Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

EMASYA protokolü

EMASYA planlarında yapılacak işler sıralanırken kullanılan dil iç devlet güçlerinin Türkiye toplumuna bakışını özetliyor.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, CHP milletvekili Mustafa Özyürek’in EMASYA (Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma) olarak tanınan birliklerin hukuki durumuyla ilgili Başbakana yönelttiği soru önergesini yanıtlarken, “özel maksatla teşkil edilmiş EMASYA birlikleri olmadığını” ifade etmiş ve “TSK’nın EMASYA görevlerinde kullanılması[nın] Anayasa’ya, kanunlara ve yerleşik uluslararası uygulamalara uygun olduğunu” belirtmişti. Gönül’e göre, “Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcut birlikleri, valilerce kuvvet talebinde bulunulduğunda EMASYA görevlerinde ikiz görevli olarak” kullanılıyordu. “Özel maksatla teşkil edilmiş EMASYA birlikleri olmadığı gibi faaliyetleri de söz konusu değildi. Toplanan istihbarat bilgileri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu gereğince Silahlı Kuvvetlere verilmiş olan görevlerin başarılmasına yönelikti.”

Vecdi Gönül ne der bilmiyoruz ama Hürriyet gazetesinde 17 Ocak 2006’da yayımlanan haber, TSK içinde özel maksatla teşkil edilmiş EMASYA birliklerinin varlığına işaret ediyor. Haberde, “Askere toplumsal olaylara el koyma yetkisi veren EMASYA Protokolü’ne göre İstanbul’daki 52. Tümen bünyesinde kurulan EMASYA birliğinin Çağlayan Meydanında tatbikat yapmayı planladığı” belirtiliyor. Ayaklanma bastırma tatbikatında yer alacak “tanklı toplu birliklerin” görüntülerinin basına yansıyacak olmasından komuta kademesi rahatsızlık duyduğu için, tatbikatın uygulamasına şimdilik geçilmediği bilgisi haberin esas amacını oluşturuyor. Söz konusu olanın, içinde polisin ve sivil savunma birliklerinin yer aldığı “iç güvenlik güçlerinin” bir tatbikatı değil, katıksız bir “askeri tatbikat” olduğu anlaşılıyor. Bu şaşırtıcı değil. Kara Kuvvetleri Komutanlığının bünyesinde, birkaç yıldan beri, iç güvenlik tugayları kurulmuş olmasının anlamını daha önce sorgulamıştık (bkz. Radikal İki, 30.7.2006 ‘Rutini iç güvenlik olan TSK’).

Haberin, İstanbul’un içinde yapılacak böyle bir tatbikat için halkı psikolojik olarak alıştırma ve “gereksiz veya abartılı” haber girişimlerini önceden etkisiz kılma amacıyla basına ulaştırıldığı hissediliyor. Hürriyet Gazetesi, EMASYA oluşumunun birçok açıdan yürürlükteki yasalara aykırı olduğunun 2002’deki Mülki İdare Şura’sı kararları içinde tescillendiğini, bu Şura’da yüksek düzeyde sivil ve askeri sorumluların yer aldığını ve bu karara imza attıklarını hatırlatmayı ihmal etmemiş.

Hayrabolu’da tatbikat

Büyük basında yer almadığı ve olay İstanbul’da gerçekleşmediği için dikkatlerden kaçan bir haber, bu EMASYA tatbikatlarının başka yerlerde yapıldığını gösteriyor. Trakyam.net sitesinde yer alan AA kaynaklı 20 Aralık 2006 tarihli habere göre, Hayrabolu ilçesinde EMASYA tatbikatı yapılmış. Önceden hazırlanan senaryo uyarınca, “doğan ve hızla büyüyen toplumsal olay karşısında” mevcut iç güvenlik birimlerinin yetersiz kalması durumunda yeterli sayıda askeri birliğin olayı bastırmak görevini yerine getirme yeteneğinin denendiği haberde aktarılıyor. Tatbikat, garnizon komutanlığında görevli er ve erbaşın katılımıyla Halk Eğitim Merkezi binası ve Belediye Kültür Park’ta gerçekleşmiş. Uygulanan tatbikat senaryosunun, mahalli mülki idare amirinin talebi ve il valisinin onayı ve emirleri üzerine askeri birliklerin harekete geçmesi üzerine kurulduğu özellikle belirtiliyor. Ama Hayrabolu tatbikatının da “yeterli askeri birliğin olayı bastırmak görevini yerine getirmesinin sınanması olduğu” haberde yazdığına göre, bu da “ikiz birlikler” falan değil, katıksız bir askeri tatbikat olmuş.

İstanbul’da yapılması planlanan tatbikatta, Çağlayan Meydanında gerçekleşecek bir “ayaklanmanın bastırılması” için mülki idare amirinin mi, garnizon komutanının mı karar alma yetkisine haiz olduğunu bilmiyoruz. Bu bir tatbikat olduğuna göre, büyük ihtimalle il valisinin talebi, onayı ve emirleri altında operasyona başlanması öngörülmüştür. Ama EMASYA protokolü bunu şart koşmuyor. Necmettin Erbakan hükümetinin düşmesini izleyen günlerde, Temmuz 1997’de Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı arasında imzalanan bu protokolde, “toplumsal hareketler” karşısında yerel mülki idare amirinin çağrısı ve kararını beklemeden askeri birliklerin harekete geçmesi öngörülüyor. Böyle bir durumda garnizon komutanı mülki idare amirinin güvenlikle ilgili yetkilerini fiilen devralıyor. Daha da önemlisi, bu tür olayların öngörülmesi için geniş bir istihbarat çalışmasının askeri güçler tarafından yapılmasına , bunların askeri yetkililerce değerlendirilmesine mülki bir temel yaratılıyor. Bu çerçevede, İçişleri Bakanlığına bağlı olmasının kulağa hoş gelen bir fiksiyondan başka anlamının olmadığı jandarma güçlerinin, kent merkezleri dahil olmak üzere, tüm yurt sathında kapsamlı bir istihbarat faaliyeti yürüttüğünü biliyoruz.

Mülki dayanak

Yapılan işleme yasal bir görünüm vermek için, EMASYA protokolü İller Kanunu’nun bir maddesine atıfta bulunuyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu atıf protokole mülki bir dayanak veriyor ama yürürlükteki yasalara aykırı olmasını engellemiyor. Söz konusu protokolün yasalara aykırılığını birçok kez işleyen Yeni Şafak gazetesi, Haziran 2006’da, dört yıl önce yasalara aykırılığı Mülki İdare Şurası’nın ortak kararında belirtilen protokolün hâlâ yürürlükte olmasını, hayretle karışık bir soruyla haber yapmıştı. Şura kararında yer alan ve protokolün yasalara aykırılığını gösteren 11 maddeyi yayımlamıştı. Bu konuyla ilgili kapsamlı basın dosyasına www.savaskarsitlari.org sitesinden ulaşılabilir.

Ama tatbikat haberlerinin de gösterdiği gibi, EMASYA protokolü sadece kağıt üzerinde yürürlükte değil. Garnizonlarda olası toplumsal olayların bastırılmasına yönelik planlar yapılıyor. Yurttaşların siyasal görüşleri, dini pratikleri, etnik aidiyetleri ile ilgili kapsamlı bir fişleme faaliyeti hummalı biçimde yürütülüyor. Tatbikatlar programlanıyor. Bakan’ın yoktur demesine rağmen, bu iş için özel olarak görevlendirilmiş askeri birlikler oluşturuluyor. Genelkurmay Başkanlığı düzenli olarak EMASYA direktifleri yayımlıyor.

Anlaşılan o ki, Ali Bayramoğlu’nun uzun zamandan beri varlığına ve tehlikeli sonuçlarına dikkatimizi çektiği EMASYA birlikleri yok ama varlar ve 24 saat aralıksız çalışıyorlar.

Türkiye mülki geleneğinde, yok ama var olan oluşumlara alışkınızdır. Eski kontgerilla bunlardan bir tanesi. Azınlıklar Tali Komisyonu bir başkasıdır. Eski MGK içinde yer alan ünitelerin veya Sivil Savunma Teşkilatının amaç ve faaliyetleri de keza. Bunlar çoğunlukla yasal dayanağı güçlü olmayan veya hiç olmayan ama bir şekilde mülki dayanağı bulunan oluşumlardır. Yasal değil ama mülki içtihata göre meşrudurlar. İki idare arasında imzalanan bir protokol veya bir gizli yönetmelik, bir gizli kararname bu işlemlere devletin iç hukukunda “yasallık” sağlar. Bu hukuk devleti anlamında bir yasallık değildir. Askeri ve sivil memurların, herhangi bir idari dayanağı olmayan bireysel tasarruflarda bulunmasını engellemek ama yürürlükteki yasalara kayıtsız şartsız tabi olmaları zorunluluğu da yaratmamak için yaratılmış bir “mülki yasallıktır” bu. Gerekirse EMASYA protokolünde olduğu gibi, İller Kanunu’nun 11. maddesinin D fıkrasının kapsamı yorum yoluyla zorlanıp, genişletilir. Yasalarımız çok şükür bu tür ihtiyaçlar öngörülerek yazılmıştır.

(...)

Buna ilaveten, iç devletin kurmayları, yürürlükteki etno-kültürel tekil kimlik politikasının toplumsal gerçeklikle giderek daha az uyuştuğunun da bir o kadar bilincindedir. Daha vahimi bunu bastırmak için gaz verdikleri milliyetçiliğin, sonuçta tam da EMASYA direktiflerinde öngörülen senaryolara zemin hazırladığını gayet iyi biliyorlar. Bu nedenle yasal olmadığı en yetkili merciler tarafından doğrulansa da, bu iç devlet güçleri için önemli olan “mülki meşruiyet” olduğu için, bu hazırlıkların devam etmesine ne hukuk ne siyaset karşı çıkabilir. En fazla yeni bir kılıf bulunur ya da aykırılık yaratan yasa değiştirilir.

EMASYA planlarında yapılacak işler sıralanırken kullanılan dil bu iç devlet güçlerinin Türkiye toplumuna bakışını özetliyor. “Karşı gücün imkan ve kabiliyet tesirleri[nin] gözleneceği” belirtiliyor bu planlarda. Türkiye’de askeri metinlere giderek hakim olan tuhaf ve bozuk teknik dili bir kenara bırakırsak, ülke içi asayiş sorunu ele alınırken “karşı güç” tabirinin fütursuzca kullanılıyor olması düşündürücü değil midir? Ama ülkede iç düşmanların varlığını bir doktrin olarak kabul edenler için, bu tabir şaşırtıcı olmadığı gibi, teknik nitelikte, tarafsız bir tabirdir. Özetlersek, EMASYA birlikleri şimdilik iç karşı güçlerin imkan ve kabiliyet tesirlerini gözlüyor. Gerçekten harekete geçtiklerinde ise, iç düşman güçlerini imha edecek.

Radikal 2, 21.1.2007

Ahmet İNSEL

25.01.2007


 

Hepimiz insanız

Irkçılığa karşı çıkılması gereken bir yürüyüşte, “Hepimiz Ermeniyiz” demek bizatihi ırkçılık değil mi!

Hrant Dink’in cenazesi sonrası neden ifratla tefrit arasında gidip gelen ve ortayı bulamayan bir toplum olduğumuzu düşündüm.

100 bin kişi olduğu söylenen bir kitle yürüyor.

Çoğunluğun elinde pankartlar.

Bir grup pankartta yazan slogan dikkatimi çekiyor: “Hepimiz Ermeniyiz.”

Allah Allah...

Irkçılığa karşı çıkılması gereken bir yürüyüşte, “Hepimiz Ermeniyiz” demek bizatihi ırkçılık değil mi!

Ben Ermeni değilim.

Ermeni yurttaşlarımızla, yurttaşımız olmayan Ermenilerle ve hiçbir ırkla bir sorunum yok ama ben Türküm.

Ama ne yazı yazarken, ne gazetecilik yaparken, ne de başka bir eylemim sırasında Türklüğümü öne çıkarma gereği hissediyorum.

Çevremle ilişkilerimi kurarken onların hangi ırktan, hangi kökenden geldiğini önemsemiyorum.

İnsani değerlerini, aklını, tavrını önemsiyorum ama ne ırkı, ne derisinin rengi, ne de dini inancı beni ilgilendiriyor.

Irkı, dini, rengi negatif bir ayrımcılığın gerekçesi yapmadığım gibi, pozitif bir ayrımcılığın da gerekçesi yapmıyorum.

Hrant Dink’in öldürülmesine de “Namuslu bir aydın, düşünen bir kafa, barışçı bir yaklaşım içindeki kişi” olduğu için ama her şeyden önce “insan” olduğu için üzülüyorum, onu öldürenlere “Bir insanı öldürdükleri için” lanet okuyorum.

Hepimiz Hrant Dink olabiliriz, hepimiz Fırat Dinç de olabiliriz.

Ama hepimiz Ermeni değiliz.

Hepimiz Türk de değiliz.

Hepimiz insanız.

Sabah, 24.1.2007

Fatih ALTAYLI

25.01.2007


 

Ondan medet umulur mu?

Tenkil ve tedipler onun ömrü içinde gerçekleşmedi mi?

(Türkiye barışını arıyor) Konferansın(ın) açış konuşmasındaki bir nokta dikkat çekiciydi. Belki de birinci derecede belirleyici faktörlerden biri olarak Kürt sorununun bu hale gelmesinde tarihsel sorumluluğu bulunan milliyetçi, merkeziyetçi, üniter, entegralist Kemalist tekparti ideolojisinin ve rejiminin baş mimarı olan siyasi liderin Kürtlere özerklik sözü verdiğini, ancak daha sonraki yönetimlerin bunu yerine getirmediği ifade edildi.

Kayıtlarda bulunduğu savlanan ve belgesi/kaynağı titizlikle yorumlanması gereken, belli bir konjonktürde (1923 İzmit Konuşması?) realpolitik pragmatizmiyle söylenmiş olabilecek (arkası gelmeyecek ya da tersi gelebilecek), örneği bol bir siyasi retoriğe mi sığınılacak? Hele bu kadar yaşamsal bir konuda? Gayri bütün söylemi ve icraatı tersi olan bir siyasi liderin (-kült kişinin) konjonktürel bir ifadesinden medet umulur mu? Bu, realpolitik midir? Pragmatizm midir? Taktik midir? Tek seçenek midir, vs.?

Kemalizmin (klasik ve aktüel), bu sorunun kök nedeni olduğu bilinmiyor mu? Yoksa, bilip de bilmemezlikten mi geliniyor? Muhatabın, sizin için ölümcül silahını elinden alıp ona doğrultma hatasının nasıl ters teptiği 27 Mayıs 1960’ta ve 12 Eylül 1980’de görülmemiş miydi? Atatürk’ün kendisi Nutuk’ta (1927) Lozan bağlamında, “Kürdistan” başlığını açıp saniye kaybetmeden “Bittabii mevzu-u bahis ettirmedim” demiyor muydu? 1925, 1930, 1937 büyük tenkilleri (C. Bayar’ın deyişiyle “Dersim’i vurduk”) ve 20 küsur küçük tedip, onun ömrü içinde gerçekleşmedi mi?

Radikal 2, 21.1.2007

Taha PARLA

25.01.2007


 

Hürriyet’in manşetinden tank-top yürütmek ve bir Sincan hatırlatması!

EMASYA denen protokol ortada. O nasıl bu şekilde yorumlanıyor?

Amiral Gemisi Hürriyet, 17 Ocak Günü “Askerin Hassasiyeti” manşetiyle çıktı.

Oysa, aynı günün taşra baskısı “Aman Sincan Olmasın” başlığını taşıyordu. Haber EMASYA planları çerçevesinde İstanbul Çağlayan Meydanı’nda tankların ve topların yürütüleceğini öngörüyordu. Kim bilir belki de Çağlayan’dan sonra ya da eş zamanlı olarak ülkenin doğusunda batısında bazı illerde tanklar toplar EMASYA çerçevesinde yürütülecekti. Veya sadece Çağlayan’da yürütülmeyecekti... Türkiye’de bir EMASYA gerçeği var!

Güzide medyamız bunun nedeni niçini, demokrasiye uygunluğunu soruşturmak yerine... veya, İstanbul’da askerin tankıyla topuyla müdahale edeceği bir toplumsal olay mı söz konusu ki, ya da, Demokrasilerde toplumsal olaylara tanklarla ve toplarla mı müdahale edilir diye sorgulama yapacağı yerde, gazetesinin manşetinden EMASYA gereği tank ve top yürütüyor. Bunu yaparken de hiç utanıp sıkılmıyor! Ve diyor ki, “Bu iş demokrasiye uygun bir iş, İçişleri Bakanlığı ile Ordu arasında böyle bir protokol var, ama yine de siz aman Sincan sanmayın ha, yanlış anlamayın” diyor. Sincan hatırlatmasını da ihmal etmiyor.

Peki sonra ne oldu? Hürriyet’in üzerinde tank-top yürüyen manşeti Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Fethi Tuncel tarafından yalanlandı. Yalanlanan sadece Hürriyet değildi. EMASYA denilen antidemokratik protokol ya da anlaşma veya her neyse... Fakat Hürriyet Fethi Paşa’nın açıklamasını görmezden geldi. Tek satır göremedim bu açıklamayı Hürriyet’te...

O halde Hürriyet’in Sincan hatırlatması manşeti suya yazılmış bir manşet olmalıydı!

(...)

Burada sorun şu: Hürriyet’in haberi doğru olmayabilir. Artık bu alışıldık bir durum haline geldi de... EMASYA denen protokol ortada. O nasıl bu şekilde yorumlanıyor? Aslında Fethi Paşa’nın yorumu demokrasilerde olması gereken bir durumu ortaya koyuyor. Ama EMASYA son derece antidemokratik bir protokol!

Araya Hrant Dink cinayeti girdi. Yoksa bu konu üzerinde oldukça konuşulup tartışılacak bir konuydu!

Bugün, 23.1.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

25.01.2007


 

Hrant’ın telefonu

Bundan birkaç ay önce “Herkes Hrant’a sahip çıkıyor, oysa 301. maddeden yargılanan başka isimler var” diye bir yazı yazmıştım, Yeni Asya Gazetesi’nden bir yazarı kastederek. Sabahın köründe aramıştı Hrant. “Çifte standarttan nefret ederim ama o arkadaşın yargılandığından haberim yoktu” diye başlamıştı sözlerine. Ardından da “Ne olur o arkadaşın telefonunu ver de kendisine sahip çıkamadığım için özür dileyeyim” demişti.

Hürriyet, 24.1.2007

Ahmet HAKAN

25.01.2007


 

Yeni Asya’nın manşeti

Önümde Yeni Asya’nın manşeti duruyor. Bu gazetenın adını özellikle anıyorum, çünkü kendisi “muhafazakarlığına” kimsenin dil uzatamayacağı, (...) “milli ve dini” değerlere ciddi olarak sahip çıkan bir yayın. “301’i kaldırın tuzağı bozun” diyor gazete. Evet “tuzağı bozmak” lazım. Ancak 301’in sadece şeklen kaldırılmasıyla değil; onu oluşturan zihniyetin bozulmasıyla tabii ki...

Yeni Şafak, 24.1.2007

Kürşat BUMİN

25.01.2007


 

Tek seçmen Atatürk

“Tek Parti” devri diye adlandırılan o dönem için “Demokratik miydi?” tartışması hep yapılmıştır.. Benim kanaatim demokratikti..

Sadece seçmen sayısı sınırlıydı..

Yeni rejimin bir seçmeni vardı.. O da Atatürk’tü..

O yüzden yapılan seçimler bugünün bilgisayar ortamından çok daha hızlı sonuçlandırılıyordu..

Nitekim “Atatürk aslında demokrattı ama memleketi tek başına idare etmeyi tercih etti..” söylemi bu devrin gerçeğini yansıtır..

Vatan, 24.1.2007

Selahattin DUMAN

25.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004