Aylık gençlik dergisi Genç Yaklaşım, Mart sayısında, vefatının 47. yıldönümünde rahmetle andığımız Bediüzzaman Said Nursî’nin Ermeni meselesindeki tavrını işliyor.
Şubat, Ocak ayında işlenen Hrant Dink cinayetine dair yeni gelişmelere sahne oldu. Menfur cinayete dair yeni ipuçları bulundukça, olayın derin bağlantıları da ortaya çıkıyor, fakat bir noktadan sonra kilitleniyordu.
Cinayetin faili/azmettiricileri ile ilgili tartışmalar bir yana, bu cinayet görmezden gelerek kurtulduğumuzu sandığımız problemlerden biriyle daha yüzleşmemizi netice verdi: Türk-Ermeni ilişkileri.
Osmanlı’nın “millet-i sadıka”sı nasıl olmuştu da, ulusal ve uluslar arası arenada sürekli karşımıza çıkan, gerek içte, gerekse dışarıda “baş etmeye” çalıştığımız bir sorun olmuştu?
“Ermeni” kelimesi, nasıl olmuştu da bir tür “hakaret” olarak algılanmaya başlamıştı? Bir cinayeti protesto etmek için bile olsa “Hepimiz Ermeniyiz” demek, neden bu kadar katlanılamaz bir slogan olarak görülmüştü?
Bu ve benzeri sorulara cevap ararken, 1915’lere, Bitlis’e gittik. Orada Ermeni çeteleriyle savaşan Bediüzzaman’la karşılaştık. Cumhuriyet tarihindeki en kritik, en kilit sorunlara, en makul, en gerçekçi ve birleştirici cevaplar vermesiyle tanınan bu zat, Ermeni meselesinde de, ikna edici, barışçı ve mantıklı çözümler sunuyordu. “Şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya” bağlıdır, diyerek ezber bozuyor; “Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar. Nasıl olur?” diye soranlara verdiği “Saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gibi... (…) Meşrûtiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır” cevabıyla, bugünkü devlet zihniyetinin hiçbir zaman ulaşamadığı bir noktaya işaret ediyordu.
Said Nursî, sadece barış ortamında konuşup, savaşta tam tersini yapan biri değildi şüphesiz. Ermeni fedaileri Müslüman çocukları keserken bile, Ermeni çocuklarına zarar verilmesini önleyerek örnek bir İslâm âlimi portresi çiziyor ve bu tavrıyla bugünkü tartışmalara yol gösteriyordu.
Aylık gençlik dergisi Genç Yaklaşım, Mart sayısında, vefatının 47. yıldönümünde rahmetle andığımız Bediüzzaman Said Nursî’nin Ermeni meselesindeki tavrını işliyor.
Risâle-i Nur Külliyatının muhtelif yerlerinde bu meseleyle ilgili yapılan açıklamalar, konuyu yeterince açıklığa kavuşturmakla birlikte, Veli Sırım’ın, dönemin olayları ışığında yaptığı değerlendirmeler, Kâzım Güleçyüz’ün yaşanan son gelişmelerle bağlantılı olarak kaleme aldığı makalesi, Nurdan Huyut’un bir hikâye tadında aktardığı ayrıntılar da önemli hususlar içeriyor.
Mustafa Gökmen, genel olarak Osmanlı’nın gayri Müslimlerle olan ilişkilerini ele alırken, bugüne dair çıkarımlarda bulunuyor. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Türkan Yalçın Sancar, Kemal Benek’e yaptığı açıklamada, “Hepimiz Ermeniyiz” sloganının empati ile aşılacağını vurguluyor.
Hrant Dink’in yakın arkadaşı İrma Dilek Demirci, Recep Bozdağ’ın sorularını cevaplandırırken, kendisini “Türkiyeli” olarak tanımlayarak, “Türkiyeli olarak, Türkiye’ye karşı en küçük bir saldırıda Türkü, Lazı, Çerkezi, Boşnakı, Kürdü, Ermenisi hepimiz tek vücut olabiliriz” sözleriyle birlik mesajı veriyor.
Kapak dosyası dışında dergide; Vehbi Kara’nın “Bahriye mektebinde namaz”, Abdil Yıldırım’ın “Gençliğim eyvah!”, Ayşe Çağlayan’ın, “Hata-sevap cetvelinde kitle iletişimi”, Abdullah Yaşar’ın “Kar güzeli”, Umut Yavuz’un “Bir ‘kul’ nasıl ‘asil’ olur?” başlıklı yazıları var.
|
Ege Üniversitesi (EÜ) Devlet Konservatuvarı Çalgı Yapım Bölümünde Türk müziğinin yıllar içinde unutulan enstrümanları tekrar yapılarak hayata kazandırılıyor. Minyatürlerden yola çıkılarak yapılan çalgılar arasında rud, şehrud, rebab, santur ve kudüm gibi adı dahi bilinmeyen çalgılar bulunuyor.
Çalgı Yapım Bölüm Başkanı Veyis Yeğin, Türk çalgılarının işlevsel zenginliğini artırmak ve yapım ilkelerini genç kuşaklara aktarmak amacıyla 1979 yılında kurulan bölümün Türkiye’nin tasarım alanında çalışan tek kurumu olduğunu ve bugüne kadar 100’ün üzerinde projeyi tamamladığını belirtti.
14-17. yüzyıl çalgılarından şehrud, rud, rebab, hegit ve santur gibi birçok dönemde kullanılmış ancak daha sonra kaybolmuş çalgıların tekrar proje edilerek orijinaline uygun biçimde yapıldığını söyleyen Yeğin, ortaya çıkan değişik tınıların Türk müziğine zenginlik kazandırdığını belirtti.
15. yüzyılda kullanılıp ortadan kalkmış bir çalgının şeklini genellikle Doğu Türkistan ve Tebriz minyatürlerinde görebildiklerini, hangi malzeme, ağaç, tellerin kullanıldığını tahmin etmeye çalıştıklarını dile getiren Yeğin, çıkan sonuçların icracılar tarafından çok beğenildiğini aktardı.
Bölümde geçmişte denenip başarılı olmamış bas kemençe, bas kemane gibi çalgıları da geliştirdiklerini kaydeden Yeğin, ‘’Ayrıca hiç denenmemiş, ilk defa hayata geçirilen bazı çalgılar da ürettik. Gitar ile ud özelliklerini buluşturduğumuz ‘’utar’’ isimli çalgıyı tamamen biz tasarlayıp ürettik. Bu çalgı özellikle san’atçı Erkan Oğur’un başarılı icrası sonrası çok popüler hale geldi’’ dedi.
|
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde tüm kadınlara ücretsiz giriş imkânı sunacak.
Kadınlar, 8 Mart’ta müzede, “Cengizhan ve Mirasçıları: Büyük Moğol İmparatorluğu” sergisini ücretsiz gezebilecek. 8 Nisan’a kadar ziyarete açık olan sergide, Moğolistan’ın en önemli müzeleriyle Asya ve Avrupa’nın başlıca koleksiyonlarından ve Türkiye’deki çeşitli müzelerden derlenen, bazıları ilk kez gün ışığına çıkan 600 eser yer alıyor. Sergide, tarihte en geniş topraklara yayılan bir dünya imparatorluğunun öyküsü; en yeni arkeolojik keşifler, hazine parçaları, muhteşem silah ve zırhlar, minyatürlü elyazmaları, eski haritalar, tekstil ya da seramik eserler anlatılıyor.
|