlidir. Bu tür iddiaları “arşivimizde bunu doğrular belge yok” diyerek savuşturabilmek mümkün değil. Üstelik dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün günlük iddialarını doğrular imalarının geldiği günün hemen arkasından basın toplantısı düzenleyen Sayın Büyükanıt’tan daha büyük adımlar beklemek gerekirdi.

Çankaya konusunda demokratik tavır

Andıç konusunda da Sayın Büyükanıt kimseyi şaşırtmadı. Andıçlamanın en doğal hakları olduğunu belirtti ve bu tür uygulamaların diğer ülkelerde de olduğunu savundu. Verdiği örnekler uçta örneklerdi. Oysaki andıçlanan kuruluşlar arasında Türk medyasının en büyük gazete ve televizyonlarının da yer aldığını biliyoruz. Gerek andıç, gerek günlükler, gerekse Şemdinli olayları ile ilgili açıklamaları son derece duygusaldı ve TSK karşısında büyük komplolar olduğu varsayımına dayanıyordu. Bu nedenle basın açıklamasının bu konularda mevcut kanaatleri değiştirmekten çok beslediğini söyleyebiliriz. Aslında Büyükanıt’ın konuşmasında en çok beklenen konu cumhurbaşkanlığı seçimi idi. Başbakan Erdoğan’ın veya bir başka AKP’linin Çankaya’ya çıkmasına Genelkurmay’ın nasıl bakacağı herkesin yanıt aradığı bir soruydu. Özellikle daha çok emekli askerlerden oluşan bazı ulusalcı gruplar Büyükanıt’ın bu konuda kesin bir şekilde tavır belirleyeceğini ümit ediyorlardı. Belki birçok CHP’li de bu basın toplantısından önemli beklentiler içindeydi. Ancak beklenen olmadı. Hatta birçok AKP’liye göre Büyükanıt, Erdoğan’ın Çankaya yolunu açtı. Büyükanıt neyi ümit ettiklerini saydı: “TSK ile Türk milletinin sahip olduğu temel değerlere Anayasa’da ifade edilen, laik sosyal üniter yapıya bağlı ama sözde değil özde bunu davranışlarına yansıtan biri”. Gazeteciler sorularında Büyükanıt’ın özellikle “sözde değil, özde” ifadelerini açmasını bekledilerse de Paşa oyuna gelmedi. Hatta ifadelerini sansasyon bekleyenlerin beklentilerini boşa çıkaracak şekilde netleştirdi: “Anayasa’yı, hukuku cumhurbaşkanının nasıl seçileceğini biliyoruz. Biz cumhuriyetin temel değerlerine sahip olacak birinin seçilmesini umut ediyoruz. Ama biz bilemeyiz, karar Meclis’in kararı. Daha fazla bir şey söyleyecek durumda değilim, hukuken de herhangi bir hakka sahip değilim.” Doğrusu bu sözleriyle Sayın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda asıl yetkinin nerede olduğunu açıkça ortaya koydu. Buna karşın cumhurbaşkanı seçildikten sonra bir değerlendirme yapacağını belirtmesi o ana kadarki ifadelere bir ölçüde gölge düşürecek mahiyetteydi. Yine de TSK’nın başkomutanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst makamına bir isim belirlendikten sonra ona bağlı bir birimin başındaki kişilerin yapacağı değerlendirmelerin de yasal sınırlar içinde kalacağını ummak doğru olur.

Zaman, 14.4.2007

Dr. Davut ŞAHİNER

15.04.2007


 

Patron kim? Halk mı, asker mi?

Demokratik bir ülke... Ne demek? Parlamentonun esas alındığı demek.

Neden? Çünkü parlamentonun tüm üyeleri halk tarafından seçilmekte.

Anayasa’ya bakarsan... Biz de ‘demokratik’ bir ülkeyiz. Ama ‘sözde.’

Asla ‘özde’ değil.

***

Dünkü tüm gazeteleri taradım.

Askere endeksli bir gün geçirmekten dolayı hiç bir rahatsızlık yoktu.

Yorumlar da ikiye ayrılmıştı:

Erdoğan’ın adaylığına ‘sıcak’ bakanlar Genelkurmay’ın Başkanı’nı ‘demokrat’ bulurken, neredeyse Başbakan’a kişisel husumet duyanlar ‘sözde ve özde’ cümlesini öne çıkarıyordu.

Savunma bakanının esamesinin okunmadığı...

Askerin tüm siyasal konularda görüş serdettiği...

Askeri bir rejim görüntüsünden...

Canlı yayınlardan...

Ve uzantılardan hiç kimse rahatsız değildi.

***

Kısacası ‘asker darbe yapmıyorsa demokrasi ve demokrat askerler var.’

Çağdaş demokraside ise durum çok farklı.

Askerin tek sorumluluk alanı savunma.

Ve kesinkes sivil otoriteye tabii.

***

Genelkurmay Başkanı’nın konuşması...

Dünkü değerlendirmeler...

Askerin hala demokrasi yerine Kemalizm’e abanması...

Ankara’nın...

Özellikle kimi kurumların liberal bir topluma geçişte büyük sıkıntı çektiğini gösteriyor.

Ama o sıkıntılı kurumlarla ‘iş birliği’ içindeki medyada da var.

***

‘Parlamentoyu... Halkı... Seçmeni... Demokrasiyi boş ver... Darbe yapacak mısınız paşam’ diye yırtınan makuleden ne olur ki?

Avrupa’daki liselerin okul gazetesinde bile yer bulamayacak bu mantık buralarda ‘akredite.’

‘Özde’ bir demokrasi anlayışı medyada kökleşmiş olsaydı...

Türkiye’yi Genelkurmay Başkanı’nın ağzına bakar hale getiren ayıplı görüntü ortaya çıkar mıydı?

***

Neden böyle oluyor?

Çünkü Türkiye’jin gerçek patronunun halk olduğu inancı geçerli değil.

Başta önceki günkü basın toplantısına kilitlenenler, buranın esas sahibinin asker olduğuna imanlı.

Zaten zımnen yorumlarda da o var:

‘Tapu sahibi izin verecek gibi...’

***

Burası yorucu bir ülke.

Bu yaşta...

Hala...

Hem de kaçıncı kez bu satırları yazmaktan utanıyorum.

Hayatımızı boşa geçirmişiz gibi hissediyorum.

Hale bak...

‘Demokrasilerde patron kim ?Halk mı, asker mi?’ sorusunu sorup duruyoruz..

Üstelik de ‘asker’ cevabını almaya devam ederek.

‘Sözde’ demokrasiden...

‘Özde’ demokrasiye bir gün geçeceğiz herhalde...

Ama o güne kadar...

Olan bu ülkeye...

Bu halka oluyor.

Mehmet Patron kim? Halk mı, asker mi?

Demokratik bir ülke... Ne demek? Parlamentonun esas alındığı demek.

Neden? Çünkü parlamentonun tüm üyeleri halk tarafından seçilmekte.

Anayasa’ya bakarsan... Biz de ‘demokratik’ bir ülkeyiz. Ama ‘sözde.’

Asla ‘özde’ değil.

***

Dünkü tüm gazeteleri taradım.

Askere endeksli bir gün geçirmekten dolayı hiç bir rahatsızlık yoktu.

Yorumlar da ikiye ayrılmıştı:

Erdoğan’ın adaylığına ‘sıcak’ bakanlar Genelkurmay’ın Başkanı’nı ‘demokrat’ bulurken, neredeyse Başbakan’a kişisel husumet duyanlar ‘sözde ve özde’ cümlesini öne çıkarıyordu.

Savunma bakanının esamesinin okunmadığı...

Askerin tüm siyasal konularda görüş serdettiği...

Askeri bir rejim görüntüsünden...

Canlı yayınlardan...

Ve uzantılardan hiç kimse rahatsız değildi.

***

Kısacası ‘asker darbe yapmıyorsa demokrasi ve demokrat askerler var.’

Çağdaş demokraside ise durum çok farklı.

Askerin tek sorumluluk alanı savunma.

Ve kesinkes sivil otoriteye tabii.

***

Genelkurmay Başkanı’nın konuşması...

Dünkü değerlendirmeler...

Askerin hala demokrasi yerine Kemalizm’e abanması...

Ankara’nın...

Özellikle kimi kurumların liberal bir topluma geçişte büyük sıkıntı çektiğini gösteriyor.

Ama o sıkıntılı kurumlarla ‘iş birliği’ içindeki medyada da var.

***

‘Parlamentoyu... Halkı... Seçmeni... Demokrasiyi boş ver... Darbe yapacak mısınız paşam’ diye yırtınan makuleden ne olur ki?

Avrupa’daki liselerin okul gazetesinde bile yer bulamayacak bu mantık buralarda ‘akredite.’

‘Özde’ bir demokrasi anlayışı medyada kökleşmiş olsaydı...

Türkiye’yi Genelkurmay Başkanı’nın ağzına bakar hale getiren ayıplı görüntü ortaya çıkar mıydı?

***

Neden böyle oluyor?

Çünkü Türkiye’jin gerçek patronunun halk olduğu inancı geçerli değil.

Başta önceki günkü basın toplantısına kilitlenenler, buranın esas sahibinin asker olduğuna imanlı.

Zaten zımnen yorumlarda da o var:

‘Tapu sahibi izin verecek gibi...’

***

Burası yorucu bir ülke.

Bu yaşta...

Hala...

Hem de kaçıncı kez bu satırları yazmaktan utanıyorum.

Hayatımızı boşa geçirmişiz gibi hissediyorum.

Hale bak...

‘Demokrasilerde patron kim ?Halk mı, asker mi?’ sorusunu sorup duruyoruz..

Üstelik de ‘asker’ cevabını almaya devam ederek.

‘Sözde’ demokrasiden...

‘Özde’ demokrasiye bir gün geçeceğiz herhalde...

Ama o güne kadar...

Olan bu ülkeye...

Bu halka oluyor.

Star, 14.4.2007

Mehmet ALTAN

15.04.2007


 

Gazeteciler dün ne hissetti?

Nokta dergisinin, 2003-2005 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevinde bulunan emekli Oramiral Özden Örnek’in günlükleri olduğunu iddia ettiği bir dizi notu yayımlaması, Türkiye’nin gündeminde büyük sarsıntıya yol açtı.

Neler yoktu ki bu notlarda? Dönemin üç kuvvet komutanı, Jandarma Genel Komutanı’nı da yanlarına alarak AKP hükümetini iktidardan düşürmek için arayışlara girişmişti.

Notlara göre, komutanlar, karşılarında en önemli engel olarak, demokrasiden sapma istemeyen ve Türkiye’nin AKP iktidarını demokratik sabırla aşması gerektiğini düşünen dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ü bulmuşlardı.

Komutanlar, bu engeli etkisiz hale getirmek için başvurdukları oldu-bittilerle Orgeneral Özkök’ü köşeye sıkıştırmaya çalışmış, kendisine açık bir baskı politikası uygulamışlardı.

Ancak sonradan kendi aralarında anlaşmazlık çıkınca bu girişim sonuçsuz kalmıştı.

* * *

Bütün bunlar, Nokta dergisinin iddialarıdır. Nokta, haberinin arkasında durmuş, ancak söz konusu günlüklerin orijinal metinlerini ya da fotokopilerini ortaya koyamamıştır.

Bu iddiaların doğruluğunun kabul edilebilmesi için belgelerin otantik olduğunun kanıtlanması gerekir.

Gazetelerin, dergilerin, bu inandırıcılık sorununu aşabilmek için sıkça başvurdukları yöntem, ellerindeki belgelerin kupürlerini yayımlamaktır.

Ancak, günlüklerde anlatılan olaylarda verilen bazı tarihlerin, ayrıca komutanın ziyaret çizelgesinin doğru çıkması zihinleri karıştırıyor.

Orgeneral Özkök, ilginçtir ki, günlükleri tekzip etmek yoluna gitmemiş, Nokta dergisi ile komutanlar arasında ortada bir çizgide durarak işi yargıya havale etmiştir.

* * *

Bir teoriye göre, günlüklerin bir bölümü ele geçirilmiş, ancak yapılan eklemelerle metinler çarpıtılarak basına servis edilmiştir.

Gerçeğin bir belirsizlik perdesinin arkasında sıkışıp kaldığı bir Türkiye klasiği ile karşı karşıyayız.

Günlüklerin bir bölümü doğruysa, ne kadarı doğrudur? Tümü doğruysa, belgelerin kanıtlanması gerekmez mi? Doğruysa, bir komutanın çok özel günceleri nasıl ele geçirilebilmiştir? Bu fiil suç değil midir?

Buna rağmen, günlükler gerçekse, darbe girişimi hakkında soruşturma açılabilecek midir?

Türk kamuoyunun bu sorulara yanıt arayışı, Askeri Mahkeme’nin bir başka belgeyle ilgili olarak verdiği kararı yerine getiren Emniyet görevlilerinin dün Nokta dergisini basmalarıyla daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir.

* * *

Arama kararı, söz konusu notların yayımının hemen ardından Nokta dergisinin bu kez Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’na ait bir iç yazışmayı yayımlaması üzerine verilmiştir.

Genelkurmay’ın iç yazışmalarının bu şekilde dışarı sızması düşündürücü olabilir. Ancak, hangi gerekçeyle olursa olsun bir yayın organının merkezinin polis tarafından basılması, gazetecilerin bir odaya kapatılarak bilgisayarlara el konulması, demokrasinin, hukuk devletinin asgari gerekleriyle bağdaştırılamaz.

Askeri yönetim dönemlerinde bile başvurulmayan bir uygulamanın, 2007 yılında sivil bir yönetim altında yapılabilmesi hazindir.

Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecine ve ülkemizin dış dünya karşısındaki görüntüsüne ve kırılgan demokrasimize büyük bir zarar verilmiştir.

Çok büyük mesafeler kat ettiklerini düşünen insanların gerçeklikte bir arpa boyu yol almadıklarını fark ettikleri anda yaşadıkları duygu neyse, Türk gazetecileri dün onu hissetmiş olmalıdırlar.

Milliyet, 14.4.2007

BAŞYAZI

15.04.2007


 

Beş yıllık iktidarın gösterdiği

Türkiye beş yıldır bir çeşit “alarm durumu”nda yaşıyor. AK Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte sistem “düşük yoğunluklu bir alarm” düğmesine bastı. Bu ağırlıklı olarak yargı ve askeri kanatta kendini gösterdi. Tedirginlik, AK Parti’yi kuran kadroların milli görüş geleneğiyle olan bağlarından kaynaklanıyordu. Sistem “kendini koruma refleksini” her fırsatta gösterdi. Bunun da etkisiyle şu anda 5’inci yılına giren iktidar, o çok endişe edilen hiçbir çetrefil konuda adım atmadı.

Hükümet AB’ye entegre politikalarla ekonomide ve siyasette liberal tercihleri kullanınca kendi üzerindeki sis bulutlarını dağıtma fırsatı yakaladı, önemli oranda başardı ama bütün kesimler ikna edilmiş değil. Bugün iktidar en güçlü parti durumunu koruyorsa herhalde liberal politikaların eseridir. İş dünyasının sesi bu yüzden çıkmıyor. Yeni cumhurbaşkanı büyük olasılıkla AK Parti saflarından çıkacak. Hükümet kaynakları diyor ki; “beş yıldır nasıl korkuların hiçbiri gerçekleşmediyse 7 yıllık cumhurbaşkanı da aynı şekilde davranacak.”

Türkiye yedi yıllık yeni bir alarm dönemine giriyor. Sistem kendini koruma içgüdüsüyle savunma refleksleri gösterecek. Yine demokratik teamüller ışığında. Bence bu Büyükanıt’ın verdiği mesajların en önemli sonucu. Alarm seviyesi seçilecek kişiye göre değişecek. Olan budur.

Akşam, 14.4.2007

İsmail KÜÇÜKKAYA

15.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004