Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Biz de onların üzerine taş yağdırdık—ancak Lût'un ailesi müstesna. Katımızdan bir nimet eseri olarak onları seher vakti kurtardık. Şükredeni Biz böyle mükâfatlandırırız.

Kamer Sûresi: 34-35

23.03.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İdrar bulaşmasından sakınınız. Çünkü kabirde hesabı ilk sorulacak şey budur.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 75

23.03.2007


Mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek

Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. İlişseniz, intikamım muzaaf bir sûrette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i İlâhî’den ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa göreceğiniz de var. Ben bütün tehdidâtınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum:

“Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara ‘Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun’ dedikleri zaman onların imanı ziyadeleşti ve ‘Allah bize yeter; O ne güzel vekildir’ dediler.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173)

Mektûbat, s. 418

***

Felillâhilhamd, hizmet-i Kur’âniye ve imaniyede Cenâb-ı Hak rahmetiyle öyle kardeşleri bana vermiş ki, vefatımla, o hizmet, bir merkezde yapıldığına bedel, çok merkezlerde yapılacak. Benim dilim ölümle susturulsa, pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hattâ diyebilirim: Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum.

Mektûbât, s. 412

***

Madem Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi benim ölümümle daha ziyade halisane inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enaniyete vesilelikle itham edilmeyecek ve rekabeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlâs ile o vazife devam edecek. Hem ben dünyada kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir; fakat adi şahsiyetimin ehemmiyetli rakipleri, münekkitleri, o şahsiyeti itham edebilir ve Risâle-i Nur’a ihlâssızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirir. Hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbettar yerine, binler bekçi çıkar. Elbette ölüm gelse, “Baş üstüne geldin” demek gerektir. Hem, madem Nur şakirtlerinden çokları hem malını, hem istirahatini, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde feda ediyorlar. Sen, ey nefsim; neden fedakârlıkta en geri kalmak istersin?

Hem katiyen bil ki, çok biçarelerin hayat-ı bakiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fani ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa veya vakti gelse, razı olmak gayet lezzetli bir şereftir.

Emirdağ Lâhikası, s. 174

Lügatçe:

muzaaf: İki kat, iki misli, katmerli.

rahmet-i İlâhî: Allah’ın şefkat ve merhameti.

mevt: Ölüm.

idame: Devam ettirme.

vazife-i kudsiye-i imaniye: İmanın kıymetli ve kusursuz vazifesi.

23.03.2007


Bir Muhabbet Fedaisi

Hazret-i Üstad, bundan tam 47 yıl önce dar-ı bekaya irtihal etmiş. Arkasında bıraktığı Risâle-i Nur hizmeti ise, bir şecere-i âliye-i Nuriye misâli günden güne büyümekte ve nurânî meyveler vermektedir.

Üstad Bediüzzaman bu muazzam hizmet ağacının ilk tohumlarını Isparta’nın Barla kasabasında atmış. Fedakârlık, gayret, tevazu zemininde yeşeren bu tohum, ihlâs, samimiyet, uhuvvet suyu ile sulanmış, ilim ve hikmet nuru ile ışıklanmış, sevgi ve muhabbet cezbesi ile yanmış ve Anadolu’ya kök salarak muazzam bir nurânî ağaç haline gelmiştir. Kökleri Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar uzanan bu nurânî ağacın, dal ve kolları ülke sınırlarını aşmış, başta Avrupa ve Amerika olmak üzere dünyanın dört bir yanına uzanarak, yüzlerce, binlerce nurânî meyveler vermiş ve gün be gün vermeye de devam etmektedir.

İnşallah bu nurânî ağaç, bir gün gelecek bütün dünyayı saracak ve gölgesi altına alacak, en mühim gayesi olan İslâmî ve imânî meyveler vermeye devam edecek, böylece beşeri dalâlet ve küfür girdabından kurtararak, bir sulh-u umumiyi temin edecek, yani bütün dünyada kardeşliği, barışı, muhabbeti hâkim kılıp düşmanlığı, zorbalığı, haksızlığı ortadan kaldıracaktır.

İşte vefatının 47. yıldönümü sebebiyle rahmetle andığımız Hazret-i Üstadın en büyük gaye ve maksadı budur. Yani, insanlığı dalâlet-i mutlakadan kurtarmak, bütün sosyal ve şahsî hastalıkların devası olan İman ve Kur’ân hakikatlerini en güzel bir şekilde insanlığa sunmaktır. Risâle-i Nur’un hedef ve maksadı da budur. İnsanların hem dünya, hem de uhrevî hayatının kurtulmasına yardım etmektir.

Büyük bir fedakârlık ve feragat ile bütün insanlığın ebedî hayatlarının kurtulması için kendi hayatını feda eden Hazret-i Üstad’ı bir kez daha rahmetle anarken, onun bir asra yaklaşan iman mücadelesi ile geçmiş hayatından bazı kesitler sunmak istiyoruz.

Üstad Bediüzzaman bir dâvâ adamıdır

Dâvâsı ise iman, Kur’ân, İslâm ve vatan dâvâsıdır.

Dâvâsı uğruna hayatını feda etmekten çekinmeyen kahraman bir dâvâ adamıdır Bediüzzaman. Van kalesinde ayağı kayıp boşluğa düştüğü zaman, “Dâvâm!” diye feryat edip kâinatı titreten bir insandır o. Nasıl ki o anda hayatı yerine “Dâvâm” diyerek dâvâsını tercih etmiş, Cenâb-ı Hak da dâvâsı uğruna hayatını ona bağışlamış. İşte Hazret-i Üstad da ömrü boyunca dâvâsı uğruna hayatını hiçe saymış. İslâmın ve Kur’ân’ın en küçük meselesi için hayatını feda etmekten çekinmemiş.

Meselâ Rusya’da esarette iken İslâmın ve Osmanlının izzet ve şerefi için kampı ziyarete gelen komutana karşı kıyam etmemiş. Neticede idama mahkûm olmuş, ama o hayatı pahasına da olsa dâvâsından geri dönmemiş.

31 Martta, Divan-ı Harpte mahkeme reisinin tehditlerine beş para ehemmiyet vermemiş, imanla yargılanırken berat etmiş, ama o “Yaşasın zalimler için Cehennem” diyerek zalimlerin yüzüne zulümlerini haykırmaktan geri durmamıştır. Bu iki misâl gibi hayatı boyunca İman ve İslâm dâvâsı uğruna yüzlerce kez hayat imtihanı yaşamıştır Üstad.

Üstad Bediüzzaman âlim ve hakim bir feylesof, asr-ı hazır fen ilimlerine vakıf dahi bir

fen ulemasıdır

Öyle ki Merhum Mehmet Akif’e “Aristo ve Eflatunlar felsefede Bediüzzaman’ın ancak bir talebesi olabilir” sözünü söylettiren Hazret-i Üstadın fen ve felsefe ilimlerine ait derin vukufiyetidir. Bediüzzaman Hazretleri üç ay gibi kısa bir dönem içinde eğitimini tamamlayıp, çok zorlu bir heyetin önünde çetin bir imtihandan geçerek icazetini, yani bu günkü dille diplomasını almaya hak kazanmıştır. Bu üç aylık dönem içinde daha çok dini ilimlere ait meseleler üzerine çalışmış. Fakat ardından gerek Bitlis, gerekse Van’da ikamet ettiği ortalama on yıllık süre içinde bütün fen ilimlerini tahsil etmiş, zamanın fen uleması ile yaptığı münâzarâlardan hep galibiyetle ayrılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri fen ilimlerinde öyle bir derinlik kazanmıştır ki, bu derin ilmi Risâle-i Nur’a da yansımıştır. Öyle ki, Risâle-i Nur’daki bazı fennî tabirleri ancak o ilimde mütehassıs olan bir âlim anlayabilir. Aynı zamanda, Risâle-i Nur’da ileri seviye fennî meselelere de işaret edilmiştir. Zamanın izafiyeti, big bang teorisi, esir maddesi, eşyanın ışınlanması ve nakli gibi.

Bediüzzaman Hazretlerinin belki de en farklı yönü teorik olarak ortaya koymuş olduğu fikirleri tatbikat sahasına koymak için mücadele edip, faaliyet göstermesidir. Onun bir ömürlük dâvâsı da, fen ilimleri ile din ilimlerini birleştirmek, her iki ilmin bir arada okutulabileceği bir üniversite kurmak ideali idi. Bu yolda çok emek vermiştir Üstad. Van’da temelini bile atmış böyle bir üniversitenin, ama zamanın şartları maddî olarak tesise müsait olmamış. Lâkin Risâle-i Nur yolu ile bütün vatan sathını bir üniversiteye çevirmiş. Onun içindir ki bu gün Risâle-i Nur’u okuyan insanlar din ilimleri ile fen ilimlerini beraber okuyarak Üstadın idealini gerçekleştirme yolunda ilerlemeye devam ediyorlar.

Üstad Bediüzzaman dahi bir

sosyolog ve hakim bir siyaset bilimcidir

Bediüzzaman Hazretleri zamanın şartlarını ve İslâm âleminin içinde bulunduğu içtimâî problemleri çok iyi tesbit edip, siyasî, idarî ve içtimâî prensiplerle topluma yol göstermiştir. O fiilî bir siyasetçi değildir, ama siyasete yön veren dahi bir sosyolog, hakim bir siyaset bilimcidir. Bediüzzaman Hazretleri hak ve hürriyetler, adalet ve kanun gücü temeline istinat eden meşrûtî, yani cumhurî bir sistemin her zaman güçlü bir müdafii olmuş, her zeminde cumhuriyet sisteminin İslâm’ın malı olduğunu ifade etmiştir. İslam ve demokrasi konusunda eserler neşretmiş, bununla yetinmeyerek bizzat millete giderek cumhuriyet ve demokrasinin halka mal olmasını temin etmiştir.

Aynı zamanda Bediüzzaman bir hürriyet aşığıdır. “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” sözü, onun hayat boyunca takip ettiği bir düstur olmuştur.

Bediüzzaman, müsbet hareketi düstur ittihaz

etmiş bir muhabbet fedaisidir

“Sonra, ben, cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin îmânı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistân olur.”

Üstad Bediüzzaman hayatı boyunca en ağır baskı ve zulümlere uğramasına rağmen müsbet hareket düsturundan ayrılmamış, milletin selâmeti uğruna her türlü sıkıntı ve cefaya göğüs germiş bir muhabbet fedaisidir.

Evet, Üstad Bediüzzaman bir muhabbet fedaisidir.

Vatanını, milletini, insanını seven, bu uğurda her şeyini feda eden bir muhabbet fedaisi.

Cemiyetin iman selâmeti yolunda dünya ve ahiretini feda eden bir muhabbet fedaisi.

Kendisine en ağır zulümleri reva görenlere “Biz muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yok” diyerek, binlerce, milyonlarca muhabbet fedaileri yetiştiren bir muhabbet fedaisi.

Kendisini zehirleyip öldürmek istedikleri zaman “Dostlarım intikamımı almasın, cemiyet karışıklığa uğramasın” diye vasiyet eden bir muhabbet fedaisi.

Afyon mahkemesinde savcı tarafından en ağır ithamlara maruz kaldığı bir anda, bedduâya niyetlendiği bir zamanda, bahçede oynayan savcının küçük çocuğunu görüp, o çocuğa şefkatinden bedduâ bile etmekten vazgeçen bir muhabbet fedaisi.

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz” diye vatana ve millete milyonlarca faydalı insan yetiştiren bir muhabbet fedaisi.

Evet, Hazret-i Üstad bu milletin çimentosudur. Risâle-i Nur, bu milleti birbirine bağlayan kopmaz ve koparılmaz bir bağdır.

Allah, Hazret-i Üstadımıza sonsuz rahmetler eylesin. Âmin.

Halil AKGÜNLER

23.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004