Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) neler olup bittiğini –doğru dürüst- anlayan var mı aranızda?
Tamam, gazetelerde HSYK’ya ilişkin haberler eksik değil; hem de öne çıkan haberler. “Müsteşar rapor aldı”, “Bakan Çiçek, Adalet Bakanlığı’nın bu tartışmalar içinde yeri olmadığını açıkladı”, “Adalet Bakanı’ndan karşı atak: Danıştay seçimini yapalım” vs.
Besbelli ki ortada bir sorun var, ama işin aslı nedir? Kim haklı kim haksız? Önümüze gelen haberler -başyazarın dediği gibi- “Bu iktidarın en sevmediği şeyin ‘adalet’in kendisi” olduğunun ya da Adalet Bakanı’nın HSKY’nin toplanmasını, Yargıtay’a üye seçmesini engellediğinin bir işareti mi, yoksa bakanlığın ima ettiği gibi asıl mesele boşalmış koltuklara yeni üye seçimi değil yeni Yargıtay Başsavcılığı ve daire başkanlarının yaklaşan seçimlerindeki güç dengesi hesabı mıdır?
Tartışmayla kendisinden söz edilen bir başka gelişme de, yeni Yargıtay yasasının yakın tarihte Meclis’ten geçmesi beklentisidir. Yargıtay üye sayısını 250’den 150’ye indirerek bu kurumu özellikle bir “içtihat mahkemesi”ne dönüştüreceği söylenen tasarı kapıda beklerken, yeni üye seçiminin ne âlemi var, denmektedir.
HSYK’na ilişkin, nedenleri yarı açık yarı kapalı bu tartışmaya ilişkin ilk yorumum şöyle:
Ortada bir çekişmenin olduğu muhakkak. Taraflardan birisinin HSYK’nın seçilmiş üyeleri, diğerinin ise (Bakan “olay bizim dışımızda” dese de) kurulun tabii üyeleri olan Adalet Bakanı ve bakanlık müsteşarı olduğu da açık. Ayrıca ortadaki gerginliğin “siyaset-yargı” arasında cereyan ettiği de besbelli.
Ancak, nedense, bu tartışma (da) son derece kapalı –hatta şifreli- bir dil ve tarzda gelişiyor. Her iki taraf tarafından da tercih edilen bu dil ve tarz ise, ülkenin “adalet”e ilişkin ciddi sorunlarının tartışılıp çözüm yolları aranması açısından son derece sakıncalı.
Bu yavan tartışmanın HSYK hakkında ortaya olması gerektiği gibi olgun eleştirilerin çıkması ve söz konusu kurumun bunlar ışığında yeni bir yapıya kavuşması yolunda hiçbir yararı yok.
Bu yavan tartışmada –bana göre- en şaşırtıcı taraf da şu:
HSYK, yakın zamanda “Şemdinli davası”nın iddianamesini hazırlayan savcı Ferhat Sarıkaya’yı meslekten ihraç ettiğinde, ülkede sözüne güvenilir hemen her hukukçu bu cezayı son derece ölçüsüz bulmamış mıydı?
Yakın dönemde karşılaştığımız bu gelişmeyi özellikle şunun için hatırlatıyorum: HSYK’nın yapması gereken –ama bakanlıkça engelleyen- seçimlerden söz ederken, dikkati sadece bu işlemlere yöneltmek ve kurumun Sarıkaya kararı ile öne çıkan yetkilerini hepten tartışma dışında bırakmak uygun mudur?
Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, HSYK’dan çıkan kararlara ilişkin şu –çok da esprili- tespiti yapıyordu: “Bugün bir hâkim hakkında herhangi bir işlem yapıldığında o hâkimin, işleme itiraz etmesi halinde HSYK’dan gelen cevap tek cümledir: Dosyadaki bilgi ve belgelere göre itirazınız yerinde görülmemiştir. Hangi bilgi, hangi belge, belli değildir. Çünkü karar gizli alınmıştır. Hâkim, hakkındaki işlemi bilemez. Oysa İtalya’da HSYK toplantıları kamuya açıktır. Hakkında işlem yapılan hâkim, gidip o toplantıyı izleyebilir.”
HSYK’na ilişkin tartışmayı –bugün olduğu gibi- sonuç olarak bir “Bakanlık-Yargı” çekişmesine indirgemek, bu kurumun yargının bağımsızlığı söz konusu olduğunda barındırdığı önemli diğer sakıncaların tartışılmasının da önünü kapamaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gündel, bir yıl kadar önce yayımladığı bir yazısında bu sakıncalara işaret ediyordu. Gündel, HSYK’ya ilişkin eleştirileri kurulun seçilmemiş iki üyesinin varlığıyla sınırlamanın yetersiz olduğunu vurguladıktan sonra şöyle devam ediyordu: “Bununla birlikte sorun, Adalet Bakanı’nın kurulda yer alması değil, kurulun yapısı ve insan kaynağıdır. (...) HSYK’daki asıl sıkıntı yapılanma şekli ile diğer üyelerin sadece yüksek yargı organlarınca seçilmesi ve atamanın Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasıdır. Yargıtay ve Danıştay, yargının önemli unsurlarıdır, ancak tamamı veya temsilcisi değillerdir.”
Ahmet Gündel’in bu çerçevede, 1961 Anayasası’nın getirdiği 18 üyeli Yüksek Hakimler Kurulu’nu da hatırlatıyordu. 6 üyesi Yargıtay, altısı birinci sınıfa ayrılmış hakimlerce ve kendi aralarında seçilen üyeler ile altısı da Millet Meclisi ve Senato tarafından gerekli koşulları taşıyan kişiler arasından seçilerek oluşturulmuş bu kurum olması gerekene bugünkü HSYK’dan çok daha yakındı.
Gündel, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi başkanlığı döneminde HSYK’ya ilişkin görüşünü de şöyle aktarıyor:
“Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 9 Ocak 2001 tarihinde Uluslararası Anayasa Hukuk Kurultayı’nda “HSYK’nun oluşma ve çalışma biçiminden doğan pek çok sakıncanın yargı bağımsızlığını zedelediğini’ ifade etmiştir.”
Toparlayacak olursak, asıl olarak söylemek istediğim şu: Konu ne olursa olsun, tartışmayı konuyu ve izleyenleri ciddiye alarak yapalım.
Yeni Şafak, 26.3.2007
|