Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

 

Bediüzzaman'a göre Avrupa Birliği - 5

7.4. İSLÂM DÜNYASINDAKİ YENİ KONUMUMUZ

Türkiye uluslar arası platformlarda özellikle Avrupa Birliği bünyesinde İslâm dünyasını doğru ifade etmeye uygun bir pozisyondadır. Sorumluluğunu yerine getirmesi durumunda dinamik bir temsilci rolünü üstlenebilir. İslâm dünyası ile Türkiye arasında son 100 yılda, nispeten kopan bağlar, Türkiye halkının taleplerine duyarlı demokratik açılımlar ve AB’ye katılım süreci ile yeniden onarılmaktadır.

Avrupa, bu gelişen yeni süreci, bölge barışı ve radikal unsurların etkisini azaltma yönünde olumlu görmekte hatta bazı söylemlerini Türkiye üzerinden rafine ederek İslâm dünyasına yansıtmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin bu durumu İslâm dünyasının kendine olan özgüvenini yeniden kazanmasını sağlayacaktır.

İslâm dünyasında çok uzun süre “Halifelik” kurumunu uhdesinde bulundurmuş bir ülkenin devamı olan ve İslâm dünyasının liderliğini yapmış bir ülke olan Türkiye’nin, bütün İslâm ve Türk devletlerinin tarihsel sorumluluğuna sahip temsilcisi olarak AB’de yer alması hem bu ülkelerin kendileri açısından, hem de dünya barışı açısından sayısız fırsatlar oluşturacağı kesindir.

21. yüzyılla birlikte dinin artan etkisi ve siyaset biliminin dikkate alma aşamasına geldiği din gerçeği, Batının yüzleşeceği bir olgudur. Bu yüzleşmede İslâm gerçeğini ve tarihî mirasını doğru ifade edecek argümanlara sahip bir İslâm dünyası, Türkiye köprüsünden Avrupa kıt’asına geçebilir.

Avrupa milletlerinin özlediği devlet veya devletler üstü yapı, sınırları ve farklılıkları ortadan kalkmış bir Avrupa Birliği olmalıdır. Birbiri ile uzun süre savaşan ve birbirinden kesin hatlarla ayrılan Avrupa milletleri; insanî değerler etrafında toplanarak ülkelerini dünyanın en huzurlu yerleri haline getirmeyi başarmışlardır. İslâmî hizmetler ve sosyal faaliyetler de hür ortamlarda şüphesiz çok daha iyi neticeler verecektir.

8- RİSÂLE-İ NUR GÖNÜLLÜLERİNİN

AB SÜRECİNDEKİ GÖREVLERİ

Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecini engellemeye çalışan güçlerin provokasyonlarına karşı halkın bilinç düzeyini artırmada, sürecin sağlıklı bir zeminde yürütülmesini sağlamakta Risâle-i Nur gönüllülerinin birinci derecede vazifeleri bulunmaktadır. Nur gönüllüleri de İslâm ve vatan adına hayırlı gördükleri bu konuda sürecin emniyetle devamında rol almayı kendine ödev bilmelidir. Ayrıca Risâle-i Nurdan süzülen hakikatlerin Avrupa’ya ve İslâm dünyasına iletilmesinde de en önemli vazife Risâle-i Nur gönüllülerinin üzerine düşmektedir.

Söz konusu mümtaz topluluk, Bediüzzama’nın Risâle-i Nurlarda verdiği ölçülerden aldıkları dersler aracılığıyla ve bu ölçülerin sağladığı ileri görüşlülük ışığında, şimdiye kadar tarihî süreçte hiç yanılmadıklarını olaylar göstermiştir. Nitekim Risâle-i Nur gönüllüleri Risâlelerden aldıkları ölçülerle gelecek tehlikeleri önceden fark edebilme ayrıcalıkları sebebiyle halkı bu konuda uyarmada birinci derecede kendilerini sorumlu hissetmişlerdir.

8.1. BİREY MERKEZLİ BİR DÜNYA

AB’nin bireysel merkezli olarak belirlediği temel haklar, manevî yönden gerektiği gibi takviye edilmediği zaman, kişileri bencilliğe iteceği ve ben merkezli bir toplum oluşturacağı muhakkaktır. Toplumsal dayanışma açısından gelişmiş, ancak bireysel haklar yönünden gelişmemiş toplum yapımızın Avrupa toplumuna katkı yapacağı belirtilmektedir.

Avrupa medeniyetinin geldiği nokta da “kişiler için vazgeçilmez olan bireysellik” tir. Her insanın ayrı bir âlem olduğunu düşünürsek, bunun bencillikten farklı boyutlara insanı taşıyabileceği gerçeğiyle karşılaşırız. Bunun için gerekli olan hür ortamı sağlamak, “başkalarının haklarının başladığı yerde hürriyetinin bittiği’’ ne iman ettirilmiş insanları, kendi egolarına dizgin vurabilen şuura eriştirmek gerekiyor. Böylece, tapınmakta oldukları para, eğlence, zevk, lüks, şöhret, makam gibi bir sürü tanrının tasallutundan, yalnızca bir Yaratıcı’ya kul olunmakla gerçek hürriyete geçerek kurtulmak mümkün olabilir. İzzetle yaşayan, ama zulmetmeyen, riyakârlığa veya korkaklığa prim vermeyen bir insânî yapıya ulaşılabilir. Kilisenin, derebeylerin ve voyvodaların esaretinden ve köleliğinden kurtulmuş Batı insanına, Türkiye, AB üyeliği aracılığıyla, nefsinin kölesi olmaktan kurtuluş reçeteleri verilebilirse, bu Doğunun Batıya önceki verdiklerini taçlandıran en son ve muhteşem hediyesi olur. Böylece sosyal ahlâk, teknoloji, ekonomi, hizmet için siyaset ve insan hakları alanlarında (kabul etmek lâzım ki Batı, Doğudan oldukça ileri) alacaklarımıza anlamlı bir karşılık verilmiş olur.3

8.2. BİREYİN MERKEZİNDE İMAN AKSİYONU

Farklı din ve kültüre sahip 25 ülke ile ortak değerler buluşmasına gidilen yolda bireyin endüstriyel toplum çarkları arasında ezilmesi ve manevî donanımını sağlayamaması halinde, negatif etkilenmesi riski söz konusudur. Çağdaşlaşma bahanesi ile bu güne kadar aile yapımızı, toplum ahlâkımızı ve medyadaki yozlaşan yayınların etkisi altındaki insanımızı, organizasyonel gönüllü kuruluşlarca kendi dînî millî ve sosyal varlıklarını koruyabilmeleri konusunda eğitilip geleceğe hazırlanması gerekmektedir.

Burada verilmesi gereken en önemli eğitim, din eğitimidir. Risâle-i Nur ile güçlü ve iman esaslı bir toplumun, amel eksenli yaşayışını destekleyebiliriz. Buna göre:

* Bireylere sağlam İslâm inancı ve iman eğitimi verilmelidir.

* İslâmiyet günümüz insanına ve Avrupa’ya doğru takdim edilmelidir.

* Tarihî ve fikrî gerçekler, ikna metodu ile sunulmalıdır.

* Din ve bilim beraberliği, her ortam ve uygulamada ortaya konulmalıdır.

Yukarıda da belirtildiği üzere bireyin maddî ve manevî alt yapısı hazırlanarak geleceğe cesaretle hazırlanmalıdır. Böylece toplumsal dokunun iyileştirilerek kuvvetlendirilmesi temin edilmiş olacaktır. Bu şekilde Avrupa toplumunun da donanımlı Müslümanlardan öğreneceklerine ve örnek alacakları insan modeline Risâle-i Nur gönüllüleri katkı sağlamış olacaklardır.

8.3. SİVİL VE MEŞRû HAYATA KATKI

Dünya ve Türkiye’de fikir akımları arasında en sivil özellikleri şahıslarında barındıran Risâle-i Nur gönüllülerinin dine ve maneviyata vukufiyetlerinin yanında, demokrat ve sivil yapıları ile Avrupa’nın meşrû ve sivil hayatına yapacağı büyük katkıları olacaktır.

Türkiye de insanların temel hak ve hürriyetleri uzun yıllar kısıtlanmıştır. AB’ye girmesi durumunda bilgi seviyesi yüksek bir toplulukla karşılaşacağından, hürriyetlerin daha geniş anlamda yaşanacağı bir dönem başlayacaktır. Böylece ülkemizin kalkınması yolunda önemli adımlar atılmasına sebep olacaktır.

Risâle-i Nur’da ise “Avrupa” kavramında medeniyet incelenmekte, kıyaslar ve karşılaştırmalar yapılmaktadır. Risâle-i Nur’da, aslında bir kıt’a adı olan “Avrupa” kavramı yerine, medeniyet tanımlaması öne çıkmaktadır. Risâle-i Nur bu anlamda Batı medeniyetinin ayrışması sonucu olumlu yönleri ile ittifak kuracak bir düşünceyi vermektedir. Bunun başarılması halinde sivil toplum kuruluşları bazında iş birliklerinin yolu açılacak ve eşit şartlarda birbirini kabullenmeye dayalı müzakere zeminleri gelişecektir. Risâle-i Nur gönüllülerinin, fikrî arka planı ve dînî hassasiyetleri ile makul yaklaşımları, bu geçiş sürecinde mukaddeslerin arkasına sığınılarak veya hamasetle mevcut cârî yapıyı koruyucu bütün bahanelere karşı müsbet Avrupa’dan yana demokratikleşmeye katkısını sürekli arttırmaktadır.

8.4. HİZMET VE BARIŞ TEMİN

EDECEK İSLÂM GERÇEĞİNİ TAKDİM

İslâmın ruhunda saklı olan barış ve insanlığa hizmeti Allah’a kulluktan sonra en büyük hizmet olarak gören anlayış ile teçhiz edilmiş Risâle-i Nur gönüllülerinin İslâm gerçeğini Avrupa nezdinde, Bediüzzaman’ın belirlediği modern normlar içerisinde en iyi şekilde takdim edeceği izahtan varestedir.

İslâm medeniyeti bizim esas aldığımız prensipleri içermektedir. Bunlar; menfaat yerine fazilet, heva yerine hüda, ırka dayalı milliyet yerine sınıf, din ve vatan bağları, mücadele düsturu yerine yardımlaşma düsturudur. İslâmiyet bu değerlerle dünya barışına katkı yapmaktadır. AB, bu yolda yeni adımların atılmasını kolaylaştırmaktır. Batının muhtaç olduğu iç huzuru ve kalbî tatmini hedef alan İslâm gerçeği onlardaki eksik medeniyetin manevî unsurlarını temin etmektedir.

9- SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Türkiye Osmanlıdan bu yana değişime hep dışardan zorlandı. Şimdi Avrupa ile değişime uğranacak ama bunu karşılıklı iyi değerlendirmek gerekiyor. Sonuçta AB’de henüz sürecini tamamlamamıştır. Az çok şekillenme çizgilerini belirlemede doğan fırsatlar değerlendirilmeli ve kaçırılmamalıdır.

Kıt’a Avrupa’sı ve genişleyen AB ile 25 ülkenin üyesi olduğu ve üçünün de müzakere halinde olduğu büyüme stratejisi, demokratik ve teknolojik standartları yükselen bir dünya birliği ölçeğinin ilk adımı olabilir.

Karşılıklı ekonomik ve teknolojik işbirliğinin demokratik zemindeki yapılanması, beraberinde Batı-Doğu arasında yumuşama ve barışı sağlayacaktır. İslâm dünyasının ihtiyaç duyduğu teknoloji ve yönetim sistemleri ile birlikte, Batıya vereceği ahlâk ve fazilet mesajı, maddî ve manevî geçişleri artıracaktır.

Sonuçta Avrupa bizler için bir dünya cenneti değildir. Sadece demokratikleşme ve ekonomik kalkınma çabasıdır dememiz doğru olacaktır. Bu durumda hissî davranmamak gerekiyor. Hürriyet ve özgürlükten korkulmamalıdır. Hürriyet Bediüzzaman’ın da dediği gibi “ekmeksiz yaşamayı” kabul edecek kadar önemlidir.

Küreselleşen dünyada, hiçbir gerçeğin saklı kalması veya toplumun kapalı muhafaza edilmesi mümkün görünmüyor.4 Halkın eşitlik, adalet, yönetime bir şekilde katılma gibi taleplerinin önünde, Türk ve İslâm dünyası yönetici eliti, uzun müddet dayanamayacaktır. Bu âlemin yıldızı olan Türkiye’nin AB’ye girişi, onlar için önemli bir örnek ve katalizör olacaktır.

Türkiye içe kapanık resmî ideolojisinden kurtularak AB’ye girmek seçeneği ile karşı karşıyadır. Bu durum İslâm dünyası ile ilişkilerini de sağlıklı bir zemine oturtmasını sağlayacaktır. Türkiye’de uygulanacak doğru ve gelişmiş demokrasiden, İslâm alemini de etkileyecek ve onların da yönetimlerini geliştirmelerini sağlayacaktır.

Türkiye’nin AB üyeliği ile Türk ve İslâm dünyasının elde edeceği kazançlar da zikredilmeye değer büyüklüktedir. Mal ve hizmetleri usulüne göre dünya piyasasına arz etmeyi öğrenmenin yanı sıra, kendi kültür ve medeniyet doğrularını daha muasır metotlarla muhtaçlara ulaştırma yolunda mesafe kaydedecektir.

Biz Avrupa’nın teknolojisine muhtacız, Avrupa ise iman ve ahlâka muhtaçtır. Bizlere düşen görev, ikisini birleştirip dünyanın muhtaç olduğu medeniyeti sağlamak olmalıdır. Avrupa Birliği’nden bilim ve teknoloji almamızın dinen bir mahzuru bulunmamaktadır. Oluşan bu tablo Türkiye ile AB’nin birbirini tamamlaması gereken parçalar olduğunu gösteriyor. Bu yolda yapılacak çalışmalar açısından da Türkiye’ye çok iş düşüyor.

Biri biriyle çatışmayan, bu eforunu daha hayırlı alanlara kanalize eden iki dinin mensupları İslâmiyet lehine ve hak dinin esasları üzerine bir yakınlaşma yaşayacaklardır. Kuvvetlerin birleşmesi, toplumlar arası konsensüsün ve halkların dayanışması ile de hükümetler nezdinde siyasî ve ekonomik ittifaklar tesis edilecektir.

Avrupa ile adalet, insan hakları, ilim, ekonomi ve teknolojik gelişmeler hakkında işbirliği yapmak ülkemiz için mutlak olumlu katkı ve gelişme olarak değerlendirilmelidir.

Avrupa’nın ahlâkî sistemi her ne kadar bozulmuş da olsa, özündeki hakikatler sebebiyle Hıristiyanlığın katkısı vardır. İslâm ahlâkının temel ilkeleri ile benzeyen yönleri Doğu ile Batının ortak zemini kabul edilirse İslâm ahlâkının Batıyı etkilemesi beklenen bir netice olmalıdır.. Bunu Bediüzzaman’ın; “Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.”5 Sözü doğrulamaktadır.

İslâma dayalı Doğu medeniyeti ile Hıristiyanlığın etkisindeki Batı medeniyetinin yakınlaşması, Hıristiyanlığın İslâm’a tabi olmasını netice vererek müsbet buluşma kıvamına gelebilir. Neticede Allah indinde diğer hak dinlerin tahrifata uğramamış saf halleri de İslâm’dır.

Avrupa’nın bakış açısını ve kavrama gücünü zorlayan bu gidişat, beraberinde vahyin esasları ile beşeriyet aklının ulaştığı doğru sonuçları birleştirecektir. Esasen dünyanın huzur kalitesi ve beraber yaşama arzusu buna bağlı oluşacaktır.

Dipnotlar:

1 - Ferkadan Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, s: 399, 400, Diyanet Vakfı Yayını

2 - Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 28, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.

3 - Nursî, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, s: 72

4 - Nursî, Bediüzzaman Said, Mesnevî-i Nuriye, s: 105

5 - Nursî, Bediüzzaman Said, Münâzarât, s: 194.

26.01.2007


 

Süleyman Rüştü Çakın (1899-1974)

Süleyman Rüştü, 1899 yılında Isparta’da doğdu. Doğduktan sonra nasıl bir eğitim gördüğü ve ne şekilde yetiştiği hakkında çok fazla bilgimiz yoktur. Ancak, onun doğumundan sekiz-dokuz yıl sonra Osmanlı Devleti’nin her biriminde çok hızlı gelişmelerin olması; ikinci meşrûtiyetin ilânı, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı’nın ardı ardına devam etmesi, istediği eğitimi almasına mani olmuştur. Bu yüzden sadece kendisi değil, bir çok vatan evlâdının her şeyi bırakıp vatan savunmasına yönelmek zorunda kaldığı bilinmektedir.

Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbi’ne çocuk yaşta denilecek bir çağda katılan Süleyman Rüştü, diğer akranları gibi çok sıkıntılar çekti. Yıllarca süren savaşlardan sonra memuriyete girdi. Bir süre Isparta Vergi Tahakkuk Müdürü olarak görev yaptı. Ispartalı olması hasebiyle Risâle-i Nur ve Bediüzzamanla tanışması daha erken oldu. Risâle-i Nura talebe olanların ilklerinden biri olarak iman hizmetine kendisini adadı. Birçok insanın çekinip uzak kalmak zorunda kaldığı bir dönemde, işten çıktıktan sonra gidip hizmete koştu. Risâlelerin yazılmasına katkıda bulundu.

Süleyman Rüştü, Bediüzzaman’a yakın talebelerinden olduğundan o da soruşturma, gözetim ve hapislerden nasibini aldı. 1935 yılında Eskişehir’de hapis yattı. Bu ilk hapis hayatı altı ay kadar sürdü. Hapisten tahliye olurken, bazı masraflarını görmesi maksadıyla Bediüzzaman Hazretleri kendisine para verdi. Eskişehir mahkûmiyetini 1943 yılındaki Denizli ve 1958 yılındaki Ankara mahkûmiyetleri takip etti.

Birçok hadiseye ve komploya tanık olan Süleyman Rüştü, bunlardan bazılarını hatıralarında nakletti. Eskişehir’de 1935 yılında tezgâhlanan bir hadise ibret verici bir olay olarak tarihteki yerini aldı; “l935 yılında Eskişehir hapis ve mahkemesinden evvel, Üstad Cuma namazı için dışarıya çıkınca binlerce insan sokaklara dökülmüş. Vali ve idareciler telâş etmiş. Bu sırada “Onuncu Söz”ü de Valinin masasına bırakmışlardı.”Bediüzzaman ve talebeleri harekete geçtiler, vilâyeti bastılar.” diye Ankara’ya bildirilmiş. Eskişehir hadisesi böylece patlak vermiş…” Bu gelişmelerden sonra Bediüzzaman ve talebeleri hakkında soruşturma başlatılmış ve hapse atılmışlardı.

Eskişehir Mahkemesi’ndeki bir duruşmada Süleyman Rüştü’yü savunan Bediüzzaman övgü dolu ifadeler kullandı; “… bu masumlar içinde, Vâridat Kâtibi Rüştü, gençler içinde istikamet ve namusla mümtaz ve vazifesinde işgüzar, hiçbir sui ahlâkı görünmeyen bir zattır. Ben Isparta’ya getirildiğim vakit, gelip benim gibi garip bir adamın sobasını yakmak, suyunu getirmek, yemeğini pişirmek gibi hususî işlerimi Allah için yapmış. Bu zatın vazifesi vakit bırakmıyor ki, başka bir hizmette bulunsun. Yalnız akşamdan akşama bu hizmeti yapıyordu. Bu zatı mertlik ve misafirperverlik noktasında âli bir seciyede gördüm. Bazı vehham kimseler ona diyorlardı ki: ‘Sen memursun, ona yanaşma.’ O diyormuş: ‘Bu zatın dünyaya karışacak bir emare ve arzusu yok. Benim vazifeme mâni değil. ‘Hattâ bu tevkif zamanında bile, o merdane hissiyle benim gibi zaif ve hizmete muhtaç bir biçareye herkes gözünü benden kaparken, o yardıma koşuyordu ve der idi ki: ‘Bu Hocadan ben medar-ı ittiham bir şey göremiyorum ve yoktur ki, ben onun ittihamından temasla hissedar olayım.”

“İşte bu zat okumak için bir-iki küçük ve imanî risâleleri almış; kaza ve kadere ait risâlenin yarısını yazmış, tamamlamaya vazifesi müsaade etmediği için nüshamı bana iade etmiş. Acaba dünyada böyle bir âlî seciyeyi taşıyan müstakim bir genci böyle münasebetle ittiham edecek bir kanun var mı? Eğer ecnebi bir düşman devletinin bir adamı bir şehre gelse, misafirperverlik veya ücret mukabilinde komşusundaki bir adama hizmet etse, o hizmette ittiham altına alınır mı? Halbuki bu zat, bu vatanın benim gibi bir evlâdı ve yirmi seneden beri bu millete, hassaten Harb-i Umumîde ve İstiklâl Harbinde mühim hizmetlerde bulunmuş ihtiyar ve garip bir komşuya böyle bir hizmet eden bir zata hiç itiraz gelebilir mi? Farz-ı muhal olarak, benim gizli, yanlış fikirlerim bulunsa da, akşamdan akşama sobamı yakmaya gelmesi ile iştirak tevehhüm edilir mi?”

Mahkemede Süleyman Rüştü’yü öven Bediüzzaman, talebelerine yazdığı mektuplarda ismini zikrettiği gibi bazen de bizzat kendisine hitaben mektuplar yazdı ve bunları lâhikalara dahil etti. Mektuplarında bu fedakâr talebesinin hizmetini övdü, duâda bulundu. Diğer bazı talebelerini överken “Isparta’nın Süleyman Rüştüsü” gibi ifadeler kullanarak taltif etti. Talebesine gönderdiği bir mektubunda şunları yazdı:

“Aziz, sıddık, bahtiyar kardeşim Süleyman Rüştü,

Seni ve kardeşin kahraman Burhan’ı ve senin iki mübarek, masum evlâdını ve senin hane halkını, Risâle-i Nur namına ve umum şakirtler hesabına ruh u canımızla sizi tebrik ediyoruz. Böyle kudsî ve daimi sevap kazandıracak uhrevî bir hizmete muvaffakiyetinizi, Isparta ve bu memleket istikbalde alkışlayacaktır. Size çok hayırlı duâları kazandıracak. İnşaallah, Zülfikar gibi daha çok emsaline muvaffak olursunuz. Bu acip şerait içinde bu fevkalade muvaffakiyet, hem Zülfikar’ın, hem sadakatinizin bir kerametidir. Çok mübarek olan senin rüyan -ki, emr-i İlâhî ile, Kur’ân’ı, Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselâma vermek, Hazret-i Cebrail’in vazifesinin bir cilvesidir- işarettir ki, bu hizmetiniz hem rıza-yı İlâhiyeye, hem rıza-yı Peygamberiye (a.s.m.) muvafıktır. Mucizat-ı Kur’âniyeyi, Mucizat-ı Ahmediye vasıtasıyla ümmet-i Muhammediyeye (a.s.m.) tebliğ etmek mânâsıyla senin rüyan tabir edilir.

Nasıl, bir küçücük cam parçasında güneşin bir timsali, ziyasıyla o elindeki camı tutanla münasebettar olur, bir nev’i muhabere eder. Öyle de hususî bir tecelli ile rüyalarda

-Selef-i Salihin de bu çeşit rüyalar görülmüş- makbuliyet ve rıza alametidir. Hazret-i Peygamberin (a.s.m.) yanında gördüğün adam da, Nur ve Risâle-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisidir. (Emirdağ Lâhikası, s. 184).

Bediüzzaman bir başka mektupta da; “Kahraman ve sadakatte hiç sarsılmadan ve kardeşiyle masum olmalarıyla ve az zamanda pek çok kıymetdar hizmet eden Süleyman Rüştü’nün dünyada, ahirette Cenâb-ı Hak onu mânevî ve maddî ticaretinde daima onu ihsanına mazhar eylesin. Amin.” (Emirdağ Lâhikası, s. 224) şeklindeki ifadeler yer verdi.

Süleyman Rüştü, yıllar süren iman hizmeti ve bereketli ömrün sonunda 1974 yılında memleketi Isparta’da vefat etti.

26.01.2007


 

Farklılıkların buluşması

Varlığın işleyiş şekline, eşya içinde farklılıkların ortaya çıkışına baktığımızda kaynağın hep teklik olduğunu gözlüyoruz. Şu an herkesin kabul ettiği kâinatın ortaya çıkış teorisi olan Big Bang, yani Büyük Patlama varlık âleminde ortaya çıkmış her çeşit maddi unsurun tek atomdan veya bir teklik noktasından çıktığını ortaya koyuyor. Bu durum yeryüzündeki her türün kendi içindeki çeşitliliği içinde geçerli olmalı.

Mesela, bütün canlı varlıkların ortak bir kaynağı, her türlü hayvan türünün ortak bir kaynağı ve yeryüzündeki bütün insanların da ortak bir kaynağı olmalı. Yani varlığın işleyişinde vahdetten kesrete ya da teklikten çeşitliliğe ve farklılığa doğru gidiş var. İnsan bedenine bakıldığında da tek hücrenin önce çoğalması sonra farklılaşması ile işleyen bir sürecin sonunda yaratıldığını gözlüyoruz. Teklikten başlayarak çeşitliliklere ve farklılıklara doğru işleyen süreç eşyanın fıtri süreci olarak karşımıza çıkıyor. Farklı unsurlar bir bütünün parçaları olarak kaldıkları ve birbirlerini “öteki” olarak algılamadıkları ve bir beden bütünlüğünde organize oldukları sürece hayata, eşyanın işleyişine bir zenginlik katıyor ve hayatı renklendiriyorlar.

Her şeyin aslına rücu edeceği, yani işleyişin belli bir noktadan sonra başlangıçtaki orijinal haline döneceği gerçeğinden hareketle, farklılıkların buluşmasının varlık aleminde kaçınılmaz ve önünde durulmaz bir işleyiş olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de varlık aleminin en vazgeçilmez hakikati olan ölüm olmalı. Her canlı, ölümü ile tek hücrenin vahdetinden bedenin kesretine ve oradan “acbüzzenep” misali tekliklere tekrar dönüşün örneklerini ortaya koyuyor diyebiliriz. Her işleyişte bu asla ve öze dönüş içinde farlılıklarını ortadan kaldırış da birlikte gözleniyor. Yani farklılıkların buluşması en az çekim kanunu kadar alemin fıtri bir kuralı. Bunun karşısında durmak, bu işleyişe engel olmaya çalışmak fıtri şeriat kurallarına, eşyanın işleyiş sistemine karşı çıkmakla eş anlamlı olduğundan, bir tür kadere itiraz anlamı içeriyor. Bu yüzden tokadı da şiddetli oluyor.

İnsanlık âlemine bakıldığında da nübüvvet silsilesinin rolünün genel olarak birleştirmek, bütünleştirmek ve farklılıkları ortadan kaldırmak ya da aynı bünye içinde, yani teklik anlamı ifade edecek şekilde biraraya getirmek olduğunu görüyoruz. Bu yolun tevhid yolu olması bir yönü ile de bu tekleştirici ya da birleştirici rolü ifade ediyor olmalı. Felsefe silsilesinin genel işlevi ise farklılaştırmak, ayrıştırmak, başkalaştırmak ve ötekileştirmek şeklinde gözleniyor. Kâinatın ve dünyanın geçmişi ile ilgili eldeki verilere bakıldığında farklılaşma ve başkalaşma ile birlikte bütünleşme, saflaşma ve tekleşme süreçleri iç içe yaşanıyor. Tarih boyunca yaşanan büyük tufanlar ve felaketlerin arka planında da böyle bir maksadın pek çok ipuçları gözleniyor. Mesela, Hazret-i Nuh zamanında yaşanan tufan en büyük tasaffi ve asla dönüş hallerinden biri olmalı. Yani farklılıkları buluşturmaya, kesretten vahdete, ayrışmışlıktan bütünleşmeye doğru yönelmiş bir operasyon anlamı taşıyor.

Yaşadığımız günlerde, yeryüzünde, modern dünyanın insanlarının maddenin benliğin ve nefislerin esaretinden kurtularak asıllarına ve özlerine dönüş süreci içerisinde olduklarını gözlüyoruz. Ruhlarda, özü bulma, kendini anlama ve varlığa bir tanım getirme süreci gittikçe hızlanan bir şekilde yaşanıyor. Materyalizmin ve nefsi arzuların insanlığı derinden yaralaması, sefahetin kalplerde ve ruhlarda açtıkğı yaralar mana boyutunda belki Hz. Nuh’un kavminin yaşadığı tufandan çok daha ürkütücü. İşte böyle bir tufan içerisinde Kur’an’ı ve onun getirdiklerini insanlığa ulaştırmaya çalışanların içinde yer aldığı İslam gemisinde Risale-i Nur hizmeti önemli bir konumda, kolay binilebilir bir yerde ve geniş bir kamara özelliği arz ediyor. Felsefenin ve tabiatın bataklığı ve dalgaları içerisinde çırpınan insanların bir an evvel ellerinden tutulup gemiye çekilmesi ve aynen Hz. Nuh’un kavmi gibi kurtuluşa çağrılması bu zamanın en önemli vazifesi olmalı. Hemcinsleri dalgalar içerisinde hayatta kalma mücadelesi verirken buna bigane kalmak mü’minin vasfı olamaz. Bu aynı zamanda bir bütünleşme ve insanlık âlemindeki farklılıkları buluşturma sürecidir.

Bizler en azından canını gemiye atabilmiş insanlar konumunda olmakla kendimizi çok şanslı addetmeli tüm ruhumuzla bu hale şükretmeliyiz. Bu şükrün edası olarak da aynen depremde enkazdan kurtulmuş ve içerde kalanları da çıkarmak isteyenlerin diğergamlığıyla ve bir yangın içerisinde evladı yanan annenin telaşıyla davamızı bütün insanlara, her ferde ulaştırabilmek için gayret etmeliyiz. Bu gayretlerimiz sonucunda insanlık tabiat, felsefe ve materyalizm tufanından kurtulup, aynen Hz Nuh’un kavmi gibi saflaşmış ve günahlardan arınmış tertemiz şekilde yeniden doğacaktır inşaallah. Üstelik tevhid bayrağının ve nübüvvet zincirinin maddi alemde son, manevi alemde ise ilk halkası olan Hz Muhammed’in (asm) farkı insanların ruhlarına ve özlerine hitap etmekle dalalette olanların yok olmasıyla değil, onların da hidayete ermesi ile ikili bir kazanç yaşanmaktadır. Hem dalalette olanların sayısı azalmakta, hem de hidayet gemisine binenlerin sayısı artmaktadır. Bu hal insanlık ve nevimiz açısından büyük bir kazanç olarak kabul edilmelidir.

Asrımızda tevhid bayrağını dalgalandıran ve nübüvvet silsilesini temsil eden en önemli unsurlardan olan Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ın, onun Kur’ân ve risalete eriştirecek yolunu takip edenlerin en önemli misyonlarından biri farklılıkları buluşturmak ve ayrılmışlıkları bedenleştirmek olmalı. Bu zamana kadar farklılaşma, ayrışma şeklinde işleyen süreç, bundan sonra bütünleşme, buluşma, bedenleşme şeklinde işleyeceğe benziyor.

26.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004