Hrant’ın öldürülmesinden sonra önce acımızı yazdık; sonraki günler “slogan meselesi”ni tartışmakla geçti. Ve dikkat ederseniz, bugüne kadar (kendi adıma konuşuyorum tabii ki) “iktidara sorular” yöneltmedik. İşte, bugünün konusu da bu olsun:
“Ana muhalefet” ile uğraşmıyorum, çünkü onlar (son dönemde çok tuttukları bir deyimle söylersek) “çıldırmış” zaten... “Milliyetçiliği de kimse suçlama konusu yapmasın” diyor son seçim kurnazlığıyla. “301”den söz edilince ise durumu daha da vahim: Sosyalizm Tarihi’ni utandıran bir pişkinlikle, “Katiyen dokundurmam” da hâlâ ısrarlı.
İktidara gelince: Bugüne kadar kendilerinden Mehmet Ağar’ın (hem de Elazığ bağımsız milletvekili olarak) Elazığ’da o malum pankartları açanlara yönelik sarfettiği “Kendini bilmezler” sözlerine denk düşecek bir söz işitmedik ne yazık ki. (Biliyorum, birçoğunuz gibi Ağar’ı ‘örnek’ olarak almam benim de ağrıma gidiyor ama hakikat böyle ne yazık ki...)
Hrant’ın öldürülmesinin üzerinden (şimdiden) iki hafta geçti. Ve ben kaç gündür “Haberler”in karşısına “Bakalım bugün kim istifa etmiş?” diye geçiyorum. Ama nerdeee... Ülkede “301 Tuzağı”nı (Yeni Asya) kuran Adalet Bakanı, ilk günlerin şaşkınlığını üzerinden atmış olarak giderek sesini daha da yükseltiyor. “301. maddeyi de hukukçular, öncelikle de ceza hukukçuları tarafından tartışılması gerekir. Ama herkes konuşuyor” diyor. Konuşuyor yani... 301’in herşeyden önce bu ülkenin politik bir konusu olduğundan haberi yok; “hukukçular” ve “ceza hukuçuları” tarafından altından kalkılabilecek bir konu olmadığını aklından bile geçirmiyor. Maddenin uygulamasının nasıl “görüldüğünü” ya da maddenin Yargıtay hakimleri de içinde olmak üzere ülkenin Yargı’sını nasıl esir aldığını düşündüğü filan yok. 19 Ocak akşamı ekranlara çıkıp görevini bıraktığını açıklamak gibi olması gereken bir jest ise hayalinden bile geçmiyor.
Ama şu bir hakikat: Cinayet sonrası ülkeyi sarmış olan “nöbet”in hiç değilse sakinleşmesi bu bakanın koltuğunu koruduğu müddetçe imkansız.
Bu konuda “iktidarın başı”, yani Başbakan hakkında da birkaç söz:
“301’i kaldırmayı kimse benden istemesin” diyor ve devam ediyor: “Bu tür hakaretler, değerlerimize saldırılar kabul edilemez. Avrupa birliği’nde de dünyanın başka yerlerinde de bu böyle...”
Bana göre bu tutum da yanlış. İsterseniz ben burada aradan çıkayım ve Başbakan’ın 301 benzeri yasaların Avrupa Birliği’nde de olduğuna ilişkin iddiasını anayasa profesörü Mustafa Erdoğan yanıtlasın:
“Şimdi, TCK 301 benzeri ceza normlarının demokratik ülkelerde de olduğu iddiası bir yanıltmacadan ibarettir.”
İçişleri Bakanlığı’nın (polis ve jandarma) sergilediği kabul edilemez tutumu hatırlatmıyorum bile. Okuyorsunuz, izliyorsunuz; işin çivisi hepten çıkmış durumda. Ama İçişleri Bakanı hâlâ yerinde. Son olarak ortaya düşen şu “poster” rezaletine bakın... İki gündür İçişleri Bakanlığı’nın “aşayiş ve kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak için suç işlenmesini önlemek”le yükümlü iki biriminden hangisinin bir katil zanlısının eline bayrağı tutuşturduğunu konuşuyoruz. Bu birimlerin sadece birincisi değil, ikincisi de “emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerinin ifası yönünden İçişleri Bakanlığı’na bağlıdır.” Jandarma Genel Komutanı’nın “bakana karşı sorumlu” olduğunu da unutmayın. Peki ama İçişleri Bakanı kime karşı sorumludur? Ayrıca bu acz ve sorumsuzluk tablosu karşısında bakanın sorumlu olduğu makamın sorumlulukları nelerdir?
Yeni Şafak, 3.2.2007
|