Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

 

Bediüzzaman'a göre dünya birliği (Evrensel Birlik) -2-

Kalkınmış medeni ülkelerin, sömürgeci politikalarla geri kalmış ülkelerin kaynakları üzerinde gelişen ekonomileri de, gelişme sınırına dayanmıştır. Ekonomilerin temel parametreleri olan arz-talep dengeleri arz yönünde doyum noktasına yaklaşmıştır. Yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılama sorunu yaşayan ülkeler, talep yönünde olumsuz bir parametre oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki, kalkınma süreci bütün ülkeleri ve insanlığı kapsayan bir yaklaşımı gerektirmektedir. Dünya ölçeğinde ekonomik ve ticarî hareketlerde evrensel ortak değerler ve kriterlerin uygulanması, birlik bilincine katkısı olacak önemli bir olgudur.

ULUSLAR ASI İŞBİRLİKLER

Devletler ve milletler arası işbirliği olarak kurulmuş siyasi ve meslekî organizasyonlar, kuruluş amacına göre işlediğinde dünya birliğinin gerçekleşmesinde önemli etkinliğe sahiptirler. Birlikteliğin bozulması, kuruluşların amaçlarından sapmalarından ve ortak değerlerin ihlalinden kaynaklanmaktadır.

Ulusla rarası siyasî, askerî, ticarî ve meslekî müşterek organizasyonları Bediüzzaman gayet net ve açık bir şekilde tasvip ve teşvik etmiştir. 24 Şubat 1955 tarihinde imzalanan CENTO antlaşmasını zamanın Cumhurbaşkanına mektup yazarak tasvip ve tebrik ettiğini izhar etmiştir. Bu mektubunun girişindeki şu cümleler dikkate değerdir:

“Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakıyetkârane ittifakını, bu millete kemal-i samimiyetle, sürur ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşâallah dört yüz milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i ammenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim.

“Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum” (Emirdağ Lâhikası, Sayfa 438).

Zamanın gazetelerinin birindeki yanlış yorumları düzeltmek için yazdığı bir mektubunda da; “Şimdi umum beşerde sulh-ı umumî için, yani beşerin ifsad edilmemesi için çareler aranıyor, paktlar kuruluyor. Ve madem bu hükümet-i İslâmiye musalâhat-ı umumiye ve hükûmetin selâmeti için, Yugoslavya’ya, tâ İspanya’ya kadar onları okşayarak dostluk kurmaya çalışıyor.” (Emirdağ Lâhikası, Sayfa 404). diyerek bu organizasyonların dünya barışı ve birliği konusundaki işlevlerini nazarlara vererek çok ileri projeksiyonlu bir bakış açısı sergilemektedir.

Dinler arası diyalog

Irkçılık eksenli, tekelci ve ulusalcı yaklaşımlar, dinler arası diyaloğun engellerinin başında gelmektedir. Dinlerin temel öğretisi, insanların ve toplumların doğru davranışlarının kaynağını teşkil etmektedir. Tek Allah’a inanmanın ve O’nun emirlerine uymanın insanın bireysel ve sosyal hayatına pozitif değerler kattığı bir gerçektir. Bu kabulde birleşmek dinler arası diyaloğun birilik bilincini geliştirmektedir.

Dinler arası diyalog; hem bir dine mensup farklı grupların, hem de farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini birbirlerine zorla ve etik olmayan yollarla kabul ettirme girişimlerinde bulunmaksızın, ortak meseleler etrafında hoşgörü ortamı içinde konuşabilmesi, tartışabilmesi ve işbirliği yapabilmesi demektir.

Dinler arası diyalog; dinleri birleştirme veya bir potada eritip “yeni bir din” üretme teşebbüsü değil, tam aksine; farklılıkları dikkate alarak herhangi bir zorlamaya girmeden hoşgörü ve anlayış içinde ortak meseleleri konuşma, müzakere etme ve işbirliği yolları arama gayretidir.

Gelecekte uzaklar daha da yakın olacak ve dünya küreselleşerek, bir köy haline gelecektir. Dolayısıyla Hıristiyan, Yahudi, Budist demeden her kesimden insanla münasebet kurmak ve onlarla bir diyalog ve anlaşma zemini aramak şimdiden kaçınılmaz görünmektedir. Dinler arası diyalogdan kaçınmak, dindarlara büyük bir vebal yükler.

İnsanların geleceğini karartmak maksadıyla savaşa ve çatışmaya yönelik sadece ulusal menfaate dayalı siyasî yaklaşımların, faydadan çok zarar getireceği açıktır. Medeniyetler çatışması gibi teorilerin üretildiği bir ortamda dindarlar, bugün çok zayıf bir ışık da olsa, fakat gelecekte aydınlığın ve barışın hakim olmasına yönelik bu tür çalışmalara destek vermelidirler.

Kalkınmanın dinamikleri

perspektifinden evrensel birlik

Bediüzzaman kalkınmada tecrübe ve bilgi birikimlerinin paylaşımının önemine işaret etmektedir. Yüz yıl kadar önce ifade ettiği fikirleri, kalkınmada ülkelerin kendi iç dinamiklerini, global paylaşımları zorunlu kılma durumuna getirmiştir. Ulaşım, iletişim ve bilişim teknolojilerinin gelişimi, ürün, hizmet ve bilgi dolaşımını hızlandırırken bütün süreçlerde evrensel boyutta sorumluluk yüklenmeyi de gerekli kılmaktadır.

Kendi içine kapalı ulusal politikaya dayalı ekonomilerin gelişemediği göz önünde dururken bu durumdan rant sağlamak isteyen “insan ticareti” haberleri, yürekleri yakan ortak insanlık suçlarını oluşturmaktadır.

Kalkınmış medenî ülkelerin, sömürgeci politikalarla geri kalmış ülkelerin kaynakları üzerinde gelişen ekonomileri de, gelişme sınırına dayanmıştır. Ekonomilerin temel parametreleri olan arz-talep dengeleri arz yönünde doyum noktasına yaklaşmıştır. Yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılama sorunu yaşayan ülkeler, talep yönünde olumsuz bir parametre oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki, kalkınma süreci bütün ülkeleri ve insanlığı kapsayan bir yaklaşımı gerektirmektedir.

Dünya ölçeğinde ekonomik ve ticarî hareketlerde evrensel ortak değerler ve kriterlerin uygulanması, birlik bilincine katkısı olacak önemli bir olgudur. Bilgi çağını yaşadığımız günümüzden bir asır önce Bediüzzaman tarafından söylenen ve ancak bugün anlaşılabilen, bilgi birikimi ve tecrübenin paylaşımının kalkınmaya vesile olduğu gerçeği ile ilgili şu cümleler dikkat edilmeye değer:

“Âlemde meylü’l-istikmalin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin semeratı ve tecarüb-i kesireyle ve netâic-i efkârın telâhukuyla teşekkül eden merdiven-i terakkinin basamakları hükmünde olan fünun ise, müterettibe ve müteavine ve müteselsiledirler.” (Muhakemat, Sayfa: 143)

“Onunla hilkat-i âlem, kanun-ı tekâmüle tâbidir. İnsan ise, âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi meylü’l-istikmalden bir meylü’t-terakki mevcuttur.” (Muhakemat, Sayfa: 14)

“İşte, İslâmiyetin hakaiki hem mânen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.” (Hutbe-i Şamiye, Sayfa 29)

“Şeriat-ı garrâ kelâm-ı ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir. Zira şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlemin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin mahsul ve semeresi olan istidadın telâhuk-ı efkârla hasıl olan netâicinin teşerrub ve tegaddî ile büyümesi nispetinde, şeriat-ı garrâ aynen maddî zihayat gibi tevessü ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine bürhan-ı bâhirdir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, Sayfa 84)

“Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak, inşaallah. Hakîkat-i İslamiyenin güneşi ile, sulh-u umûmî dairesinde hakîki medeniyeti görmeyi rahmet-i İlahiyeden bekleyebilirsiniz.” (Tarihçe-i Hayat, Sayfa 84)

İhtiyacın kalkınmayı tetiklemesi

İhtiyacın, en etkili motivasyon aracı olduğu psiko-sosyal bir gerçektir. Günümüz insanının ihtiyaç kalemlerinin üçten üç yüze çıkmış olması, kalkınma motivasyonuna da tesir edecektir. Aynı zamanda fen ve san'atta gelişmelere vesile olacaktır. Bediüzzaman buna şu cümle ile işaret etmektedir:

“Kudret-i fâtıra, ihtiyaç ile hususan açlık ihtiyacıyla başta insan, bütün hayvânâtı gemlendirip nizama sokmuş. Hem Âlemi hercümerçten hâlâs edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek terakkiyâtı temin etmiştir.” (Mektubat, Sayfa 462)

Hayat standardının yükseltilmesi

Hayat standartlarının yükseltilmesi ülkelerin ulusal sorunu olmaktan çıkıp insanlığın ortak sorunu olduğu genel kabul görmekle beraber pratiğe yeterli yansımadığı bir gerçektir. Halbuki birçok uluslar arası toplantıların sonuç bildirilerini ve ortak deklarasyonlarını süsleyen beyanatlar, kâğıt üzerinden öteye geçmemiştir. 14 Haziran 1992 tarihli Rio de Jenerio deklarasyonunda hayat standardını yükseltmekle ilgili; “Bütün devletler ve insanlar hayat standardındaki eşitsizliği azaltmak ve dünya üzerindeki insanların çoğunluğunun ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak için devam ettirilebilir gelişme için vazgeçilmez bir gereksinim olarak yoksulluğun yok edilmesi işinde işbirliği yapmalıdırlar. Kalkınma hakkı şimdiki ve gelecek nesillerin çevresel ve kalkınma gereksinimlerini adil olarak karşılayacak şekilde yerine getirilmelidir. Devam ettirilebilir kalkınma elde etmek için çevre koruması kalkınma sürecinin önemli bir parçasını teşkil etmeli ve bununla bir izolasyon içinde olduğu düşünülemez. Devam ettirilebilir kalkınma ve bütün insanlar için daha yüksek hayat kalitesi elde etmek için devletler üretim ve tüketimin devam ettirilemez örneklerini azaltmalı ve ortadan kaldırmalı ve uygun nüfus politikalarını desteklemelidirler.” ifadeleri kâinatla birliğin somut kabul göstergesidir.

Standartlaştırma

Uluslar arası mal ve hizmet dolaşımını kolaylaştırmak, insan sağlığı, çevre, kalite ve güvenlik gibi ortak beklentileri güvence altına almak gibi amaçları gerçekleştirmeye yönelik kurulmuş olan Uluslararası Standartlar Organizasyonunun (ISO), dünya birliği için önemli bir işleve sahip olduğuna inanıyoruz.

Bilindiği gibi bilişim teknolojilerinde ve bütün sanayi ürünlerinde belirlenen yeterlilik standartları evrensel birliğin gelişimine çok büyük katkılar sağlamaktadır.

Eğitimde ortak yaklaşım

Ürün ve hizmette kabul edilmiş müşterek kriterlerin belirlenebilmesinde olduğu gibi, insan kaynaklarının yeterliliklerinin belirlenmesinde de, yaklaşım birliği gerekmektedir. İnsanların, bilgi, beceri ve tutumlarında, temel değerler ve kriterleri dikkate alan eğitim, birlik bilincini geliştiren önemli etkenlerdendir. Bilim dili ve pozitif bilimin her dalında mevcut olan anlam birliğinin etkisini tartışılmaz bir olgudur.

Sağlık

Halen gündemde olan kuş gribi gibi hastalıkların yayılması, ülkelerin sınırlarını ve gümrük duvarlarını anlamsız kılmaktadır. Bu da sağlık alanında ülkeleri iş birliğine zorlayan canlı bir örnektir. Sağlık konusunda araştırma ve geliştirmede, ilâçların kullanımında, deneyimlerin paylaşımında sıkı bilgi paylaşımının ne kadar önemli olduğunda hiç kimse ve ülkenin şüphesi olamaz.

Dünya sağlık örgütü (WHO) gibi benzeri organizasyonların belirlediği kriterleri ve şartları yerine getiren ülkelerin bütün dünya ülkeleri ile birlik ruhunu daha iyi hayata geçirdikleri görülmektedir.

Çevre

Kişilerde görülen ben merkezli yaklaşımın bir başka versiyonu da ülkelerde görülmektedir. Kendi çöpünü başkasının kapısı önüne dökmekten farklı olmayan lokal yaklaşım global düşünceye yerini bırakmıştır.

14 Haziran 1992 Rio da Jenerio deklarasyonu ve KYOTO sözleşmesi çevre duyarlılığının en açık göstergesidir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin, kâinattaki mükemmel işleyişe, nizam ve intizama, temizliğe ve ahenge dikkatleri çekerek çevre bilincinin ve duyarlılığının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Cenâb-ı Allah’ın Kudüs ve Adl isimlerinin tecellilerini yorumlarken yaratılışta her şeyin çok güzel ve temiz olduğuna, kâinattaki denge ve ekosistemin muazzamlığına işaret ederek beşerin kirli elinin tabiatı kirlettiğini hatırlatmaktadır.

Uluslar arası antlaşmalarda daha yeni yer alan çevreye karşı duyarlılığın, çok önceden Bediüzzaman tarafından gösterilmiş olduğunu özellikle dikkatlere sunmak isteriz.

1. Kur’ân dünyaya bir bütün olarak bakar. Allah (c.c), semavatın ve arzın Rabbidir.

2. Arz canlı bir memur gibidir, hesapla ve dikkatle yaratılmıştır.

3. Arz, sema ve ikisi arasında bulunan her şey insanın emrine verilmiştir. Ama insan bu tasarrufta istediği gibi hareket edemez. Bu, belli kaideler, belli kurallar çerçevesinde olmalıdır.

4. Çevre emanettir. Kur’ân’a göre insan ile onu kuşatan fizikî çevre arasındaki hissi bağlantı sebebiyle insanoğlunun cezayı hak eden azgınlıklarına, çevre unsurları gazap etmekte, Allah’ın izni ile insanı cezalandırmaktadır. Nitekim günümüzde yaşadığımız küresel ısınma bunu ve beraberinde getirdiği çok ciddi sorunlar, bütün insanlığı kara kara düşündürmektedir.

5. Çevre krizinin temelinde sosyal kirlenme ve ahlâkî kriz yatmaktadır.

Keza Rio deklarasyonunda da;

“Devletler dünyanın ekosisteminin sağlık ve bütünlüğünü korumak, kollamak ve iyileştirmek için evrensel ortaklık ruhunda işbirliği içinde olmalılar. Evrensel çevre bozulmasına değişik katkılarından dolayı devletler ortak fakat farklılaşmış sorumluluklara sahiptirler.” denilmektedir.

—Devamı haftaya—

16.02.2007


 

Asrın gencine Asr-ı Saadet desteği

Gençliğin temel probleminin; ruhunu şekillendiren iç âleminde varlığı anlamlandıran temel bir tanımın bulunmaması olduğunu söyleyebiliriz. Benliğin tanımı ve varlığın tanımı karşılıklı iki ayna gibidir. Birbirine ışık tutar, birbirini yansıtır ve ruhta anlam boyutunu genişletirler.

Ahir zamanın özellikleri ile ilgili pek çok tanım yapılıyor ve genel anlamda içinde yaşadığımız dönemle ilgili kanaatler bu dönemin ahir zaman olmaya namzet olduğu noktasında ittifak ediyor. Olumsuzlukların nefis ve hevanın çok zorladığı şu dönemde manevi yığınağa çok ihtiyaç var. Rabb-ı Kerim’e hadsiz şükürler olsun ki, dâvâmızı ülkemize ve dünyaya duyurma gayreti içinde pek çok farklı dergi, gazete, kitap, her biri Risâle-i Nur’un anlaşılmasına ayrı bir renk ve zenginlik katan farklı ekollerin, farklı yayınları var. Cenab-ı Hakk’ın bizlere de nasip etttiği radyo lisanı ile de her eve, yoldaki insanlara da ulaşılabiliyor.

Karpuzun içindeki çok sayıda çekirdekle adeta esmâ-i İlâhiyeyi bütün zeminde duyurmaya lisan-ı hal ile niyet etmesi gibi bizler de havadaki zerreler ve bu zerreleri mânâlara dönüştüren kulaklar ve idrakler adedince aynı mânâyı yaşatmak istiyoruz. Bu dâvâya gönül vermiş insanların samimiyet ve gayretleri sonucu her alanda büyük gelişmeler kaydedildi. Küçük bir beldede bir avuç insanın el yazısı ile kopyalamak şeklinde başladığı ancak bütün dünyaya haykırmak niyeti ve duâsı ile yola çıktığı günden bu güne büyük mesafeler katedildi. Kilitli dolaplar içinde, mum ışıklarında hapisler, sürgünler, işkenceler göze alınarak yazılması ile insanlara ulaştırılması noktasındaki o samimî niyet ve duâların sonucudur ki, bu gün İstanbul’un göbeğinde en büyük otellerden birinde dâvâmızı insanlara ulaştırabilme nimetini bizlere Rahim-i Zül’cemal ihsan etti. Üstelik, tâ Amerika’dan ülkemize sırf bizim meselemizi anlatmak için gelerek yanımızda yer alan bir İngiliz ile birlikte. Özellikle bu hakikatlerin yayılmasına gönül veren gençlerimiz gelinen noktayı iyi algılamalı ve bu nimete bir şükür olarak gayretlerini çok artırmalıdır.

Batı kendi hayat standartlarını bütün dünyaya yaymaya ve kendi değer yargılarını dayatarak tek tip global bir kültür oluşturmaya yönelirken, hedef kitle olarak çoğunlukla gençleri ön plana çıkarmakta ve onların nefis mücadelesinin merkezinde yer alan hazlara yönelik ruhunu istismar edebilmektedir. Oluşturulan eğlence ortamları, şehevî arzuları galeyana getiren her türlü aracın kullanılması, düşünceden uzaklaştıran bütün oyalayıcı araçların kullanılması gençlikte var olan güçlü bir benlik, acz ve fakrını hatırlatacak hastalık, sıkıntılar ve ölümlerle nisbeten seyrek olarak yüzleşmesi ve kendinden uzak bilmesi, bunları unutturma amacına yöneliktir. Gençlik ruh hali ise buna çok yatkın ve bu yönden aldatılmaya fazlası ile müsaittir. “Cazibedar bir fitne” terimi bu mânâyı karşılıyor olmalıdır. Bediüzzaman bu probleme vurucu darbeyi Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) aldığı dersle ölümü ve gençliğin geçici olduğunu hatırlatmakla vurmaktadır

Gençliğin temel probleminin; ruhunu şekillendiren iç âleminde varlığı anlamlandıran temel bir tanımın bulunmaması olduğunu söyleyebiliriz. Benliğin tanımı ve varlığın tanımı karşılıklı iki ayna gibidir. Birbirine ışık tutar, birbirini yansıtır ve ruhta anlam boyutunu genişletirler. Varlığı anlamlandırmak için öncelikle sağlam bir duruş ve pozisyonu iyi belirlemiş olmak şarttır. Bu benlik tanımının ilk ve belki de en önemli basamağıdır. Kimlik oluşturmak ve bu kimliği sağlam esaslar üzerine oturtmak her alanda dalgalanmaların ve fırtınaların sahnesi olan dünyada fert için bir tutamak, ayakta tutacak bir dayanak olacaktır.

Bediüzzaman’ın “beşerin nefs-i emmaresi” olarak adlandırdığı, ben merkezli şekillenmiş modern hayat, cazibeli ancak geçici ve günü birlik bütünü kuşatmayan sadece algıların alanına sınırlı, dar bakışlı çözümler sunabilir. Bunlar birer çözüm olmaktan çok göz boyama ve aldatmacadır. Duygular köreltilerek, belirli noktalardaki hassasiyetler kırılarak bu noktaya ulaşılır. Bu aldatmaca karşısında özellikle genç nesil risk altındadır.

Dâvâmıza gönül vermiş gençler aynen Üstad gibi karşılarında büyük bir yangın var, içinde arkadaşları kalmışcasına imanlarını ve dostlarını kurtarma gayreti içinde olmalı ve bu koşturmaca esnasında ayaklarına dolaşanlara ehemmiyet vermemelidirler.

16.02.2007


 

Fuat Sirmen (1899 -1981)

Fuat Sirmen, avukatlık ve cumhuriyet başsavcılığı gibi meslekleri icra etmiş, uzun yıllar da milletvekillik, bakanlık ve Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanlığı görevlerinde bulunmuş siyaset adamlarındandır. Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’a cephe alan ve her türlü baskıyı meşrû görenlerden birisi de o olmuştur. Uzun yıllar süren Adalet Bakanlığı döneminde Bediüzzaman aleyhinde muhtelif dâvâlar açılmış, haksız yere tutuklamalar yapılmış ve hapisler olmuştur. Sirmen, daha sonraki dönemde de menfi tavrını devam ettirmiş, Kur’ân’ın çok ehemmiyetli tefsirlerinden biri olan Zülfikar adlı eserin yasaklanması için girişimde bulunmuş ve bakanlar kuruluna bizzat şikâyette bulunmuştur. Bir-iki âyetin tefsirine itiraz ederek eserin tamamen yasaklanmasını istemiştir.

Fuat Sirmen, avukatlık ve cumhuriyet başsavcılığı gibi meslekleri icra etmiş, uzun yıllar da milletvekillik, bakanlık ve Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanlığı görevlerinde bulunmuş siyaset adamlarındandır. Şu anda CHP saflarında aktif siyasette bulunan Sefa Sirmen’in amcasıdır.

Fuat Sirmen 1899 yılında İstanbul’da doğdu. Çocukluk, fakülte öncesi hayatı ve Osmanlı Devleti için büyük sıkıntıların ve çöküşün yaşandığı yirminci yüzyılın başlarında neler yaptığı ile ilgili ayrıntılı bir bilgi yoktur.

TBMM web sitesinde Fuat Sirmen hakkındaki bilgiler daha çok 1924 yılından sonraki döneme aittir. Bu kayıtlarda ve diğer ansiklopedik bilgilerde; Fuat Sirmen’in Birinci Dünya Savaşı ve arkasından başlayan Kurtuluş Savaşı’nda nerelerde bulunduğu, neler yaptığı, savaşlara katılıp katılmadığı hakkında bilgiye rastlanmamaktadır. Bu bilgisizlik önemli bir açığı ortaya koymaktadır.

Fuat Sirmen, 1924 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Okulunu bitirdikten sonra bir süre Adalet Bakanlığı’nda çalıştı. Aynı bakanlık tarafından 1926 yılında Roma’ya gönderildi. Burada Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Akabinde doktora programına da devam ederek Hukuk Doktoru ünvanını da aldı. Roma’da bir süre daha eğitim amaçlı kalmaya devam etti. Bu süre zarfında İtalyan mahkemelerinde stajyer olarak bulundu.

İtalya’dan dönen Fuat Sirmen, daha önceden olduğu gibi yine Adalet Bakanlığı’nda çalışmaya devam etti. Bu çalışması 1935 yılına kadar devam etti. 1935 yılından itibaren uzun süre devam edecek olan milletvekilliği görevi başladı. Yine bilindiği gibi bu tarihlerde tek parti iktidarı olup, bu parti istediği kişiyi istediği yerden aday göstermekteydi. Fuat Sirmen’in de Erzurum’dan aday gösterilerek Meclise girmesi sağlandı. Erzurum’dan sonra 1950 yılına kadar üç dönem de Rize milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulundu. Şükrü Saraçoğlu, Şemsettin Günaltay kabineleri ve daha başka kabinelerde 1943 yılından 1950 yılına kadar Adalet Bakanlığı yaptı.

14 Mayıs 1950 yılından itibaren iktidara gelen Demokrat Parti dönemi boyunca Meclis dışında kaldı. Çünkü kendisi CHP saflarında bulunmaktaydı. Bu yıllarda serbest avukatlık yaptı. 1960 darbesi sonrasında tekrar aktif siyasete döndü. 1961 yılında Rize Milletvekili oldu. Aynı yıl içinde Meclis Başkanlığına seçildi (1 Kasım 1961). Bu makamda 22 Ekim 1965 tarihine kadar dört yıl kaldı. 1965 seçimlerinde ise İstanbul’dan aday gösterilerek milletvekili seçildi. 1969 yılından sonra aktif siyasetten ayrıldı. 1981 yılında seksen iki yaşında öldü.

Rize Milletvekili olarak görev yaparken Meclis kürsüsüne çıkmış ve “Milletvekillerinin yarısı aptaldır.” hakaretinde bulunmuştur. Sarf ettiği bu sözlere gelen tepkiler üzerine bir daha kürsüye çıkmış ve “Meclistekilerin yarısı akıllıdır.” demek suretiyle aynı mânâyı devam ettirmiştir.

Fuat Sirmen, 1949 yılındaki Adalet Bakanlığı sırasında gazete sahipleriyle bir toplantı yapar. Bu toplantıya Sedat Simavi adına Bahadır Dülger katılır. Bakan, tanışmak amacıyla teker teker konuklarına hangi kurumdan geldiklerini sorar ve aynı soruyu Bahadır Dülger’e de yöneltir. Dülger, “Hürriyet’ten geliyorum efendim.” diye cevap verir. Bunun üzerine Sirmen de, “Yani Yahudi sermayesiyle çıkan gazetedensiniz, öyle mi?” diye sorunca, “Evet” karşılığını alır. Daha sonra bu cevap Dülger’in işten atılmasına sebep olur. (Demirtaş Ceyhun’un, “Babıâli’nin Şu Son Kırk Yılı” adlı eserden alıntı/ http://www.gercekhayat.com/tum/301/kapakdosyasi.php).

Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’a cephe alan ve her türlü baskıyı meşrû görenlerden birisi de Fuat Sirmen olmuştur. Uzun yıllar süren Adalet Bakanlığı döneminde Bediüzzaman aleyhinde muhtelif dâvâlar açılmış, haksız yere tutuklamalar yapılmış ve hapisler olmuştur. Fuat Sirmen, daha sonraki dönemde de menfi tavrını devam ettirmiş, Kur’ân’ın çok ehemmiyetli tefsirlerinden biri olan Zülfikar adlı eserin yasaklanması için girişimde bulunmuş ve bakanlar kuruluna bizzat şikâyette bulunmuştur. Bir iki ayetin tefsirine itiraz ederek eserin tamamen yasaklanmasını istemiştir. (Emirdağ Lâhikası, 1994, s. 269).

Kurtuluş Savaşı sonrasında geçmişte meydana gelen olayları ters yüz edip insanları karalamak çok sık yapılan eylemlerdendi. Özellikle tek parti döneminde bu tür karalamalar daha çok görülmekteydi. Bu tür iftiralara maruz kalanlardan birisi de Bediüzzaman olmuştur. Bediüzzaman, eskiden zararlı cemiyetlerle irtibatlı olduğu yalanı uydurularak karalanmaya çalışılmış ve bu karalamalar Meclis çatısı altında da tekrarlanmıştır. Meclisteki bu tartışmalar üzerine Adalet Bakanı Fuat Sirmen kürsüye çıkarak, Bediüzzaman Said Nursî’nin geçmişte hiçbir zararlı cemiyetle ilişkisi olmadığını resmen ilân etmek durumunda kalmıştır. Kamuoyunda “komünist” olarak telâkki edilen bir şahsın iddialara bu şekilde cevap vermesi daha büyük bir önem arz etmiştir

(http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?

index-id=377&isim=Said%20Nursi).

16.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004