Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Lütfen bizi kurtarmayın Paşam!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Washington Büyükelçiliğinde “Yaşa Paşam, varol Paşam, Kurtar bizi Paşam” nidaları arasında bir konuşma yapmış.

Salondakilerin hepsi Türkiye’den bu toplantı için gitmiş olamayacaklarına ve büyük çoğunluğu ABD’de yaşıyor olduklarına göre herhalde oralardan “kurtarılmayı” bekliyorlar. Ne keyifli ve ne kolay bir bekleyiş(!) olmalı...

Neyse ki Yaşar Büyükanıt da onlara “Kusura bakmayın ama ülkenizin çıkarları için sesinizi yeterince duyuramıyorsunuz. Örneğin Ermeni soykırımı konusunda onların diasporası kadar sesiniz çıkmadı” diyerek sitem etmiş.(...)

Ben iki noktaya takıldım; birincisi bu konuşmalar sadece Türklere mi yapılıyor; yani kendimiz söyleyip kendimiz mi dinliyoruz, yoksa dinleyicilerin çoğunluğu yabancı siyasetçi ve gazeteciler mi, onu merak ettim.

DARBE ŞAKŞAKÇILIĞI!

İkincisi de Orgeneral Büyükanıt’ın “Geçmişte de hayal kuranlar vardı. O hayallerin içinde boğuldular. Kimse Türkiye’yi bölemez, kimseye Türkiye’yi böldürtmeyiz” sözleri.

Geçmişte de olayları film gibi izleyen ve sonuçta kurtarılmak için kolay yolu seçenlerin “Ordu gelsin canım, daha iyi valla” anlayışıyla darbe şakşakçılığı yapması yüzünden defalarca demokrasi dışı yollarla kurtarıldı(!) Türkiye.

Her kurtarılışta en az bir 10 yıl geriye gitti... Genelkurmay Başkanı bu sözlerle herhalde böyle bir çözümü kastetmemiştir ama “Kurtar bizi Paşam”lı alkışların etkisinde kalmış da olabilir.

Oysa Türkiye artık rejimi kesintiye uğratan darbelerle, onu anımsatan muhtıralar devrini aşmış olması gereken bir noktada. Bu ihtimalleri duymak bile istemiyor.

Onun için biz de buradan “Lütfen bizi kurtarmayın, artık kurtarma görevini siviller yapsın” diye daha yüksek, daha güçlü bir sesle bağırmak zorundayız.

“Kurtar bizi Paşam”cılara gelince... Kurtarılmak istiyorlarsa Silahlı Kuvvetler’i kışkırtmak yerine buyursun “silahsız kuvvetler”e katılsınlar. En azından her vatandaşın sandığa gitme sorumluluğu kazanmasına, bunun çok ciddi önem taşıdığının anlaşılmasına yardım etsinler.

Slogan atmaktan daha zor ama daha dürüst en azından!

Vatan, 16 Şubat 2007

Ruhat MENGİ

17.02.2007


 

312 dindarlar için kullanıldı

Bendeniz, geçmişte Yeni Yüzyıl gazetesinde 1.5 yıl kadar sorumlu yazıişleri müdürlüğü yaptığım için, o dönemde ciddi bir mahkeme tecrübesine sahip oldum. Türkiye’nin o dönem dertli olduğu ve bir tanesinden de hâlâ dertli olmayı sürdürdüğü bütün Ceza Yasası ve Terörle Mücadele Yasası maddelerinden yargılandım.

O zamanlar, yani 1994-96 arası, bugünkü 301’in eski hali olan 159 benim en az önem verdiğim maddeydi. Esas korktuğum maddeler, TCK 312 ve TMY 5, 6, 7 ve 8’di. Ama en çok da TMY 5.

1995’te gümrük birliği vesilesiyle TMY 5 değişince ciddi bir rahatlama oldu ama bu kısa sürdü. Çünkü eskiden sadece İslamcı yazar çizerler için kullanılan TCK 312 ansızın canlandı, herkese tatbik edilir ve ifade özgürlüğünü sınırlar oldu.

Dediğim gibi 159’u önemsemezdim. Bu maddeden yargılandığım oldu ama diğerleri gibi tehdit edici değildi, en azından DGM’lik suç değildi, ceza alsanız bile hapse girmiyordunuz, cezanız paraya çevriliyordu.

2002 yılının 3 Ağustos’u’da, hükümeti dağılmış ve seçime gitmekte olan Meclis, aralarında Kürtçe eğitimin önünü açan, idamı kaldıran ve bu arada 159’u da yeniden düzenleyen maddelerin olduğu demokratikleşme paketini geçirdiğinde, biz bu durumu Radikal’de alkışlamıştık. Çünkü paketin geçmesi için Radikal de ciddi çaba sarf etmişti ve ekonomik krizin o karanlığında bu paketle birlikte Avrupa Birliği umudu ülkede yeşermişti.

Paketin Meclis’ten geçmesi yurtdışında da ciddi etki yarattı, ama paket çıktıktan birkaç gün sonra bir yabancı gazeteci benimle haber için konuşurken, “Sizce bu paket sahiden devrim niteliğinde mi?” diye sordu.

Ona bizim son dönemdeki demokratikleşme ve ifade özgürlüğünü sağlama tarihimizin böyle iki adım ileri bir adım geri şeklinde, her seferinde ifade özgürlüğünü tam ve mutlak biçimde sağlamak üzere değil de güncel tartışmaları biraz olsun yatıştırmak için yaptığımızı ama sonuçta hep ileriye doğru gidildiğini anlatmakta zorlandım. O, 159’daki ilerlemenin önemsiz olduğunu, 312 değişikliklerinin yetersiz olduğunu söylüyordu.

Aslında haklıydı. Daha sonra 312’yi yanlış hatırlamıyorsam iki, 159’u da 301’e geçişteki kelime Türkçeleştirilmesi sayılmazsa bir kez değiştirdik. Ve aslında hâlâ daha ifade özgürlüğünü garanti altına alabilmiş de değiliz.

Yarım hamilelik nasıl olmazsa, yarım ifade özgürlüğü de olmaz. Sadece yazı yazan, fikir açıklayan insanların sonunda mahkûm olmasalar bile mahkeme mahkeme sürünmesi bile ifade özgürlüğünü yeterince sınırlar. Bizde 301 bu işe yarıyor.

Bir Ermeni kökenli vatandaşımızı ‘Türklüğe hakaret etti’ diye damgaladığınızda onu her türlü kötülüğün hedefi haline de getiriyorsunuz. Gerçekten ortada bir hakaret olsa belki cezayı makul karşılamak mümkün ama ortada hakaret veya aşağılama da olmayınca haksızlık katsayısı büyüyor ister istemez.

Şimdilerde hükümet 301’i değiştirmeye hazılanıyor.

Bu değişikliğin ne yönde olacağına ilişkin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan

geçen gün Aşkabat dönüşü uçakta bazı ipuçları vermiş.

‘Savcıların her şikâyeti davaya dönüştürmesini engelleyeceğiz’ sözünden ne anlayacağımı bilemedim. Herhalde Başbakan ifade özgürlüğünü gerçekleştireyim derken hak arama özgürlüğünü kısıtlamaktan söz etmiyordur ama sözü edilen formülün nasıl olacağını bilemedim.

Her neyse, formül ortaya çıktığında üzerinde tartışmak daha kolay olacaktır, o yüzden şimdi ne desek boş.

Yalnız bence bu kadar uzun uzun formül aramaya da gerek yok aslında. Maddedeki hapis cezalarını kaldırıp yerine ağır para cezası getirmek, bence bu maddeyi bir anda ‘kullanışlı’ olmaktan çıkaracaktır.

Bir de, maddedeki ‘aşağılama’ sözcüğü yerine ‘hakaret’ sözcüğünün girmesi halinde hiçbir savcının bu maddeden dava açacağını sanmıyorum.

Türkiye’nin ifade özgürlüğünü tam olarak sağlaması çok önemli ve gerekli.(...)

Radikal, 16 Şubat 2007

İsmet BERKAN

17.02.2007


 

Hangi sivil toplum?

TRT’de bir haber: ‘Sivil toplum örgütlerinin bazıları 301’in değiştirilmesini isterken, bazıları ise aynen muhafaza edilmesini savunuyor.’

‘Tamamen kaldırılsın’ diyen sivil toplum örgütlerinden hiç söz etmiyor. Oysa baştan beri konuyla ilgilenen ve İnsan Hakları Ortak Platformunu (İHOP) oluşturarak ortak bir tutum ortaya koyan sivil toplum örgütleri de var ve bu tartışmada bunlar bilinçli bir biçimde gözardı ediliyor.

İHOP öncülüğünde 100’den fazla sivil toplum örgütü, 20 binden fazla vatandaşın imzasını taşıyan bir basın açıklamasıyla, 301’in neden kaldırılması gerektiğini kamuya açıkladı. (Ümit Fırat tarafından okunan ve gayet tutarlı bir perspektiften 301’in neden kaldırılması gerektiğini anlatan bu açıklamanın tamamını, (Düşünce Suçuna Karşı Girişim’in) www.antenna-tr.org adresinden okuyabilirsiniz.

Öte yandan, aralarında Dünya Basın Özgürlüğü Komitesi (WPFC), Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve Uluslararası İfade Özgürlüğü Mübadelesinin (IFEX) de bulunduğu 21 sivil toplum örgütü de ortak bir açıklamayla 301’in tamamen kaldırılmasını istedi.

Peki, hükümetin kendilerinden 301 konusunda uzlaşma beklediği ‘sivil toplum örgütleri’ hangileri ve bunlar hangi alanda faaliyet gösteriyor? Türk-İş, Hak-İş, TÜSİAD ve diğerleri. Yani varoluş amacı, doğrudan doğruya hukuk, insan hakları, ifade özgürlüğü ve ilgili mevzuat olanlar değil.

İnsan hakları mücadelesinin önde gelen isimlerinden, sanatçı ve entelektüel Şanar Yurdatapan da haklı olarak bunların meslek örgütleri veya özel kanunla kurulmuş, yarı resmi nitelikte örgütler olduğuna dikkat çekiyor. Ve ekliyor: ‘Bu konunun muhatabı bu örgütler değil ki! İnsan hakları örgütleri, hukuk kurumları, basın, yayın ve yazar örgütleri. Onlar çağrılmıyor, başka her mesleğin örgütü çağrılıyor. Sağlık Reformu Yasası ile ilgili bir danışma toplantısına Müzisyenler Sendikasının, Muharip Gazilerin, Sarıyer’i Güzelleştirme Derneğinin çağrılması gibi bir durum.’

Görünen o ki, son aylarda ülkede estirilen anti-demokratik rüzgarın etkisi var. Reformların gerçekleştirildiği dönemde görüşleri sorulan, kendilerinden katkı alınan sivil toplum örgütleri, en fazla ilgili oldukları tartışmadan dışlanmak isteniyor.

301 konusundaki bu ‘bilmezden gelme sanatı’ artık sıktı. Adalet Bakanının görüşlerini artık eleştirmeye bile gerek yok. Ama gerçekten sorunu çözmek isteyenlere bir kez daha hatırlatalım: Bu madde ihlâl üretiyor. Değiştirseniz de üretmeye devam edecek. Mesele sadece bu tür maddelerin nasıl yazıldığı da değil. Asıl sorun mevzuattan suç ve ceza üreten yapı ve işleyiş.

Böyle bir durumda, hukuku korumaya kararlı bir siyasi iradenin yapması gereken, bu yapısal probleme müdahale edemiyorsa, en azından, ihlal üreten mevzuatı sürekli olarak ayıklamaya çalışmak olmalı.

Kulak vermesi gereken STK’lar da konuyla ilgisiz veya ara dönem destekçisi veya korporatif rejimlerdekine benzer bir ‘işlev’ gören STK’lar olmamalı.

Star, 16 Şubat 2007

Berat ÖZİPEK

17.02.2007


 

Kritik konularda farklı yaklaşımlar

Org. Büyükanıt Washington’daki konuşmasını sivil kıyafette yaptı. “Bazı korkularımızın üstesinden gelmemiz lazım. Türkiye’yi bölmeye kimin gücü yeter?” diye “sivil” bir çıkış yaptı ama onun verdiği mesajların tümünü “sivil” olarak nitelemek abartı olur. Nitekim büyük ölçüde “Türk milleti” ve “Türk Ordusu” ndan ibaret bir Türkiye resmetti. Hükümet, TBMM gibi kurumlara hiçbir atıfta bulunmadı. Örneğin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün kendisinden birkaç gün önce yaptığı Washington ziyaretinden söz etmedi.

Halbuki o da tıpkı Gül gibi Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley ile biraraya geldi. O da Gül gibi esas olarak Ermeni Soykırım Tasarısı ve Kuzey Irak konularını masaya yatırdı.

Ancak çok farklı yaklaşımlarla karşı karşıyayız. Örneğin Gül, görüşmelerinde, Ermeni Tasarısı’nın geçmesi durumunda Türk-Amerikan hatta Türk-İsrail ilişkilerinin çok derin yara alacağını, hükümet olarak bunun önüne geçmelerinin zor olduğunu açık açık söyledi. Öyle ki birçok kez sözlerine “sakın şantaj olarak algılamayın ama...” diye başlamak zorunda kaldı. Org. Büyükanıt ise daha uçağa bindiği andan itibaren Tasarı’nın geçmesinin dünyanın sonu olmayacağını vurguladı. Özellikle ABD ile yapılan askeri ihalelerin bundan olumsuz etkilenmeyeceğinin işaretlerini verdi. Yine Org. Büyükanıt, Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimine kuşkulu ve eleştirel yaklaşırken hükümet, bazı şartların oluşması durumunda Kuzey’deki reel durumu kabullenebileceğinin işaretlerini verdi. Kısacası devletin zirvesinde bu son derece hayati konularda ne ölçüde koordinasyon, uyum ve mutabakat olduğu çok açık değil.

Vatan, 16 Şubat 2007

Ruşen ÇAKIR

17.02.2007


 

Washington’daki Türkler

Memleketinizden çok ama çok uzaktasınız. Çektiğiniz hasreti anlıyorum. Ancak bulunduğunuz memlekete gelen Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a, “Kurtar bizi Paşam” diye tezahürat yapmak da ne oluyor? Paşa ne türden bir kurtarış yapacak ki, sizler Washington’da kurtulmuş olacaksınız? Bence “Kurtar bizi Paşam” diye haykırmak yerine, bulunduğunuz ülkenin genelkurmay başkanına “Kurtar bizi” diye bağırıldığında nasıl bir şaşkınlık yaşanacağı meselesiyle ilgilenmelisiniz.

Hürriyet, 16 Şubat 2007

Ahmet HAKAN

17.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004