Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Askere yanlış yol

Bir soru:

-Org. Büyükanıt’ın çıkışı, yani “Bize haber verilmedi, yapılan devlet politikasından sapmadır” sözleri, kurmayca bir çıkış mıydı? Yani iyi hesaplanmış, uzun vadede arzulanan sonuçları verecek, biraz da Türkiye’nin çıkarlarına hizmet edecek bir hamle miydi?

-Bence hayır. Kurmayca değil, hatta ilk hamlede tökezleyecek hesapsız, ya da yanlış hesaplara dayanan bir çıkıştı. Türkiye’nin çıkarlarına da hizmet özelliği yoktu. Nitekim ilk adımda tökezledi, Brüksel’de Rumlar tarafından malzeme olarak kullanıldı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin imajına bedel ödetti.

Dışişleri Bakanı Gül “İçerdeki tartışmalar dışarıda elimizi zayıflattı” diyor.

Bir şey daha söylüyor:

Genelkurmay Başkanını aramış, 2006’daki Kıbrıs Eylem Planı dışında bir adım söz konusu olmadığını söylemiş, Genelkurmay Başkanı da “Ben böyle bilmiyordum” diyerek üzüntülerini iletmiş. (Sabah’ın Okan Müderrisoğlu imzalı haberi, 12 aralık 2006)

Alın bakalım. Nasıl bir durum bu?

Yeterince bilgi edinmeden, üstelik yapılan “askeri çıkış”ın AB zeminlerinde son derece tuhaf karşılanacağını hesaba katmadan ve çıkışın Rumlar - Yunanlılar tarafından kullanılacağını dikkate almadan “Bu iş devlet politikasına aykırı” açıklamasını yapıyorsunuz.

Üstelik çıkışınız, normalde hükümete mesafeli kalemler tarafından bile Kıbrıs’tan öte, yani “Çankaya savaşları” ile alakalı bir hesabın uzantısı olduğu tarzında algılanıyor.

Soralım:

Sayın Genelkurmay Başkanı, acaba, çıkışının Çankaya savaşları ile alakalı olarak yorumlanacağını dikkate almış mıydı?

Böyle yorumlanmasını istemiş miydi?

Böyle bir şeyi öngörmemiş ise böyle algılanmasına engel olacak bir tedbir alması gerekmez miydi? Böyle algılanmasını istemiş ise, bunun için Kıbrıs’ı malzeme olarak kullanmak doğru muydu?

***

Şimdi bunu burada bırakalım ve gözlerimizi bir başka askeri çıkışa çevirelim.

Askeri çıkış...

Bu defa emekli bir paşadan...

“20 Paşa Genelkurmay’a Cumhurbaşkanlığı konusunda mektup yazdı” haberi Emekli Subaylar Derneği Başkanı Em. tümgeneral Rıza Küçükoğlu tarafından yalanlanırken, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı, eski Jandarma Genel Komutanı Em. orgeneral Şener Eruygur, 40 dernek ve vakfın katılımı ile oluşan “Ulusal Birlik Hareketi” adı altında bir toparlanışla, “Çankaya Savaşı”na iştirak ediyor. Eruygur hedeflerini net açıklıyor:

“Cumhurbaşkanlığı makamının Cumhuriyet’in değerlerini içine sindirememiş bir kişi tarafından işgal edilmesini önlemek.”

40 dernek ve başta askeri bir sima.

Yani “Çankaya Savaşları”nda bir asker mevzilenmesi...

Görüntü bu.

***

Şimdi dönelim tekrar Genelkurmay Başkanı’nın çıkışının, Çankaya Savaşları ile alakalı olarak yorumlanmasına...

Soru:

-Kamuoyu, Org. Büyükanıt’ın çıkışı ile Em. Org. Eruygur’un çıkışını birbiri ile bağlantılı olarak algılar mı algılamaz mı?

Soru:

-Böyle bir algılama Türk Silahlı Kuvvetlerinin imajı açısından sağlıklı mıdır değil midir?

***

Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt, bu göreve geldiğinin ilk günlerinde, Osmanlı’nın son dönemindeki dramatik olayları hatırlatarak Ordu için en tehlikeli şeyin siyasetle uğraşmak olduğunu söylemişti. Bunun yanında TSK’nın ülkenin bütünlüğü ve rejim konusundaki duyarlılığının siyasetle ilgilenmek anlamına gelmediği görüşü de sayın Başkan’a ait.

Burada bir soru daha soralım:

Çankaya savaşları içinde yer alıyor görünmek, siyaset midir, yoksa ülkenin bütünlüğü ve rejim konusundaki duyarlılık anlamına mı gelir?

Eruygur Paşa, “Cumhuriyet’in değerlerini içine sindirememiş bir kişi” tanımlaması ile, meseleyi getirip rejimin göbeğine oturtuyor.

Aslında “Çankaya” olayının “Savaş” niteliğine bürünmesi de, işin ucu rejime bağlandığı içindir.

Türkiye öyle bir ülke ki, birileri bir işi “Rejim”e bağladı mı, o iş, siyaset alanından çıkıyor, asker alanına giriyor.

O işle uğraşanların tümü de, “askeri bir misyon”la bağlantılı hale geliveriyor.

Baykal’ın “Çankaya söylemi” de gidip askeri duruşa monte oluyor, 40 “sivil toplum örgütü!”nün duruşu da...

Ve Org. Büyükanıt’ın çıkışı, her şeyi asker gölgesine sokuveriyor.

***

Ama...

Gelinen sonuç itibariyle bakıldığında ortada ciddi bir imaj kaybı gözleniyor.

Soru:

Org. Büyükanıt, bundan sonra böyle bir çıkış yaptığında kıymet-i harbiyesi ne olur?

Benim görüşüm:

“-Gene mi?” diye karşılık bulur? Yani vatandaşı yoran bir durum ortaya çıkar.

Medyaya bakalım: Kaç kalem var Genelkurmay Başkanı haklı bir çıkış yaptı, diye yazan? Kaldı ki bu medya, andıçlanmaya teşne bir yapıya sahiptir.

Soru:

Eruygur’un sözcülüğünü yaptığı 40 derneğin toplumsal karşılığı ne?

Medyaya bakalım: Bir heyecan uyandırmış mı bu açıklama?

Kaç emekli asker eskidi böylesi demeçler içinde!

Ve kaç emekli asker, TSK’ya bedel ödetti bu eylemler içinde!

***

Son söz: Askeri “Çankaya Savaşları” içinde gösterecek her türlü iletişim kazasından sakınmak gerekiyor. Anlaşılıyor ki en yoğun siyaset Çankaya konusunda olacak. Askeri o alana sokmamaya itina gösterme görevi, herkesten önce TSK’nın bugünkü komutanlarına düşüyor.

ahmettasgetiren.com.tr, 16.12.2006

Ahmet TAŞGETİREN

17.12.2006


 

Atatürkçülük küfretme özgürlüğü müdür?

Hatırladınız mı? Bir ara, Başbakan’a ‘kafir’, ‘hırsız’, ‘satılmış’ diye küfreden Mehmet Fethi Dördüncü adlı yaşlı bir adamı idolleştirmişlerdi. ‘Fethi Dede’ diye de sevimli bir figür haline getirmişlerdi.

Eh, hem ‘Dede’, hem ‘Atatürkçü’ olunca, küfür şifa niyetine geçiyor.

Fethi Dördüncü ünlü basın patronu Halil Lütfü Dördüncü’nün manevi oğluymuş. Oğlunu bilmem de, Halil Bey cimriliğiyle ün salmıştı. Mesela, gazete binasına kaplattığı muşamba eskimesin diye hep büyük adımlarla yürürmüş, personeline de büyük adımlarla yürümelerini önerirmiş, mürekkepten tasarruf etmek için de soyadını ‘4.’ şeklinde rakamla yazarmış. Böyle tatlı bir adam...

İşbu Halil Lütfü Dördüncü’nün oğlu, yani ‘Çılgın Türk’ taifesinin ‘Fethi Dede’si geçen yıl kalkıp Selanik’e gitti, Atatürk’ün defterine Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyla ilgili, çirkin, galiz, medeni bir insana yakışmayacak çiğlikte şeyler yazdı. Sonra da yazdıklarından hiç pişman olmadığını söyledi. Yine gitseymiş, yine aynı şeyleri yazarmış. Selanik’e daha önce beş kez gitmiş, her gidişinde ‘hacca gitmiş’ gibi hissediyormuş. Çünkü çok iyi bir Atatürkçüymüş, falan filan...

Fethi Dördüncü’nün bu çılgın eylemine, tuhaftır, ‘halkın partisi’ olduğunu söyleyen CHP’den başka sahip çıkan olmadı. Hatta parti ileri gelenlerinden biri, Atatürk’ün defterinden yırtılıp çıkarılan Fethi Dördüncü imzalı küfür sayfasını yerine yapıştırmak için bir heyet oluşturup Selanik’e sefer düzenleyeceklerini açıkladı.

Bir başkası daha da ileri gitti (bu da bir belediye başkanıydı), Peygamber için düzenlenen ‘Kutlu Doğum Haftası’na karşılık, Atatürk için de bir ‘Mutlu Doğum Haftası’ ihdas edeceklerini söyledi.

Bir tek kişi de çıkıp, ‘Bu Fethi Dede dediğiniz adam yanlış bir iş yapmıştır, Atatürkçülük küfretme özgürlüğü değildir’ demedi.

İnsanın akıl ve fikir sağlığı dilemekten başka bir şey yapamayacağı Fethi Dördüncü, anlıyoruz ki, çok iyi bir Atatürkçü olduğu için, Başbakan’a küfretmeyi ‘doğal hak’ sayıyor.

Dün, Cumhuriyet’le yaşıt olduğunu söyleyen gazetenin bir yazarını okudum. Hiç okumazdım da, şeytan dürttü.

İçinde ‘yağmur’ ve ‘hüzün’ geçen yazılarıyla bizi bizden alan, coşturan, irkilten, ontolojik sorunlara garkeden, zaman zaman ağlama noktasına getiren bu yazar da en az Fethi Dördüncü kadar, hatta onun da fevkinde bir Atatürkçü.

Kalemi de, nasıl derler, yağmur ve hüzün takılmadığı zamanlarda, pek keskin ve çılgınca.

Hiç üşenmedim, oturdum, bu çılgın arkadaşın yazısında geçen küfür ve hakaret sözcüklerini saydım.

Sevabına aynen alıntılıyorum: Soytarı, maskara, liboş, Fetuş, dinci, dolar babası, laf cambazı, sapla samanı karıştıran adam, ampul, şaklaban, kaz kafalı, yalaka, cahil...

Final cümlesi de şöyle: ‘Hadi oradan maskaralar!..’

Bunlar sadece sıfatlar. Küfür ve hakaret ihtiva eden tamlama ve sözcük gruplarını listeye dahil etmedim.

Bunları niçin mi anlattım?

Benim bildiğim, ‘Atatürkçü terbiye’ (varsa böyle bir şey) gerçekte uygar ve çağdaş bireyler yetiştirmeyi öngörüyordu; anlamadığı, kavramadığı, kavramasına imkan ve ihtimal bulunmayan konularda sezgileriyle davranan edep yoksunu kişiler değil...

Tamam, Atatürkçü olabilirsiniz. İnandığınız değerleri bazı ‘izm’lerle ve dinlerle yarıştırabilirsiniz.

Birazcık nezahat istiyoruz...

Birazcık terbiye...

Çok şey mi istiyoruz?

Star, 16.12.2006

Ahmet KEKEÇ

17.12.2006


 

Kemalistlere açık mektup

Sakin olun. Gevşeyin biraz. Abartmayın bu işleri. ‘Başörtüsü Köşk’e çıkarsa çarpılırız’ mealinde laflar etmeyin mesela. Kemalizm’e, laikliğe bâtıl inanç gibi sarılmayın. 1920’li-30’lu yılların şartlarında yapılan konjonktürel manevralardan söz ediyoruz, hepsi bu.

Yakın tarihi yeniden ve dikkatle okuyun. Orada Kemal Paşa’nın 1921 yılında Enver Paşa’ya yazdığı bir mektup bulacaksınız; İngilizlerle anlaşmaya varıldığı takdirde İslam dünyasının hiçbir yerinde İngilizler aleyhinde tezviratta bulunulmamasına (propaganda yapılmamasına) dair bir mektup. Kurulacak yeni devletin psikolojik sınırları daha o zamandan belli olmuştu. Bu devlet emperyalizmin yoluna çıkmayacak, İslam dünyasının istiklaliyle ilgilenmeyecek, Türklerin tarihî misyonundan uzak duracaktı.

‘İslam olmasaydık işgale uğramazdık. Bakın, Bulgaristan ve Macaristan işgale uğramadı’ deyip duran İsmet Paşa ve benzerleri, yeni devletin sadece dışarıda değil içeride de İslam’dan uzak durması temayülünü güçlendirdiler.

General Muhsin Batur, ölümünden kısa bir süre önce katıldığı Cevizkabuğu adlı TV programında bu süreci şöyle anlatmıştı:

‘Batı, İslam dünyasının üzerine 1400 yıllık bir kinle yürüyordu. Türkiye’nin bu yürüyüşü tek başına durdurması mümkün değildi. Gerçekçi olalım; Yunan’ı denize dökmekle Yavuz’ların, Kanuni’lerin gücüne ulaşmış olmadık. Türkiye rövanşa hazır olmadığı için laik oldu.’

27 Mayıs’çılardan Muzaffer Özdağ da laikliği konjonktürel bir manevra olarak görüyordu. Özdağ’a göre, Asya ve Afrika’daki bütün İslam topraklarının sömürge haline gelmesiyle İslam düşmanı güçler karşısında yalnız kalan Türkiye, kurtuluş savaşına evrensel çapta bir din savaşı görünümü veremezdi; zira o günlerde uygulanabilirlik bakımından fiilen yoksun olun böyle bir sathî görünüm, emperyalist hükümetlerin bin yıllık haçlı taassubunu kolaylıkla ateşleyerek Anadolu üzerine peşpeşe yeni ordular göndermeleri sonucunu doğurabilirdi. “Türk İstiklal Savaşı’nın siyasi programının ve şiarının –lafzen ifade edilmemiş olsa dahi– laik milli Türk devleti olması kaçınılmaz bir askeri, siyasi, maddi, mantıki zaruret”ti. “Yeni Türkiye’nin baş emelinin iç ve dış barışı korumak olması ve bunun için bazı fedakarlıklara katlanması” da “sebepsiz değil”di. “Yeni Türkiye’nin laik devlet oluşu İslami iman ve itikadı reddetme, bir başka din ve mezhep arama, dinsiz toplum yaratma çabası değil, zaferle elde edilen sonuçları güvene alma, barışı koruma ve sürdürme amacıyla ilgili psikolojik, politik, diplomatik tedbir olarak görülmeli ve anlaşılmalı”ydı. (Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği Üzerine, Muzaffer Özdağ, ASAM 2001)

Toparlayalım: Batı karşısında yalnız kalan Türkiye “rövanş”a hazır olmadığı için bazı “fedakarlıklar”da bulunmuştur; Kemalizm –bilhassa laiklik- dogma olarak değil “diplomatik tedbir” olarak doğmuştur.

Kemalizm’i doğuran şartlar çoktan değişti. Asya ve Afrika’daki bütün İslam topraklarının sömürge olduğu günler geride kaldı. İslam dünyasında birçok devlet ve iktidara yürüyen birçok hareket Türkiye için potansiyel müttefik durumunda. Artık yalnız değiliz. Üstelik, Batı’ya yönelip İslam dünyasından uzaklaşmanın ve katı bir laiklik anlayışına sarılmanın Türkiye’yi Batı’nın hışmından koruyacağı tezi iflas etti. Batı’nın Sevr’den asla vazgeçmediğini söylediğinize göre bunu siz de kabul ediyorsunuz. Öyleyse nedir bu abartılı laiklik vurgusu?

‘Laiklikten vazgeçelim’ demenizi elbette beklemiyorum; ama ‘Milletin enerjisini tüketerek ve birliğimizi / dirliğimizi bozarak vatanı Batı karşısında zaafiyete düşüren katı laiklik anlayışında ısrar etmenin alemi yok. Biraz yumuşayalım da memleket rahatlasın’ demenizi bekliyorum doğrusu.

Yeni Şafak, 16.12.2006

Hakan ALBAYRAK

17.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004