Özünden yanlış olan bir düşünceyi yüksek sesle söylediğiniz zaman, bu düşünce doğru olmaz. Aynı şekilde toplumun da ülkenin de geleceğini olumsuz yönde etkileyecek bir tutumu “Önemli” kişiler desteklediği zaman, “Demek ki bu tutum doğruymuş” denilmez ki.
Sözünü ettiğimiz durumlar sade Türkiye için geçerli değil. Aynı durum ABD’de ve Avrupa ülkelerinde de söz konusu olabilir.
İşte görüyoruz. ABD Başkanı Bush, muhalefetteki Demokratların ve halkın büyük desteği ile Irak’a askeri müdahale kararı aldı. Ama şimdi harıl harıl “Nerede yanlış yaptık” ve “Bu açmazdan nasıl çıkabiliriz” sorularına cevap aranıyor.
Bu noktada “Ben demiştim” diye zamanında Irak’a müdahaleye karşı olanların haklı çıkmaları sorunu çözmeye yetmiyor. Çünkü “Güncel sorun” Irak’a müdahale değil artık. Güncel sorun, en az zararla, Irak’tan “Çıkış stratejisi”ni oluşturmak. Zamanı geriye döndürmek mümkün değil çünkü.
Keşke Irak’a müdahaleye karşı olanlar zamanında sadece “Hayır” demek yerine alternatif yollar da önerip, ülkelerinin yönetimine ufuk açsalardı. Örneğin “Saddam’ ı devirir ve Baas’ ı yok ederseniz, doğan boşluk sonunda Irak’ a kaos gelir” öngörüsü seslendirilebilirdi.. Bu öngörünün ışığında Saddam’ın yerine onun yardımcılarından birinin geçirilmesi alternatifi de tartışılabilirdi.
ALTERNATİFLER
Örneğin ABD Japonya’yı işgal ettikten sonra savaş suçlularını idam etti. Ama savaşın asıl suçlusu ve “Derin Japonya” demek olan İmparator Hirohito yerinde tutuldu. Onun desteği ile “Yeni Japonya” kuruldu.
Buna benzer durumlar, “Türkiye-Kıbrıs-AB” ilişkilerinin bugünkü ele alınış biçiminde de var.
Bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye dönük tutumlarında vizyon eksikliği ve iç politikalara dayalı küçük hesaplar tabii ki var. Kıbrıs Rumları ise, AB’ye girmiş olmanın şımarıklığı ile, Avrupa ile Türkiye arasındaki bağları kopartabileceklerini sanma megalomanisi içindeler.
Ama aynı şekilde Türkiye de, 2006’da, 1974’ün şartlarına dayalı bir “Kıbrıs pozisyonu” izleyebileceği yanılgısına zaman zaman düşmekte. Düne kadar bir BM meselesi olan Kıbrıs’ın, şimdi bir AB meselesi de olduğunu görmekten kaçınmak, yanılgının özünü oluşturuyor.
YANILGILAR
Şimdi çözüm bekleyen sorun, Kıbrıs Rumlarının tanınması veya tanınmaması sorunu değil. Çünkü BM Kıbrıs Rumlarını tanımış durumda. Üstelik Kıbrıs Rumları AB’nin eşit haklara sahip bir üyesi. Şimdi sorun KKTC’nin varlığının güvence altına alınması ve Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB yolculuğunu ipotek altına almasının önüne geçilmesidir.
VİZYON VE CESARET
Güncel gerçek ise, apaçık ortada. Türkiye AB yolunda ilerlediği zaman, siyaset de, ekonomi de istikrarlı biçimde devam ediyor. Türkiye güçlendiği zaman, KKTC de bundan payını alıyor. İstikrarsız bir Türkiye’nin ise, ne kendi halkına, ne de Kıbrıslı Türklere bir yararı oluyor.
Bu gerçeklerin ışığında Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin tutumunun “Dondurulmuş pozisyon” değil, “Yaratıcı politika” çizgisinde şekillenmesi şarttır. AB dönem başkanı Finlandiya’ya iletildiği söylenen ve “Bir yıl süre ile bir liman ve bir havaalanını Rumlara açabiliriz” içerikli olduğu ifade edilen Türk önerisi, hem vizyonsuz Avrupalıları aklın yoluna getirebilir, hem de Kıbrıslı Rumların kurdukları oyunu bu öneri bozabilir. Bu öneri karşılığında Magosa’ya ve Ercan Havaalanı’na dönük ambargo kalkmazsa, bundan hem Kıbrıs Rumları hem de AB sorumlu tutulabilir. Ve bu arada Türkiye’nin AB yolculuğu, iç ve dış olumlu yansımaları ile sürer. Bu süre boyunda da Kıbrıs için BM zemininde “Kalıcı çözüm” arayışları yeniden başlatılır.
Tabii ki Türkiye’de de, Kıbrıs Rum kesiminde de birileri açılmak istenen bu yeni sürece öfkelenecektir. Ama siyaset vizyon kadar cesaret de gerektirir. Dileriz Türkiye’de bu cesareti gösterebilecek kadrolar, siyasette de, diplomaside de, yanlışları yüksek sesle söyleyenlerden daha fazla etkili olur.
Sabah, 8 Aralık 2006
|