Hatırladınız mı? Bir ara, Başbakan’a ‘kafir’, ‘hırsız’, ‘satılmış’ diye küfreden Mehmet Fethi Dördüncü adlı yaşlı bir adamı idolleştirmişlerdi. ‘Fethi Dede’ diye de sevimli bir figür haline getirmişlerdi.
Eh, hem ‘Dede’, hem ‘Atatürkçü’ olunca, küfür şifa niyetine geçiyor.
Fethi Dördüncü ünlü basın patronu Halil Lütfü Dördüncü’nün manevi oğluymuş. Oğlunu bilmem de, Halil Bey cimriliğiyle ün salmıştı. Mesela, gazete binasına kaplattığı muşamba eskimesin diye hep büyük adımlarla yürürmüş, personeline de büyük adımlarla yürümelerini önerirmiş, mürekkepten tasarruf etmek için de soyadını ‘4.’ şeklinde rakamla yazarmış. Böyle tatlı bir adam...
İşbu Halil Lütfü Dördüncü’nün oğlu, yani ‘Çılgın Türk’ taifesinin ‘Fethi Dede’si geçen yıl kalkıp Selanik’e gitti, Atatürk’ün defterine Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyla ilgili, çirkin, galiz, medeni bir insana yakışmayacak çiğlikte şeyler yazdı. Sonra da yazdıklarından hiç pişman olmadığını söyledi. Yine gitseymiş, yine aynı şeyleri yazarmış. Selanik’e daha önce beş kez gitmiş, her gidişinde ‘hacca gitmiş’ gibi hissediyormuş. Çünkü çok iyi bir Atatürkçüymüş, falan filan...
Fethi Dördüncü’nün bu çılgın eylemine, tuhaftır, ‘halkın partisi’ olduğunu söyleyen CHP’den başka sahip çıkan olmadı. Hatta parti ileri gelenlerinden biri, Atatürk’ün defterinden yırtılıp çıkarılan Fethi Dördüncü imzalı küfür sayfasını yerine yapıştırmak için bir heyet oluşturup Selanik’e sefer düzenleyeceklerini açıkladı.
Bir başkası daha da ileri gitti (bu da bir belediye başkanıydı), Peygamber için düzenlenen ‘Kutlu Doğum Haftası’na karşılık, Atatürk için de bir ‘Mutlu Doğum Haftası’ ihdas edeceklerini söyledi.
Bir tek kişi de çıkıp, ‘Bu Fethi Dede dediğiniz adam yanlış bir iş yapmıştır, Atatürkçülük küfretme özgürlüğü değildir’ demedi.
İnsanın akıl ve fikir sağlığı dilemekten başka bir şey yapamayacağı Fethi Dördüncü, anlıyoruz ki, çok iyi bir Atatürkçü olduğu için, Başbakan’a küfretmeyi ‘doğal hak’ sayıyor.
Dün, Cumhuriyet’le yaşıt olduğunu söyleyen gazetenin bir yazarını okudum. Hiç okumazdım da, şeytan dürttü.
İçinde ‘yağmur’ ve ‘hüzün’ geçen yazılarıyla bizi bizden alan, coşturan, irkilten, ontolojik sorunlara garkeden, zaman zaman ağlama noktasına getiren bu yazar da en az Fethi Dördüncü kadar, hatta onun da fevkinde bir Atatürkçü.
Kalemi de, nasıl derler, yağmur ve hüzün takılmadığı zamanlarda, pek keskin ve çılgınca.
Hiç üşenmedim, oturdum, bu çılgın arkadaşın yazısında geçen küfür ve hakaret sözcüklerini saydım.
Sevabına aynen alıntılıyorum: Soytarı, maskara, liboş, Fetuş, dinci, dolar babası, laf cambazı, sapla samanı karıştıran adam, ampul, şaklaban, kaz kafalı, yalaka, cahil...
Final cümlesi de şöyle: ‘Hadi oradan maskaralar!..’
Bunlar sadece sıfatlar. Küfür ve hakaret ihtiva eden tamlama ve sözcük gruplarını listeye dahil etmedim.
Bunları niçin mi anlattım?
Benim bildiğim, ‘Atatürkçü terbiye’ (varsa böyle bir şey) gerçekte uygar ve çağdaş bireyler yetiştirmeyi öngörüyordu; anlamadığı, kavramadığı, kavramasına imkan ve ihtimal bulunmayan konularda sezgileriyle davranan edep yoksunu kişiler değil...
Tamam, Atatürkçü olabilirsiniz. İnandığınız değerleri bazı ‘izm’lerle ve dinlerle yarıştırabilirsiniz.
Birazcık nezahat istiyoruz...
Birazcık terbiye...
Çok şey mi istiyoruz?
Star, 16.12.2006
|