Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

“İç düşman diye diye oluyor bunlar...

Şöyle bir etrafımıza baktığımızda Avrupa ülkeleri bu süre içinde büyük tahriplere yol açan 2. Dünya Savaşı’nı, Balkanlar ise Bosna katliamını gördü.

Hemen kuzeydoğuda Çeçenler’in Ruslar’la, Azeriler’in Ermeniler’le mücadelesi, İran’ın Irak’la yaptığı amansız mücadele, Arap ülkelerinin İsrail’le üç-beş kapışması da bölge ülkelerine büyük zarar veren, vermeye devam eden sıkıntıları arasında yer aldı.

Türk ordusu ise bu sıkıntılı dönemde Kore’de ve Kıbrıs’ta başarıyla görev yaptı. Bunun dışında ise NATO çerçevesinde önemli uluslar arası görevler de hakkıyla yürütüldü. Ama şurası bir gerçek. Türk ordusu, ne komşuları gibi ne de ABD ordusu gibi uzun soluklu savaş görmedi 80 yıl boyunca. (Terörle mücadeleyi konvansiyonel bir savaş olmadığı için saymadım) Bu kötü bir şey değil ama görüyoruz ki günümüzde bunun ciddi bir yan etkisi ortaya çıkmaya başladı.

Yan etkiler, elbette ilaçların kötü olduğu anlamına gelmez ama yine de yan etkiler için tedbir almak gerekiyor. Bugün ordudan albay seviyesinde emekli olmuş bir insan, Kore’yi ve Kıbrıs barış harekâtını da ıskaladığı için ciddi bir savaş görmemiş demektir. Acaba emekli subayların, vatanı kurtarma adı altında başlattığı kimi oluşumların bilinçaltında bu durum mu yatıyor? Emekli subayların dış tehditler yerine iç tehditle fazlaca kafa yormaları, tuhaf örgütlenmeler içine gitmeleri, yanlarına aldıkları heyecanlı gençlere silahlı yeminler ettirmelerinin altında bu durumun yan etkisi olabilir mi? İnsan sormadan edemiyor. Emekli subaylar ne ister?

Bir ara Cumhurbaşkanı’nın elinden düşürmediği bir gazete genç subayların rahatsız olduğunu yazmıştı da o haber, Genelkurmay’ı bir hayli kızdırmıştı. Şimdi de emekli subaylar mı rahatsız? Rahatsızlarsa neden rahatsızlar? Gerçekten vatan elden mi gidiyor? Ya da bu subayların yetiştirilme tarzında bir tuhaflık mı var? Yoksa emekli olmuş bir albay, neden gelecek yerine geçmişe odaklanır, kendisine kurtuluş savaşı yıllarını örnek alır ki? Şu anda Türkiye, bir kurtuluş savaşına mı ihtiyaç duymaktadır? Böyle düşünen bir zihnin, bu aşamaya kadar nasıl geldiğini, nasıl bir eğitimden, psikolojik hazırlıktan sonra herkesi düşman saflarda görmeye başladığını birileri iyi analiz etmeli!

Ordumuzun ciddi bir savaş görmemiş olması ve “İç düşman konseptli” bir güvenlik anlayışına sahip olmasının sonucu ortaya böyle bir emekli subay psikolojisi çıkarıyor. Herkesi düşman gören, sürekli vatanın tehdit altında olduğuna dair veriler bilinç altına yerleştirilen, farklı fikirlerdeki kişileri vatan haini gören, Türk Subayı emekli olunca sivil hayatın keyfini çıkarmak yerine vatan kurtarmaya devam ediyor. Emekli olduktan sonra hayatlarının önemli kısmı yine askeri kurum ve kuruluşlarda geçiyor bu subayların. Subay orduevlerinde ucuza yaşamaya devam ediyorlar.

Birbirleri ile ilişkilerini sürdürüp konseptlerini pekiştirmeye devam ediyorlar. Komutanları ile irtibatları sürüyor ve sivil hayata adaptasyonda zorluk çekiyorlar. Gerçi herhangi bir dış savaşta da askerler için “Vietnam sendromu” gibi durumlar da ortaya çıkmıyor değil. Bu konu zor bir konu gerçekten. Subayların eğitim meselesi ciddi şekilde yeniden ele alınmalı ve emeklilerin sivil hayata rehabilitasyonu için özel programlar hazırlanmalı. Ordu evleri yerine herkesin gittiği yerlere gitmeliler...

Bugün, 13.2.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

14.02.2007


 

“Tüyler ürperten” silâhlı yemin!

Fikri Karadağ adlı bir Emekli Albay, yurdun dört bir tarafında yandaşlarına “Bu yolda ölmek de var, öldürmek de!” diye silah üzerine yeminler ettiriyor...

Albay, “Kuvayı Milliye” derneği kurmuş: Basına yansıyan Antalya’daki yemin töreninde dini ve milli kavramları kullanarak derneğe üye yaptığı taraftarlarını ateşliyor...

Törenin yapıldığı salonda “Kuvayı Milliye asla affetmez!” pankartı dikkat çekiyor...

Emekli albay gümbür gümbür: Gelgelelim, yönettiği yemin töreni hakkında herhangi bir hukuki işlem yapılmıyor!

Söz konusu yemini varsayalım dindar bir şahsiyet ettirseydi, savcılar o zata anında “Avcılar’da inecek var!” muamelesi yaparlar; ardından da ilgili kurum ve kuruluşlar kendisine “oylum oylum, fidan boylum” kıvamında bir karşılama töreni düzenlerlerdi...

***

Eski bir TSK mensubunun “ölme ve öldürme” üzerine vatandaşlara silahla yemin ettiriyor olması bir “Gayrı Nizami Harp” antrenmanıdır!

Resmen meydan okuyan böylesine bir yeminden dolayı TSK’nın/Genelkurmay Başkanı’nın “tüyleri ürpermiş” midir, acaba?

Şunun için soruyorum: 28 Şubat döneminde meşhur olmuş bir “Tüyler Ürperten İrtica Yemini” vardı...

İlhami Soysal’ın Suriye’deki bir metinden ilhamla 1966’da Akşam gazetesi için sözlerini yazdığı bestesi askeriyeye ait (özetle “mürtecilerin ağzından çıkmış” gibi uydurulan) yemin metni 1997’de güncellenerek servise konmuştu...

Bu fabrikasyon/kurmaca yemin askerler tarafından egemen medyamıza servis edilmiş; apoletli basınımız da bu “Ürperten Yemin” haberini manşetlerine döşeyerek ortalığı kasıp kavurmuşlardı...

Kuvvet komutanları, finalde dönüp kendilerine gelen (dünyanın yuvarlak olduğuna delildir) yemini daha doğrusu “tüyler ürpertici” yeminden bahseden bu manşetleri MGK’da Refahyol’un önüne koymuşlar, “Bu ne rezalet böyle?” diyerek hükümetin boğazına sarılmışlardı...

2007’nin tepeden tırnağa gerçek Ürperten Silahlı Yemini öyle üvey falan değil; öz be öz kardeştir!

***

Fikri Karadağ’ın adı, Danıştay Provokasyonu’nun akabinde -saldırganın cebinden kartı çıkan- Vatansever Kuvvetler Güçbirliği adlı derneğin yöneticisi olarak duyulmuştu...

Emekli albay, bir dönem içinde bulunduğu VKGB’yi ele geçirmeye çalışmış, başaramayınca kendi derneğini kurmuş...

Karadağ, Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan’la ilişkisi bağlamında gündeme gelen emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin ile ortak işlere imza atan bir portre...

Emekli Albay esip gürlediği, “öldürme yemini üzerinden şov attırdığı” basın toplantısında “Tekin’le ne işimiz olur ki?” diye yalanlamış olsa da; VKGB’nin Başkanı Taner Ünal ve Genel Sekreteri Mesut Sezer, Muzaffer Tekin’in Fikri Karadağ’a talimat verir gibi konuştuğunu, Tekin’in sık sık cep telefonuyla konuştuğu Karadağ’dan dernek faaliyetleri ile ilgili bilgi almış olduğunu hatırlatıyorlar!

Çok vahim bir husus daha var: Emekli Albay Karadağ, 13 bin 500 kişilik bir “vatan haini” listesine sahipmiş! “Öldürme yemini ettiren” albay listedekilere “hesap” soracakmış!

Sahi, bu listeyi kimler hazırladı, acaba? Adı geçen listeyi emekli albayımızın eline kimler tutuşturmuş olabilir?!

*28 Şubat’taki “İnsan Avı”nın temelini oluşturan geniş çaplı “fişlemeler” vardı, hani: O dönemin mekanizmalarınca imal edilen listelerin bir benzeriyle mi (veya güncellenen bir parçasıyla mı) karşı karşıyayız, yoksa?

Zaman, 13.2.2007

Tamer KORKMAZ

14.02.2007


 

Askerî gezide siyasî görüşme

Abdullah Gül, Washington’dan Ankara’ya döner dönmez, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Washington’a uçtu. Türkiye ile ABD’nin 60 yıla yakın bir süredir sıkı “askeri müttefik” olmalarına ve NATO’nun en büyük iki silahlı gücünü oluşturmalarına bakılırsa, bir Türk genelkurmay başkanının, Washington’a gitmesinden doğal hiçbir şey olamaz. Ama bu sefer öyle sayılmaz. Orgeneral Büyükanıt’ın temasları sadece “askeri” nitelikte değil; Başkan Yardımcısı Dick Cheney’i görecek olması nedeniyle “siyasi” bir karakter taşıyor.

Müttefik ülke genelkurmay başkanlarının, Amerikan başkentinde başkan yardımcısı tarafından kabul edilmeleri, pek “ahval-i adiye”den addedilen, rutin, protokoler temaslar içinde görülmez. ABD yönetimi, böylece Orgeneral Büyükanıt’a bir “siyasi statü” yüklemiş olacak.

Bu arada, Cheney’in, Amerikan yönetici sisteminin “Cumhuriyetçi-sağcı” ekibinden olduğunu kaydetmekte de yarar var. Bu ekibin temel özelliklerinden biri; Türkiye’ye baktıkları vakit, AK Parti’den özellikle hazzetmeyen, bölgeye baktıklarında ise “demokratik rejimler”den ziyade, Amerikan çıkarlarıyla uyumlu türden rejimleri yeğleyen unsurlardan oluşması. Başta Cheney, bu ekibin “İran’a kuvvet yoluyla bir karşılık verilmesi” eğiliminde oldukları da bir sır değil.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Washington temaslarını Yeni Şafak’a değerlendirirken harita üzerinde Cheney’e “bir eğitimci gibi konuları ayrıntılarıyla anlattığını” söylemiş.

Bizlerin, Amerikalı yöneticileri, belirli çıkarların ve siyasi eğilimlerin temsilcisi gibi görmek yerine bir “andavallılar sürüsü” gibi görmek ve sürekli onlara bilgi vermek suretiyle cehaletlerini giderdiğimizi sanmak şeklinde bir huyumuz var. Bu bakımdan, Cheney’in Gül tarafından ne kadar eğitildiğini kestirmek zor.

Abdullah Gül, “Cheney ve Rice’la görüşmemiz bizim hariciye ekibinin yüzünü de güldürdü. Diplomatik bir başarı oldu. Ayrıca, Cheney’le görüşmede Yaşar Paşa’nın ABD ziyareti de gündeme geldi ve ben kendisine Genelkurmay Başkanımızla mutlaka görüşmesi gerektiğini söyledim” demiş.

Cheney’in çevresindeki ekip, Gül söylememiş olsa da Cheney’e Yaşar Paşa ile görüşmesini aylardır telkin ediyorlardı. Cheney-Büyükanıt görüşmesinin içeriği ve bunun Türkiye ve bölge siyasetine yansıyıp yansımayacağı, yansırsa nasıl yansıyacağı meraka değer.

Referans, 13.2.2007

Cengiz ÇANDAR

14.02.2007


 

‘Hıyanet-i Vataniye Kanunu’

İttihat Terakki’nin yemin törenlerine benzer şekilde üyelerine “ölme ve öldürme” yemini ettiren Kuvva-yı Milliye Derneği Başkanı Emekli Albay “Vatana İhanet Kanunu”nun da geri gelmesini istiyor. Böylelikle 13.500 rakamına ulaşan vatan hainleri herhalde bu kanuna göre yargılanacak ve “öldürülmek” yerine hüküm giymiş olacaklar. Bu kadar çok “hain”i olan bir ülkede, “hainler sürüsü” ile baş edebilmek için elbette “elimizi kana bulamak” yerine “vatana ihanet” suçunu düzenleyen derli toplu bir kanuna ihtiyacımız var.

Acaba, Emekli Albay’ın önerdiği şekilde “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu geri getirerek sorunu çözebilir miyiz?

Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu’nun olağan genel kurulunda ANAP Genel Başkanı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı arasında “vatana ihanet” suçlaması yüzünden bir tartışma yaşanmış. Mumcu, “Ülkeyi cehaletin ve ihanetin elinden mutlaka kurtarmamız gerekir. Bu ihanete bu millet, bağımsızlık karakteri ile mutlaka son verecektir.” demiş. Başesgioğlu da bu söze “siyasette söylenecek en son söz” olduğu itirazında bulunmuş ve, “Ondan sonra söylenecek söz, tabancayı alıp sokağa çıkmaktır.” diye eklemiş. Bu ve buna benzer tartışmaları sona erdirmek, gerginlik yaratan beyhude tartışmaları engellemek için, “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu yeniden yürürlüğe sokmak bir çözüm olabilir mi? “Vatana ihanet” suçunu, “durumdan vazife çıkartarak” halkı gerilla savaşına çağıranların ve siyasetçilerin elinden alıp bir hukuk metni içine yerleştirmek mümkün olabilir mi?

Hem bu tartışmaların üstesinden gelmek hem de “vatana ihanet suçu” konusunda yaygın cehaleti gidermek için bu kanunu hatırlamak bile yeterli olabilir.

“Hıyanet-i Vataniye Kanunu” Büyük Millet Meclisi’nin çıkarttığı ikinci kanundur ve tarihi, Meclis’in açıldığı ilk günden tam 6 gün sonrasına, 29 Nisan 1920’ye tesadüf eder. Kısa bir metni olan kanunun birinci maddesi “vatana ihanet suçunu tanımlamaktadır: “... Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur.” Bu kanuna göre Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine fiilen veya sözle muhalefet ederek isyan suçunu işleyenler “vatan haini” olmaktadır. Kanunun ikinci maddesi, bu suçu işleyenlerin idamını öngörmektedir. Bu kanuna, zamanla bazı ilaveler yapılmış, vatana ihanet suçu işleyenlere, mesela 1924’te “dini ve mukaddesat-ı diniyeyi siyasi gayelere esas ve alet ittihaz etmek maksadıyla cemiyet kuranlar” da eklenmiştir. 1991 yılında bu kanun, bütün kanunlar derlenirken yürürlükten kaldırılmıştır. Özetle, “vatana ihanet” kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetini korumak gayesi ile çıkmıştır. Bu kanun, Atatürk zamanında çıktığı şekilde muhafaza edilmiş olsaydı, TBMM’nin otoritesine ve meşrû yetkilerine itiraz eden herkese vatan haini dememiz gerekecekti. Bugün “vatana ihanet” suçu, Anayasa’mızda, sadece Cumhurbaşkanı’nın azline yegâne gerekçe sıfatıyla yer almaktadır.

“Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nun mazisi hakkındaki bu bilgiler bize ne anlatıyor? Öncelikle şunu anlatıyor: “Vatan haini” suçlamasını öyle aklınıza estiği zaman kolay kolay yapamazsınız. Bu suçun bir tanımı ve somut karşılığı olması gerekir. Bu tanımı da ancak meşrû olan irade yani yasama organı yapabilir. Bu suçlamayı siyasî tartışmalarda kullanmak, peşinen muhatabınıza “elfaz-ı müstehcene ve muzırra” sarf etmek, yani küfretmek demektir. “Vatan kurtaran” çetelere gelince... “Hain” sıfatı bütün tarih boyunca iktidar mücadelesinde rakipler için kullanılmıştır. Hüküm sadece güce dayanınca, mahkumiyet gerekçesi ihanettir. İhanet suçlamasının bol kullanıldığı yerler ise karanlık bölgelerdir.

Zaman, 13.2.2007

Mümtaz’er TÜRKÖNE

14.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004