TÜSİAD’ın demokratikleşme raporu, ülkeyi sarsan bir cinayetin gölgesinde, gereğince tartışılamadı. Raporun basına yansıyan kısmı, eski Başkan Sabancı ile MHP lideri Bahçeli arasındaki söz düellosuydu. Rapordaki ‘anadil öğretiminin, resmi dil yanında, en azından seçimlik ders olarak okutulmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır’ şeklindeki öneriyi eleştiren Bahçeli, TÜSİAD’ı, PKK’nın projesine sahip çıkmakla suçladı.
Oysa raporda dile getirilen ve Bahçeli’yi kızdıran öneriler, demokratik bir rejimin gerekleri. Üstelik rapor, hukuk devletinden sivilleşmeye kadar çok önemli tespitler içeriyor.
Ancak raporda demokratikleşme açısından ciddi bir eksiklik var. Raporun, ülkenin iki büyük kronik sorunundan ‘din sorunu’yla ilgili kısmı, TÜSİAD’ın her zamanki önyargılarını içeriyor. Ne yazık ki TÜSİAD, konu din olunca, ani bir savruluşla, evrensel demokratik değerleri terk edip, otoriter bir rejimi önerebiliyor. Katsayı zalimliğini savunabiliyor, hükümetin din konusundaki açılım çabalarına karşı ‘bayrak açıyor’, hatta hatırlayalım, 28 Şubat’taki gibi demokrasiyi kurban eden hareketlerin odağında da yer alabiliyor.
Acaba TÜSİAD neden diğer konularda özgürlükleri savunurken sıra dindar Müslümanların haklarına geldiğinde despotik bir çizgiye kayabiliyor? Belki devletçi sermayenin, devletten bağımsız gelişen sermayeyi (özellikle de onun ‘yeşil’ini) tehdit görmesinden, belki önyargıdan, belki de her ikisinden dolayı. Ama sonuçta bunun insan hakları ve demokrasi açısından savunulur yanı yok.
Rapor, Tevhidi Tedrisat’ın getirdiği yasakları tanıyor, bunları normal bir durum kabul ediyor ve din eğitiminde evrensel standartlara aykırı biçimde sivil toplumu devre dışı bırakıyor. Yani, bireylerin kendi çocuklarına kendi din veya mezheplerine uygun eğitim kurumları oluşturabilmelerini, finansmanını kendileri karşılayarak kendi öğretmenlerini istihdam edebilmelerini, bu eğitimin müfredatını kendilerinin belirleyebilmelerini öngören Batılı demokratik rejimlerdeki uygulamaları es geçiyor, dinde devletçiliği savunuyor. Oysa ‘vatandaş, benim istediğim dili konuş!’ ile ‘vatandaş, benim istediğim şekilde inan!’ arasında fark yoktur; ikisi de aynı zihniyetten gelir.
Demokrasi ve özgürlükler rejimi bir bütündür, onu ya tüm olarak alırsınız ya da reddedersiniz. Din de bunun içindedir. TÜSİAD, gayrimüslim vatandaşlarımızın eğitim, vakıf ve ibadet gibi sorunlarındaki yapıcı yaklaşımını genelleştirmek zorundadır. Bu hem ahláki bakımdan şarttır, hem de stratejik bir gerekliliktir. Din ve vicdan özgürlüğü sorununu çözmenin tek sağlıklı yolu, bu özgürlüğü herkesi kapsayacak biçimde tanımaktır. TÜSİAD, hakları Türkiye’de müslimi, gayrisi, inanmayanı, dine kayıtsız olanı ve dindarı için hep birlikte istemesi gerektiğini öğrenmelidir.
TÜSİAD’çılar gerçekten demokrasi istiyorsa, onlara Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ın ‘Türkiye İçin Demokratikleşme ve Sivilleşme Perspektifi’ (2005) başlıklı raporunu okumalarını öneririm.
Tabii gerçekten istiyorlarsa...
Star, 30.1.2007
|