7.4. İSLÂM DÜNYASINDAKİ YENİ KONUMUMUZ
Türkiye uluslar arası platformlarda özellikle Avrupa Birliği bünyesinde İslâm dünyasını doğru ifade etmeye uygun bir pozisyondadır. Sorumluluğunu yerine getirmesi durumunda dinamik bir temsilci rolünü üstlenebilir. İslâm dünyası ile Türkiye arasında son 100 yılda, nispeten kopan bağlar, Türkiye halkının taleplerine duyarlı demokratik açılımlar ve AB’ye katılım süreci ile yeniden onarılmaktadır.
Avrupa, bu gelişen yeni süreci, bölge barışı ve radikal unsurların etkisini azaltma yönünde olumlu görmekte hatta bazı söylemlerini Türkiye üzerinden rafine ederek İslâm dünyasına yansıtmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin bu durumu İslâm dünyasının kendine olan özgüvenini yeniden kazanmasını sağlayacaktır.
İslâm dünyasında çok uzun süre “Halifelik” kurumunu uhdesinde bulundurmuş bir ülkenin devamı olan ve İslâm dünyasının liderliğini yapmış bir ülke olan Türkiye’nin, bütün İslâm ve Türk devletlerinin tarihsel sorumluluğuna sahip temsilcisi olarak AB’de yer alması hem bu ülkelerin kendileri açısından, hem de dünya barışı açısından sayısız fırsatlar oluşturacağı kesindir.
21. yüzyılla birlikte dinin artan etkisi ve siyaset biliminin dikkate alma aşamasına geldiği din gerçeği, Batının yüzleşeceği bir olgudur. Bu yüzleşmede İslâm gerçeğini ve tarihî mirasını doğru ifade edecek argümanlara sahip bir İslâm dünyası, Türkiye köprüsünden Avrupa kıt’asına geçebilir.
Avrupa milletlerinin özlediği devlet veya devletler üstü yapı, sınırları ve farklılıkları ortadan kalkmış bir Avrupa Birliği olmalıdır. Birbiri ile uzun süre savaşan ve birbirinden kesin hatlarla ayrılan Avrupa milletleri; insanî değerler etrafında toplanarak ülkelerini dünyanın en huzurlu yerleri haline getirmeyi başarmışlardır. İslâmî hizmetler ve sosyal faaliyetler de hür ortamlarda şüphesiz çok daha iyi neticeler verecektir.
8- RİSÂLE-İ NUR GÖNÜLLÜLERİNİN
AB SÜRECİNDEKİ GÖREVLERİ
Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecini engellemeye çalışan güçlerin provokasyonlarına karşı halkın bilinç düzeyini artırmada, sürecin sağlıklı bir zeminde yürütülmesini sağlamakta Risâle-i Nur gönüllülerinin birinci derecede vazifeleri bulunmaktadır. Nur gönüllüleri de İslâm ve vatan adına hayırlı gördükleri bu konuda sürecin emniyetle devamında rol almayı kendine ödev bilmelidir. Ayrıca Risâle-i Nurdan süzülen hakikatlerin Avrupa’ya ve İslâm dünyasına iletilmesinde de en önemli vazife Risâle-i Nur gönüllülerinin üzerine düşmektedir.
Söz konusu mümtaz topluluk, Bediüzzama’nın Risâle-i Nurlarda verdiği ölçülerden aldıkları dersler aracılığıyla ve bu ölçülerin sağladığı ileri görüşlülük ışığında, şimdiye kadar tarihî süreçte hiç yanılmadıklarını olaylar göstermiştir. Nitekim Risâle-i Nur gönüllüleri Risâlelerden aldıkları ölçülerle gelecek tehlikeleri önceden fark edebilme ayrıcalıkları sebebiyle halkı bu konuda uyarmada birinci derecede kendilerini sorumlu hissetmişlerdir.
8.1. BİREY MERKEZLİ BİR DÜNYA
AB’nin bireysel merkezli olarak belirlediği temel haklar, manevî yönden gerektiği gibi takviye edilmediği zaman, kişileri bencilliğe iteceği ve ben merkezli bir toplum oluşturacağı muhakkaktır. Toplumsal dayanışma açısından gelişmiş, ancak bireysel haklar yönünden gelişmemiş toplum yapımızın Avrupa toplumuna katkı yapacağı belirtilmektedir.
Avrupa medeniyetinin geldiği nokta da “kişiler için vazgeçilmez olan bireysellik” tir. Her insanın ayrı bir âlem olduğunu düşünürsek, bunun bencillikten farklı boyutlara insanı taşıyabileceği gerçeğiyle karşılaşırız. Bunun için gerekli olan hür ortamı sağlamak, “başkalarının haklarının başladığı yerde hürriyetinin bittiği’’ ne iman ettirilmiş insanları, kendi egolarına dizgin vurabilen şuura eriştirmek gerekiyor. Böylece, tapınmakta oldukları para, eğlence, zevk, lüks, şöhret, makam gibi bir sürü tanrının tasallutundan, yalnızca bir Yaratıcı’ya kul olunmakla gerçek hürriyete geçerek kurtulmak mümkün olabilir. İzzetle yaşayan, ama zulmetmeyen, riyakârlığa veya korkaklığa prim vermeyen bir insânî yapıya ulaşılabilir. Kilisenin, derebeylerin ve voyvodaların esaretinden ve köleliğinden kurtulmuş Batı insanına, Türkiye, AB üyeliği aracılığıyla, nefsinin kölesi olmaktan kurtuluş reçeteleri verilebilirse, bu Doğunun Batıya önceki verdiklerini taçlandıran en son ve muhteşem hediyesi olur. Böylece sosyal ahlâk, teknoloji, ekonomi, hizmet için siyaset ve insan hakları alanlarında (kabul etmek lâzım ki Batı, Doğudan oldukça ileri) alacaklarımıza anlamlı bir karşılık verilmiş olur.3
8.2. BİREYİN MERKEZİNDE İMAN AKSİYONU
Farklı din ve kültüre sahip 25 ülke ile ortak değerler buluşmasına gidilen yolda bireyin endüstriyel toplum çarkları arasında ezilmesi ve manevî donanımını sağlayamaması halinde, negatif etkilenmesi riski söz konusudur. Çağdaşlaşma bahanesi ile bu güne kadar aile yapımızı, toplum ahlâkımızı ve medyadaki yozlaşan yayınların etkisi altındaki insanımızı, organizasyonel gönüllü kuruluşlarca kendi dînî millî ve sosyal varlıklarını koruyabilmeleri konusunda eğitilip geleceğe hazırlanması gerekmektedir.
Burada verilmesi gereken en önemli eğitim, din eğitimidir. Risâle-i Nur ile güçlü ve iman esaslı bir toplumun, amel eksenli yaşayışını destekleyebiliriz. Buna göre:
* Bireylere sağlam İslâm inancı ve iman eğitimi verilmelidir.
* İslâmiyet günümüz insanına ve Avrupa’ya doğru takdim edilmelidir.
* Tarihî ve fikrî gerçekler, ikna metodu ile sunulmalıdır.
* Din ve bilim beraberliği, her ortam ve uygulamada ortaya konulmalıdır.
Yukarıda da belirtildiği üzere bireyin maddî ve manevî alt yapısı hazırlanarak geleceğe cesaretle hazırlanmalıdır. Böylece toplumsal dokunun iyileştirilerek kuvvetlendirilmesi temin edilmiş olacaktır. Bu şekilde Avrupa toplumunun da donanımlı Müslümanlardan öğreneceklerine ve örnek alacakları insan modeline Risâle-i Nur gönüllüleri katkı sağlamış olacaklardır.
8.3. SİVİL VE MEŞRû HAYATA KATKI
Dünya ve Türkiye’de fikir akımları arasında en sivil özellikleri şahıslarında barındıran Risâle-i Nur gönüllülerinin dine ve maneviyata vukufiyetlerinin yanında, demokrat ve sivil yapıları ile Avrupa’nın meşrû ve sivil hayatına yapacağı büyük katkıları olacaktır.
Türkiye de insanların temel hak ve hürriyetleri uzun yıllar kısıtlanmıştır. AB’ye girmesi durumunda bilgi seviyesi yüksek bir toplulukla karşılaşacağından, hürriyetlerin daha geniş anlamda yaşanacağı bir dönem başlayacaktır. Böylece ülkemizin kalkınması yolunda önemli adımlar atılmasına sebep olacaktır.
Risâle-i Nur’da ise “Avrupa” kavramında medeniyet incelenmekte, kıyaslar ve karşılaştırmalar yapılmaktadır. Risâle-i Nur’da, aslında bir kıt’a adı olan “Avrupa” kavramı yerine, medeniyet tanımlaması öne çıkmaktadır. Risâle-i Nur bu anlamda Batı medeniyetinin ayrışması sonucu olumlu yönleri ile ittifak kuracak bir düşünceyi vermektedir. Bunun başarılması halinde sivil toplum kuruluşları bazında iş birliklerinin yolu açılacak ve eşit şartlarda birbirini kabullenmeye dayalı müzakere zeminleri gelişecektir. Risâle-i Nur gönüllülerinin, fikrî arka planı ve dînî hassasiyetleri ile makul yaklaşımları, bu geçiş sürecinde mukaddeslerin arkasına sığınılarak veya hamasetle mevcut cârî yapıyı koruyucu bütün bahanelere karşı müsbet Avrupa’dan yana demokratikleşmeye katkısını sürekli arttırmaktadır.
8.4. HİZMET VE BARIŞ TEMİN
EDECEK İSLÂM GERÇEĞİNİ TAKDİM
İslâmın ruhunda saklı olan barış ve insanlığa hizmeti Allah’a kulluktan sonra en büyük hizmet olarak gören anlayış ile teçhiz edilmiş Risâle-i Nur gönüllülerinin İslâm gerçeğini Avrupa nezdinde, Bediüzzaman’ın belirlediği modern normlar içerisinde en iyi şekilde takdim edeceği izahtan varestedir.
İslâm medeniyeti bizim esas aldığımız prensipleri içermektedir. Bunlar; menfaat yerine fazilet, heva yerine hüda, ırka dayalı milliyet yerine sınıf, din ve vatan bağları, mücadele düsturu yerine yardımlaşma düsturudur. İslâmiyet bu değerlerle dünya barışına katkı yapmaktadır. AB, bu yolda yeni adımların atılmasını kolaylaştırmaktır. Batının muhtaç olduğu iç huzuru ve kalbî tatmini hedef alan İslâm gerçeği onlardaki eksik medeniyetin manevî unsurlarını temin etmektedir.
9- SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Türkiye Osmanlıdan bu yana değişime hep dışardan zorlandı. Şimdi Avrupa ile değişime uğranacak ama bunu karşılıklı iyi değerlendirmek gerekiyor. Sonuçta AB’de henüz sürecini tamamlamamıştır. Az çok şekillenme çizgilerini belirlemede doğan fırsatlar değerlendirilmeli ve kaçırılmamalıdır.
Kıt’a Avrupa’sı ve genişleyen AB ile 25 ülkenin üyesi olduğu ve üçünün de müzakere halinde olduğu büyüme stratejisi, demokratik ve teknolojik standartları yükselen bir dünya birliği ölçeğinin ilk adımı olabilir.
Karşılıklı ekonomik ve teknolojik işbirliğinin demokratik zemindeki yapılanması, beraberinde Batı-Doğu arasında yumuşama ve barışı sağlayacaktır. İslâm dünyasının ihtiyaç duyduğu teknoloji ve yönetim sistemleri ile birlikte, Batıya vereceği ahlâk ve fazilet mesajı, maddî ve manevî geçişleri artıracaktır.
Sonuçta Avrupa bizler için bir dünya cenneti değildir. Sadece demokratikleşme ve ekonomik kalkınma çabasıdır dememiz doğru olacaktır. Bu durumda hissî davranmamak gerekiyor. Hürriyet ve özgürlükten korkulmamalıdır. Hürriyet Bediüzzaman’ın da dediği gibi “ekmeksiz yaşamayı” kabul edecek kadar önemlidir.
Küreselleşen dünyada, hiçbir gerçeğin saklı kalması veya toplumun kapalı muhafaza edilmesi mümkün görünmüyor.4 Halkın eşitlik, adalet, yönetime bir şekilde katılma gibi taleplerinin önünde, Türk ve İslâm dünyası yönetici eliti, uzun müddet dayanamayacaktır. Bu âlemin yıldızı olan Türkiye’nin AB’ye girişi, onlar için önemli bir örnek ve katalizör olacaktır.
Türkiye içe kapanık resmî ideolojisinden kurtularak AB’ye girmek seçeneği ile karşı karşıyadır. Bu durum İslâm dünyası ile ilişkilerini de sağlıklı bir zemine oturtmasını sağlayacaktır. Türkiye’de uygulanacak doğru ve gelişmiş demokrasiden, İslâm alemini de etkileyecek ve onların da yönetimlerini geliştirmelerini sağlayacaktır.
Türkiye’nin AB üyeliği ile Türk ve İslâm dünyasının elde edeceği kazançlar da zikredilmeye değer büyüklüktedir. Mal ve hizmetleri usulüne göre dünya piyasasına arz etmeyi öğrenmenin yanı sıra, kendi kültür ve medeniyet doğrularını daha muasır metotlarla muhtaçlara ulaştırma yolunda mesafe kaydedecektir.
Biz Avrupa’nın teknolojisine muhtacız, Avrupa ise iman ve ahlâka muhtaçtır. Bizlere düşen görev, ikisini birleştirip dünyanın muhtaç olduğu medeniyeti sağlamak olmalıdır. Avrupa Birliği’nden bilim ve teknoloji almamızın dinen bir mahzuru bulunmamaktadır. Oluşan bu tablo Türkiye ile AB’nin birbirini tamamlaması gereken parçalar olduğunu gösteriyor. Bu yolda yapılacak çalışmalar açısından da Türkiye’ye çok iş düşüyor.
Biri biriyle çatışmayan, bu eforunu daha hayırlı alanlara kanalize eden iki dinin mensupları İslâmiyet lehine ve hak dinin esasları üzerine bir yakınlaşma yaşayacaklardır. Kuvvetlerin birleşmesi, toplumlar arası konsensüsün ve halkların dayanışması ile de hükümetler nezdinde siyasî ve ekonomik ittifaklar tesis edilecektir.
Avrupa ile adalet, insan hakları, ilim, ekonomi ve teknolojik gelişmeler hakkında işbirliği yapmak ülkemiz için mutlak olumlu katkı ve gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Avrupa’nın ahlâkî sistemi her ne kadar bozulmuş da olsa, özündeki hakikatler sebebiyle Hıristiyanlığın katkısı vardır. İslâm ahlâkının temel ilkeleri ile benzeyen yönleri Doğu ile Batının ortak zemini kabul edilirse İslâm ahlâkının Batıyı etkilemesi beklenen bir netice olmalıdır.. Bunu Bediüzzaman’ın; “Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.”5 Sözü doğrulamaktadır.
İslâma dayalı Doğu medeniyeti ile Hıristiyanlığın etkisindeki Batı medeniyetinin yakınlaşması, Hıristiyanlığın İslâm’a tabi olmasını netice vererek müsbet buluşma kıvamına gelebilir. Neticede Allah indinde diğer hak dinlerin tahrifata uğramamış saf halleri de İslâm’dır.
Avrupa’nın bakış açısını ve kavrama gücünü zorlayan bu gidişat, beraberinde vahyin esasları ile beşeriyet aklının ulaştığı doğru sonuçları birleştirecektir. Esasen dünyanın huzur kalitesi ve beraber yaşama arzusu buna bağlı oluşacaktır.
Dipnotlar:
1 - Ferkadan Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, s: 399, 400, Diyanet Vakfı Yayını
2 - Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 28, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
3 - Nursî, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, s: 72
4 - Nursî, Bediüzzaman Said, Mesnevî-i Nuriye, s: 105
5 - Nursî, Bediüzzaman Said, Münâzarât, s: 194.
|