Şirinevler'de Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde Risâle-i Nur Enstitüsü’nce “Bediüzzaman’ı Anma Haftası” faaliyetleri çerçevesinde “Toplumsal Barış İçin Sevgi” konulu bir anma programı düzenlendi.
Sunuculuğunu Hasan Yükselten’in üstlendiği, yoğun bir ilgiye mazhar olan program, İsmail Aka’nın okuduğu aşr-i şerifle başladı. Latif Salihoğlu ve Nihat Derindere’nin konuşmacı olarak katıldığı programın açış konuşması ise Hasan Yalçın tarafından yapıldı.
Açış konuşmasına, “Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek sûretiyle satın almıştır” (Tevbe Sûresi: 111.) âyetine dikkat çekerek başlayan Yalçın, bu âyetin iniş sebebiyle ilgili olarak şunları söyledi:
“Abdullah bin Revaha, İkinci Akabe Biatı’nda Peygamber Efendimize (asm) ‘Sen ve Allah bizden ne istiyor?’ diye sorar. Peygamber Efendimiz de ‘Allah, şirke girmemenizi, iman ve ibadet etmenizi istiyor; ben ise, beni malınız ve canınız gibi korumanızı istiyorum’ der. Oradaki sahabeler, bunu kabul eder. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, ‘Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek sûretiyle satın almıştır’ âyetini vahyederek, sahabeleri bu hareketlerinden dolayı Cennetle mükâfatlandıracağını bildirir.”
Hz. Hasan’ın (ra) “Bu âyete göre, yeryüzünde Cennete girmeyecek hiçbir mü’min yoktur” sözünü nakleden Yalçın, “Peki bu asırdaki mü’minler olarak akabede verilen bu sözü nasıl ifa edeceğiz? Efendimizi nasıl koruyacağız?” diye sordu ve bunun ancak Peygamberimizin sünnetini korumak ve ihya etmekle mümkün olabileceğini söyledi.
Ardından kürsüye gelen Nihat Derindere, varlıklara mânâ-yı harfi ile bakarak her şeyi Allah namına sevmek gerektiğinin üzerinde durdu. Bediüzzaman’ın, yaşadığı şehirlerde, o şehir ahalisine bile (hem ölüsüne, hem dirisine) duâ ettiğini kaydeden Derindere, “Birbirine tahammül etmeyi ve müsamahayı yaygınlaştırmak gerekiyor. Irkçılık ve benzeri her türlü ‘imtiyaz’ üreten ayrıştırıcı akımlara ve bunların etkilerine karşı dikkatli olunmalı” dedi.
Dünyanın faniliğine de vurgu yapan Derindere, Bediüzzaman’ın geride bıraktığı bir sepetlik eşyasıyla Urfa’da bir otelde vefat edişine dikkat çekti. Dünyayı geçici bir misafirhane olarak gören Bediüzzaman’ın, geçici bir konak yeri olan ‘otel’den dar-ı bekaya irtihal edişinin manidar olduğunu nazara verdi.
“Toplumsal barış için sevginin felsefesi nasıl inşâ edilmeli?” sorusunun cevabını ise Derindere, “Bu yolda Kur’ân ahlâkının temeli olan Muhammedî şefkat dersini bu asra taşıyan Muhammedî muhabbet dâvetçisi Bediüzzaman’ın sözlerine kulak vermek lâzım. İçinde bir süreliğine konakladığımız bu imtihan salonu kapatılmadan önce insanlığın vahşet ve şiddetin karanlığından Allah’ın rahmetiyle son bir defa daha nura çıkabilmesi için…” dedi.
Sinevizyonla renklenen program, Lâtif Salihoğlunun konuşmasıyla devam etti. Konuşmasında, toplumsal huzuru bozan unsurlardan biri olarak ırkçılığa dikkat çeken Salihoğlu, “Türkçülük ile Kürtçülük, zamanla birbirini besleyen, birbirine kuvvet veren, hatta birbirinin velînimeti haline gelen iki mendebur illet olmuştur” dedi.
Türkçülük yapanların, bu işin başını çekenlerin hiçbirinin hakîkî Türk olmadığına, ekseriyetle Türk’e düşman kazandırma heveslisi olan başka din ve milliyetten kimseler olduğuna dikkat çeken Salihoğlu, ırkçılığın ne zaman ve nasıl filizlendiğine bir misâl olarak 1918-19 yıllarında Bediüzzaman Said Nursî ile Kürt kökenli bir talebesi arasında yaşanmış ibretli bir hadiseyi Risâle-i Nur'dan nakletti.
Son olarak, san’atçı Ali Oktay, seslendirdiği güzel nağmelerle, dinleyenlerin gönül tellerini titretti.
|