Demokratik rejimi yerli yerine oturmuş bir ülkede, Milli Güvenlik Kurulu gibi toplantılar bizdeki kadar ilgi çeker, haber konusu olur mu?
Hayır olmaz.
Tam tersine, böyle ülkelerde ulusal güvenlik konularının görüşüldüğü toplantılar kapalı kapılar arkasında, kamuoyundan uzak bir gizlilik içinde yapılır.
Bizde öyle değil.
Neyin ele alınacağı, nasıl ele alınacağı günler öncesi neredeyse davul zurnayla ilan ediliyor. Sanki iki hasım taraf Çankaya Köşkü’nde karşı karşıya gelecek, bir maç yapılacak ve toplantının bitiminde skor levhası kamuoyuna açıklanacakmış gibi bir hava yayılıyor.
Her seferinde öyle.
Gazeteci milleti teyakkuza geçiyor. Televizyon yayınları MGK toplantısına göre ayarlanıyor. Yorumcular nelerin olabileceği, bundan borsanın etkilenip etkilenmeyeceği konularında çene yarıştırmaya başlıyorlar.
Böylece tansiyon yükseliyor.
Kulis hareketleniyor.
Hiç değişmiyor bu. Ancak bir noktayı belirtmekte yarar var. Özellikle son yıllardaki MGK toplantılarının böyle bir hava içinde yapılmasının arka planında hükümet yok, asker var. Kamuoyu sivil değil, askeri kaynaklar tarafından oluşturuluyor.
Oyun bu kez de farklı oynanmadı. Barzani ve Talabani’yle görüşülür görüşülmez tartışmalarıyla birlikte, Kuzey Irak ve PKK konusu özellikle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt tarafından siyasetin bir numaralı gündem maddesi yapıldı.
Hemen akla takılıyor:
Demokratik rejim ve asker...
Asker, demokratik rejim içinde olması gereken yere oturmadığı sürece siyasal istikrar sorunu gerektiği gibi çözülemez bu ülkede. Bazı temel sorunlar -başta Kürt meselesi olmak üzere- hal yoluna sokulamaz.
Askerin yerini saptamak, sadece yasal bir konu değildir. Örneğin AKP hükümeti, Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde, demokrasi açısından doğru ve cesur adımlar atarak MGK’nın niteliğini, MGK Genel Sekreterliği’nin yapısını değiştirdi.
İyi güzel ama...
Pratikte ne değişti?..
Askerin sesi yine yüksekten çıkmıyor mu? Etkisi sürmüyor mu? Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın konuşmaları yine parti lideri gibi değil mi?
Örneğin, bu yakınlarda Washington Büyükelçiliğimizdeki konuşmasında Büyükanıt Paşa, Türkiye’nin 1923’den beri en büyük tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya olduğunu söylemiş, arkasından eklemişti:
“Ama korkmayın, dinamik güçler var.”
Nedir bu güçler sorusuna yanıtı da şu olmuştu Büyükanıt Paşa’nın:
“O anda aklıma zinde yerine, dinamik geldi. Derin devleti filan kastetmedik.”
Neydi bu zinde güçler?
Geçen gün yeni bir kitap çalışması nedeniyle günlüğümün sayfaları arasında dolaşırken bir not elime geçti, Demirel’le ilgili.
Tarih, 31 Ekim 1985.
Demirel’in siyaset yasağı sürüyor. Seçimler yapılmış, Özal ve ANAP iktidarda ama 12 Eylül henüz tam anlamıyla sona ermiş değil. Çünkü, Ankara’da, İstanbul’da sıkıyönetim idareleri daha kalkmamış...
Günlüğümde şunlar yazılı:
“Demirel’le Güniz Sokak’ta görüştüm. Morali yerinde, neşeli. Askerin demokratik rejimlerdeki yerini konuştuk her zamanki gibi. 1965 yılında Ürgüplü hükümetinde başbakan yardımcısıyken, MİT ona bağlıymış. Her sabah MİT’ten bir emekli subay kurye olarak gelirmiş. ‘Aman zinde kuvvetler... Aman zinde kuvvetler tedirgin olur’ dermiş...
Demirel gülerek şöyle dedi:
Başlangıçta ben de hep merak etmiştim, acep nedir bu zinde kuvvetler diye... Sonradan öğrendik ki orduymuş...”
Sayın Demirel,
Zinde kuvvetler hâlâ zinde!
Milliyet, 24.2.2007
|