|
|
|
Kurşun kime sıklıdı? |
“301’i uygulamada görelim, sonra icabına bakalım” diyenler, Hrant Dink’in yerde yatan cesedine baksınlar.
Hemen söyleyeyim: Kurşun Hrant Dink’e sıkıldı. “Türkiye’ye sıkıldı” gibi laflar “beylik laflar”dır. Ateş düştüğü yeri yakar. Hayatını kaybeden, suikasta kurban giden Hrant Dink’tir; onun acısı en çok eşinin, çocuklarının ve dostlarının içini yakmıştır.
“Beylik laflar”ın ötesine “beylik yorumlar”a gelelim: 1) “Türkiye’yi karıştırmak isteyenler bunu yaptı”. Hrant Dink, Ermeni bir yazardı; Türkiye’de en çok 65 bin Ermeni yaşar. 65 bin Ermeni’nin ayaklanıp toplumu istikrarsızlaştıracağı düşünülemez. 2) “Türkiye, Irak’ı konuşuyor, Kerkük meselesi var.” Bunun da cinayetle bir ilgisi yok. Bu cinayet, Türkiye’yi yapacağı bir şeyden alıkoymaya yetmez; Türkiye, Kuzey Irak’a girecekse girecektir, girmesine karar verenler karar vermiştir, onay verenler onay vermiştir. 3) “Bazı ülke parlamentolarında Ermeni soykırım tasarısı gündeme gelmiştir, bu cinayet bununla ilgilidir.” Bunun da makul bir tarafı yoktur. Bu durumda Dink’i Ermeni diyasporasının öldürtmüş olması lazım. Bunu ima edenler yok değil. Bir gazetemize göre katil zanlısı “Ermeni kökenli”!
“İnsanın ve mağdurun kale alınmadığı” bir dil bu. Maktulün ve mağdurun haklarını önemsizleştiriyor. Diyanet İşleri Başkanı bile “Allah’ın verdiği canı kul alamaz, haramdır” diyeceğine “Türkiye’nin imajı zedelenmiştir.” diyor. Hayır. Bunların hiçbiri bana ikna edici ve doğru gelmiyor. Ayrıca açıklayıcı da değiller. Ben, aylardır “hedef gösterilen” Hrant Dink’in “cezalandırıldığı”nı düşünüyorum. Hrant Dink, 301’in ve giderek derinleşmekte ve bir yanardağa dönüşmekte olan bir nefretin patlamasının kurbanı oldu. Hrant Dink, haftalarca manşetlerden inmedi, “Türk ve Türklük düşmanı” ilan edildi; en yüksek makamlardan yetkililer, 301’i ihlal edenler için “bizi arkadan hançerliyorlar” dedi. Hrant Dink bir anda “ötekileştirildi, iblisleştirildi ve bu ülkenin varlığı, devletin bekası önündeki en büyük engel, zararlı bir unsur” olarak gösterildi. Trabzon’dan 17 yaşında bir çocuğun ister kendi kararı ister birilerinin -ki bunlar gizli bir örgüt, küçücük bir grup- yönlendirmesiyle olsun, kalkıp İstanbul’a gelmesi ve Hrant Dink’i vurması, onun tetikleyen, motive eden bir iklimin, nefret dolu bir atmosferin sonucudur.
Katili hemen “cuma namazı”yla ilişkilendiren malum gazetemiz manşeti yanlış atmış: “Katil” kendi zannınca “vatan haini” değildir, tam aksine kendine veya ona empoze edilen fikirlere göre, “varlığını vatan için zararlı bulduğu bir hain”i ortadan kaldırmak istemiştir. Bu manşetler, adres şaşırmadan hedefine isabet eden kurşunun hedefini şaşırtmaktır, katili ve azmettiricileri ikinci derecede suçlu durumuna indirmektir. Giderek sayısı artan bir kesim, Türkiye’nin köşeye kıstırıldığını, parçalanma tehlikesi yaşadığını düşünüp her geçen gün biraz daha saldırgan bir milliyetçiliğe doğru savruluyor. Aslında bu “milliyetçilik” de değildir; Batı’ya duyulan öfkedir.
Hrant Dink, medyanın imal ettiği imajın kurbanı oldu. Gerçeğin bilgisi aksineydi. Tanıdığım Hrant Dink’in Kilise ile arası yoktu. Ermenistan’la kavgalıydı: Ermeni diyasporasının oluşturduğu lobilere, onların finansmanlarına iltifat etmedi. Esmer Ermeni’ydi, ayakkabısının altı delikti; tuzu kuru, ensesi kalınlardan değildi. Kökü bu topraklardaydı, bu ülkeye bağlıydı; başka hiçbir yerde yaşamak ve ölmek istemezdi, bunu da biliyorum.
“301’i uygulamada görelim, sonra icabına bakalım” diyenler, Hrant Dink’in yerde yatan cesedine baksınlar. Dünya aleme “ne kadar hoşgörülü” olduğumuzu anlatıp duruyoruz. Kendi kendimize propaganda yapıyoruz. Rahipler bizde öldürülüyor, siyasi cinayetlerin ardı arkası gelmiyor. Son yıllarda Trabzon’un bu iş için elverişli bir iklim haline getirilmesi olayı üzerinde ayrıca durmak lazım. Orada bir şeyler oluyor. Ama toplum olarak kızgın, fevri, hemen tepki veren, kendi başına karar verip infaza kalkışan, tahammülsüz, şiddet yüklü bir kültür bizi esir alıyor. Ailesine ve dostlarına başsağlığı dilerim.
Zaman, 22.1.2007
|
Ali BULAÇ
23.01.2007
|
|
|
Hrant Dink cinayetinin gerisinde ne var? |
Ülkeyi iç düşmanlardan temizleme ideolojisinin genç beyinlere zerkedilmesi. Asıl tehlikeli olan bu.
Hrant Dink’in katili 32 saat gibi bir zaman aralığı içinde polisiye açıdan fevkalade başarılı bir şekilde yakalandı. Hem de cinayet silahıyla, beresiyle birlikte.
Katilin yakalanması önemli bir başarı. Ama bu yetmiyor. İşin asıl zor tarafı şimdi başlıyor.
Tetiği çeken el polisin elinde. 17 yaşında bir çocuk... Ama ya gerisindekiler? Tetiği çektiren düşünce, örgüt?
Trabzonlu 17 yaşında bir çocuk, düşünceleri yüzünden Hrant Dink’e kızıyor. Bir akşam aniden karar vererek, cebine tabancasını koyup, “gidip şu adamı vurayım” diyerek otobüse atlayıp İstanbul’a geliyor. Vuruyor ve sonra yine otobüse binip Trabzon’a dönüyor. Ama dönerken babasının ihbarı üzerine yolda yakayı ele veriyor. Öyle mi?
Tıpkı yine Trabzon’da Rahip Andrea Santoro’ya kızıp cebine glock marka tabancayı koyarak, kilisede onu öldüren bir başka Trabzonlu 17 yaşındaki çocuk gibi..
Bu kadar basit mi bu cinayetler?
Rahip cinayeti o noktada kalmıştı. “Meczup bir çocuk” cinayeti olarak...
Olayın geri planı aydınlatılamamıştı. Aydınlatılabilseydi belki bugün Hrant Dink yaşıyor olacaktı.
Ankara’da konuşulanlar, bu sefer işin sıkı tutulacağını gösteriyor.
Bu olayın geri planından ne çıkacak?
Cinayetin ilk anlarında Ankara’da esen hava, derin komplo teorileriyle yüklüydü.
Ne deniyordu?
“Bu kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır.” Evet doğru. Ama neden? Söylendiği gibi Türkiye’nin AB yolunu kesmek için mi tetiğe basılmıştı? Bütün dünyada dalga dalga Türkiye’nin üstüne gelen “Ermeni soykırım tasarılarının” önünü açmak için mi? Türkiye’yi tam bir yanlızlığa, suçluluk denizine atmak için dışardan birileri, yabancı gizli servisler mi düğmeye basmıştı?
Ya da en uç senaryodaki gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Türkiye’yi karıştırmak, Erdoğan’ın Çankaya yolunu kesmek için bir derin devlet operasyonu ile mi karşı karşıya idik?
Bu komplo teorileri hâlâ var bazı kafalarda ama artık giderek zayıflıyor.
Trabzon’da bir çete olduğuna kuşku yok. İki sene önce Mc Donalds’ın bombalanması, bir yıl önce Rahip Santoro’nun öldürülmesi ve son olarak da Hrant Dink cinayeti. Muhtemelen üç olay da birbiriyle bağlantılı. Belki Trabzon’da TAYAD’lılara yönelik linç girişimleri de aynı çetenin organizasyonu...
Samast’ın arkasında muhtemelen beklendiği gibi çok derin bir örgüt çıkmayacak, belki milliyetçi olduğunu iddia eden bir çete çıkacak. Bu noktadan sonra bu çok da önemli değil.
Asıl önemli olan, derin örgüt bağlantılarından daha tehlikeli olan, o 17 yaşındaki çocukları eli kanlı bir katil haline getiren zihni atmosfer. Ülkeye yayılan tehlikeli hava. Kutuplaşma, kendi içimizde düşman yaratma, düşman arama güdüleri. Ülkeyi iç düşmanlardan temizleme ideolojisinin genç beyinlere zerkedilmesi. Asıl tehlikeli olan bu.
İnsanları, yazarları çizerleri, düşüncelerinden dolayı adliye kapılarında sürürdüren, oralarda “vatan haini”, “Türklük düşmanı” diye damgalatan, aşağılatan zihniyet...
Bu zihniyetle mücadelenin en az terörle mücadele kadar ciddiye alınması gerekiyor.
Vatan, 22.1.2007
|
Bilal ÇETİN
23.01.2007
|
|
|
Örgüt... |
Bu planın ‘kilit taşı’ haline gelen 301. maddeyi bağıra çağıra savunanlarla bu tuzağı nasıl bozacaksınız?
Rahip Santoro ile Hrant Dink cinayetindeki tabloda büyük benzerlikler var.
Kullanılan çocukların robot portresi aynı...
On sekizinden küçük...
İşsiz, güçsüz... Sorunlu...
Kullanılmaya çok açık bir psikolojik yapı.
Ve ikisi de Trabzonlu.
***
Üzerine hak etmediği bir kuşkunun gölgesi düşen Trabzon ile kim uğraşıyor? Reşit olmayan çocuklardan katil yaratmak kimin projesi?
Hrant Dink cinayetinin öncesinde ortaya çıkan bu gerçeklere karşı neden önlem alınmadı? Kim Trabzon’u bir katil üretme çiftliğine çevirmeye uğraşıyor?
Bu çaba böylesine ayan beyan ortadayken neden kimse bunu durdurmak için bir çaba göstermedi?
***
Örneğin yargı, Hrant Dink’in hedef gösterilmesi sürecinde rol alanların bölgeyle ilişkilerini inceleyecek mi?
Susurluk artıklarından oluşturulmak istenen yeni bir filizlenmeyle bu cinayetin ilişkisini araştıracak mı?
Rahip cinayeti ile TAYAD’lılara yönelik linç girişimi ile üç yıl önceki McDonalds saldırısıyla ortak noktalar arayacak mı?
Hrant Dink davasında duruşmanın ertelenmesine neden olan fiili saldırılarda bulunanların adları ile mevcut gelişmeler arasında ilişkinin olup olmadığına ışık tutacak mı?
Danıştay saldırısı sonrasındaki medyaya yansıyan fotoğraflar ve ilişki ağı ile bu olayın rabıtası olup olmadığı üzerinde duracak mı?
***
Bütün bu bağların ortaya çıktığını düşünelim.
Siyasal ve yargısal bir irade bunun gereğini yapabilecek mi?
Susurluk’ta bu yapılamadığı için bu cinayetler sürmekte çünkü.
Hrant Dink cinayetinin en hafif deyimiyle ‘azmettiricileri’ ortalıkta.
Bugüne kadar yargısal süreç MOBESE sisteminin gösterdiğiyle kaldı... Onun ötesine geçmedi. Acaba gene öyle mi olacak? Cinayeti, on sekizinden küçük bir çocuğun bireysel tasarrufu olarak görüp bunu yutacak mıyız?
***
Eğer yutarsak.
Şemdinli sonrasında siyasal iktidar biraz daha kaybolmuş sayılacak...
Hukuk biraz daha buharlaşacak...
Ve ölümcül çeteler biraz daha azmanlaşacak...
Zaten amaç da bu değil mi?
Türkiye’yi dünyanın ‘kara deliği’ yapıp, yetmiş milyon insanın özgürlüğünü ve mutluluğunu bu delikte yok etmek için planlamıyorlar mı bunları?
***
Şimdi hükümete sormak lazım.
Bu planı önleyecek misiniz?
Ama tabii ikinci soru da şu olacak.
Bu planın ‘kilit taşı’ haline gelen 301. maddeyi bağıra çağıra savunanlarla bu işi siz nasıl yapabileceksiniz?
Türkiye’yi de iktidarınızı da ‘kara bir deliğe’ sürüklemeye çalışanların aranıza da sızmış olabileceği hiç aklınıza geliyor mu?
Star, 22.1.2007
|
Mehmet ALTAN
23.01.2007
|
|
|
“İktidar olanlar”la “muktedir olanlar”ın karşılaşması mı? |
Geçmişte nice seçilmiş iktidar kadroları, şu ya da bu şekilde başarısız olduktan sonra “Meğer bizler siyasî taşeronmuşuz” söylemini seslendirdiler.
İktidar olmanın “Muktedir olmak” la aynı anlama gelmediği defalarca yazıldı, söylendi. Hrant Dink suikastı ile, sanırım başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, iktidardakilerin tümü bu gerçeği biraz olsun anlamışlardır.
Meseleyi daha açık değerlendirmeyi deneyelim isterseniz.
Seçilmiş bir iktidar, Türkiye’de Kopenhag Kriterleri’ni hukuk ve siyaset düzeninin üst normu haline getirmeyi amaçladığını ilan ediyor ve ülkeyi AB üyelik sürecine taşımayı başarıyor.
Ama “Muktedir olanlar” buna karşı engellemeler koymaya başlayınca “İktidar olanlar” ürküyor. Herkesten daha fazla liberal demokrat olmaları gerekirken, “Ankara Kriterleri” ne doğru yalpalamaya başlıyorlar. Kıbrıs’ı çözümsüz bırakmak için yeni bir dondurulmuş
“Pozisyon” u benimsiyorlar. Ceza Yasası’na koydukları 301’inci madde ile, ülkenin yazarlarının, düşünenlerinin “Türk düşmanı” konumunda, mahkemelerde teşhir edilmesine neden oluyorlar. Ankara’daki kurumların uyumsuzluğunu çözememişken, Irak’taki uyumsuzlukların tarafı rolüne soyunup, sınır dışı serüven özlemlerinin sözcülüğüne soyunuyorlar.
Sözde sosyal demokrat CHP ile, ulusalcılık yarışına girip, Türkiye’nin müttefiklerine meydanlarda rest çekmeye başlıyorlar.
SONUÇ ORTADA
İşte sonuç ortada.
Hrant Dink’i öldürenlerden de daha fazla ulusalcı olmayı mı deneyecekler şimdi?
Birleşmiş Milletler’in yeni Genel Sekreteri Ban Kimoon, 2007 başında görevine başlarken özetle şöyle demişti:
Görevime 007’ li bir takvimle başlıyorum. Ben James Bond değilim ama benim de bir misyonum var. Bu öldürmeye değil yaşatmaya, dövüşmeye değil barışı sağlamaya dönük bir misyondur. Bunun imkansız bir misyon olduğunu düşünmüyorum.
Başta Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere tüm AK Partililer şimdi “Bizim misyonumuz ne” sorusuna cevap aramalıdırlar.
Geçmişte nice seçilmiş iktidar kadroları, şu ya da bu şekilde başarısız olduktan sonra “Meğer bizler siyasi taşeronmuşuz” söylemini seslendirdiler. Bütçe yapmak, yol yapmak, dış borç almak, baraj temeli atmak, enflasyonla mücadele etmek gibi işler “Siyasi taşeronlar” ın görev alanında. Ama güvenlik, dış politika, temel siyasetler, ideolojik konumlar, eğitim, hukuk gibi konular, “Muktedirler” in yetkisinde. Bu alanlara iktidarlar el atmaya kalkışırsa, demokrasi, rejimi korumak için rafa kaldırılabilir.
Sabah, 22.1.2007
|
Mehmet BARLAS
23.01.2007
|
|
|
|