Bir süreden beri siyasi ortam DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın yeni söylemi tarafından belirlenir hale geldi. Devlet mekanizmasının tüm derinliklerine vakıf, gerektiğinde yasadışı olaylarla ilgili sorumluluğu konusunda Meclis’e bile ‘posta koymuş’ birinden söz ediyoruz.
Böyle birinin üstelik geri adım atmayarak ve bu duruşunu olabildiğince sistemli hale getirerek Kürt meselesinde siyasetin önünü açacak çıkışlar yapması tabii ki göz ardı edilecek bir durum değil. Nitekim söz konusu çıkışı derin devlet içinde bir bölüm insanın ‘çözüm’ yanlısı bir arayış içine girdikleri şeklinde değerlendiren bazı Kürt çevreleri de gelişmeleri heyecanla izlemekte. Öte yandan ülkede özgürlüklerden yana bunca yıl tavır koymuş olanların kafasının iyice karıştığı söylenebilir... Kimin söylediğinden bağımsız olarak doğru siyasetleri desteklemekle, söyleyenden hareketle o siyasetin ne derece sahih olduğunu sorgulama arasında gidip gelen bir psikoloji bu... Ağar’ın çevresinde liberal isimlerin olduğunun bilinmesi bu kuşkuculuğu izole etmiyor, çünkü danışman kadroların bu ülkede konjonktürel kaldıraçlar olarak kullanıldığına çok tanık olundu.
Ancak neresinden bakarsanız bakın DYP Genel Başkanı hayırlı bir iş yapıyor, çünkü konuşulmakta zorlanılan bir konuyu normalleştirerek siyasetin alanına sokuyor. Bundan sonrası biraz da Kürtler adına siyaset yaptığını iddia edenlere düşmekte: Diyalog kanallarını açık tutmaları koşuluyla gerçek taleplerini seslendirmek ve karşı tarafın sesini dinlemek biraz da onların becerisiyle olacak. Ağar bu yolun açık olduğunun canlı kanıtı gibi. Ona gelen eleştiriler bile devletin Kürt meselesine yönelik bakışının iflas ettiğini ortaya koyuyor. Emekli generallerden biri geçenlerde şöyle demişti: “Böyle bir şeyi Ağar gibi ulusal değerlere önem veren, milli çıkarlarımızı her şeyin üzerinde tutan bir yapıda ülkenin menfaatlerini korumak adına bürokrat olarak yetişmiş bir insanın oy adına söylemiş olması insanı düşündürüyor.” Devlet siyasetinin iflasını gösteren şey, bu emekli generalin nihayet ‘düşünecek’ olması değil, alıntıda geçen ‘oy adına’ kelimeleri. İddia Ağar’ın salt oy almak için böyle davrandığı... Ne var ki Kürtler nihayette bu ülkede nüfus olarak azınlık. Eğer oy kaygısı geçerli ise bir siyasetçinin çoğunluğu ‘tavlamaya’ çalışması beklenmez mi? Ama ya çoğunluğun fikri de artık değişmiş ise ve yüksek sesle söylenmese de azınlığa haksızca davranılmış olduğuna ve bugünkü durumun devam edemeyeceğine dair bir yargı oluşmaya başlamışsa...
Buna karşılık söz konusu hayırlı hamlenin arkasında bir zihniyet değişikliği, demokratça bir yaklaşım aramak abes olur. İşin özünde Ağar’ın değişmek bir yana, aksine Türkiye’deki siyasi kültürü pekiştiren, tam da o kültür üzerinden nemalanan bir taktiksel arayış sergilediği açık. Türkiye çok uzun süredir sorunlarını ertelemeyi marifet sayan bir siyasi kültüre rehin düşmüş durumda. Çünkü Cumhuriyet yönetimlerinden hiçbiri toplumla ve gerçeklikle demokrasiyi temel alan bir yüzleşme cesaretine sahip olmadı. O cesaret bugün de yok... Ancak sorunların ertelenemeyeceği bir noktaya gelindi ve şimdi ‘vatanı kurtarmak’ bu sorunları her şeyden önce kabullenmeyi gerektiriyor. Bu noktada yapılan yanlışların sorumluluğunu sineye çekerek topluma yeni doğrultular sunacak olan siyasetçinin hiç olmazsa resmi ideoloji açısından ‘meşru’ biri olması herkes için rahatlatıcı olmaz mı? Ağar bugün bu yeni role soyunuyor... Ülkenin zor dönemecinde sorumluluktan kaçmayarak ‘vatanı kurtaran’ bir milliyetçi, ama aynı sayede devlet içinde yerini sağlamlaştırarak asker karşısında gerilemeden durabilen, güvenilir bir ‘sivil’... Siyaset devlete bırakıldığında, devletçilerin makbul siyasetçi haline gelmeleri şaşırtıcı değil.
Zaman, 8 Aralık 2006
|