Dört gün sonra 28 Şubat’ın onuncu yıldönümü. “28 Şubat bin yıl sürecek” diyen eski Genelkurmay Başkanı belki bilmeden bir gerçeği ifade ediyordu. Gerçi bir süre telaffuz etmekle işi biraz sınırlamış oluyordu. Ama 28 Şubat denilince anlamamız gereken şeyler bir bakıma insanlığın en eski zamanlarından beri var olan ve insanlık var oldukça da eksilmeyecek bazı insani tutum ve değerlere denk geliyor. Ancak bu tutum ve değerlerin hiç birinde hiçbir olumluluk bulamazsınız.
28 Şubat bir kifayetsizlerin ihtirası öyküsüdür. Bu öykü insanlığın bir boyutunun da öyküsüdür. Bu ne eskiden var olmayan bir şeydi, ne de gelecekte yok olacak bir şeydir. 28 Şubat sürecinde siyasette, ekonomik hayatta, akademik dünyada, sınıfsal düzeyde kifayetsizlerin ihtiras duygularına hitap edilmiş ve kifayetsizlere büyük ödüller dağıtan bir operasyon toplumsal bir taban bulabilmiştir. Dünyanın veya tarihin neresine giderseniz, kifayetsiz kitlelere mertebeler dağıtmaya dayalı yeni bir iktidar paylaşımının her zaman bir başarı şansının olduğunu görebilirsiniz.
Bu süreç, kuralına göre oynandığında iktidarın ellerinden kayıp yavaş yavaş gidiyor olduğunu fark edenlerin telaşlı bir toparlanma ve kuralları zorlama, hatta bozma hareketiydi. 28 Şubat, oyunun kurallarının tamamen keyfi bir biçimde nasıl yeniden konulabildiğini, hatta hiçbir kural tanımaksızın oyuna fiilen galebe çalınabildiğinin de örneğidir. Hâkim olanın istediği kaideye istediği istisnayı koyabildiği bir mutlak egemenlik kuralının gizli geçerliliği böylece açığa çıkmıştır.
On yıl önce demokrasinin, siyasetin, hukukun kabul edilmiş kaidelerine keyfi olarak konulmuş olan istisnaların çoğu, bugün fiilen çalışmaktadır. Bu istisnaların sağladığı “özel güvenlik alanlarında”, Atatürkçülük maskesinin altında her türlü “çılgınlık” dokunulmazlık zırhına kavuşabilmiştir. Üniversitelerde hiçbir bilimsel özelliği olmayanlar, bu maskenin arkasında rejime sadakatlerini öne sürerek “özel istismar alanları”ndan faydalanabilmişlerdir. Hiçbir bilimsel kalitesi olmayan çalışmalar işin içine katılan abartılı ve alakasız bağlamlardaki bir Atatürk övgüsünün sağladığı pasoyla geçebilmiştir. Bu çalışmaların kalitesizliğini gören birçok kapı görevlisi de bu pasonun sağladığı psikolojik baskıya dayanamamış, gösterene geçit verebilmiştir. Bunun geçerli bir kimlik olduğunu bilenler de başka hiçbir kaliteyi sağlamaya ihtiyaç duymadan sadece bu kimliği elde etmenin peşine düşmüşlerdir. Akademik hayatta 10 yıl içinde gelinen durum budur. Özellikle sosyal bilimler alanında kayda değer bir gelişmenin olmamasının arkasında daha belirleyici bir neden yok. İsteyen son on yılda doktora veya doçentlik kapılarından geçenler üzerine bu gözle bir çalışma yapabilir.
28 Şubat bir kötülüktü. Bu halkın ülkesine, şahsiyetine, inancına, bilimine, ekonomisine, siyasetine ve hepsinin toplam kalitesine yapılan bir kötülüktü. Ancak bunu abartmamak lazımdır. 28 Şubat enikonu sıradan bir gündür. 28 Şubat günü olanlar her gün olabilir, olmaktadır da. O gün doğası itibariyle evrensel olan bir kötülük oldu. Kötülük evrenseldir. En az iyilik kadar. Bu kötülük aynı zamanda iyi olmak için, iyi olduğunu ortaya koyabilmek için de bir fırsattı. 28 Şubat’ın Türkiye’de birçok kesime çok faydası olduğu söylendi. Doğrudur. Ama faydası her türlü kötülüğün faydası kadardır.
Zararı ise sayılamayacak kadar çok olmuştur; bu memleketin kalitesine, bilimine, ekonomisine, siyasi ahlakına, her şeyine ve aslında bizzat onu planlayanlara da.
28 Şubat işine tevessül edenlerin hiçbiri tamah ettikleri hiç bir şeyin hayrını göremedi, bir lanet gibi çöktü üzerlerine geçici olarak elde ettikleri. İsim saymayalım burada, herkes neler olup bittiğini çok iyi gördü.
28 Şubat’ın birilerini eğittiği, olgunlaştırdığı da doğrudur. Ama bundan dolayı onu hayırla yad edenler, olsa olsa sürecin sağladığı rüşvete tav olanlardır. Böyle düşünenlerin hayatlarındaki değişime bakın, anlarsınız. Başa gelen kötülüklerin bir insanı olgunlaştırması şaşılacak bir durum değildir. Bunun için kötülükleri haklılaştırmak mümkün olmadığı gibi bu durum kötülüğe tapınmayı da gerektirmez.
28 Şubat sürecinin başarıya ulaşmış olduğu ise doğru değildir. Sadece bir iki kalemdeki duruma göz atalım:
1. On yıl sonra tek başına iktidara gelme ihtimali var diye engellenmek istenen hareket bu sayede sadece beş yıl sonra ezici bir çoğunlukla iktidara geldi.
2. Üniversitelerde başörtüsü sorunu çözülmüştür. Hiçbir direnç yoktur artık. Birileri okulda sebep olanlara lanet okuyarak açmakta, okul dışına çıkar çıkmaz kapanmaktadır. Önemli sayıda birileri de başörtüsünü çıkarmaktansa okul okumayı bırakıp eve kapanmaktadır. Demek ki neymiş? Kadını özgürleştirme adına hareket ettiğini söyleyen 28 Şubatçılar kadınları eve kapatmıştır.
3. İmam-Hatip liselerinin orta kısımları kapanmıştır, ama gelişen dünyanın yeni eğitim ve öğretim imkânları ve birçok başka nedenle din eğitimi çok daha yaygın ve çok daha verimli bir biçimde artmıştır. Üstelik kontrolü çok daha fazla zorlaşmıştır.
Liste daha da uzar, ama Allah’ın günü çok.
28 Şubat’a takılıp kalmayalım.
Kötülük bu ülkeden uzak olsun.
Yeni Şafak, 24.2.2007
|