Kürt sorununda yeni bir evreye girdiğimiz ortada. Önümüzde bir fırsat duruyor. Şiddet kendini tüketti. Ne kadar süreceği belli olmayan bir zaman aralığında ya kendini yeniden üretecek ya da siyaset tarafından söndürülecek. Bu yüzden basmakalıp retoriklerin ve siyaset korkusunun arkasında duran gerçek endişeleri fark etmeliyiz. Aslında Türkiye sadece Kürt sorununu çözmek için bir fırsat yakalamadı. Akılcı bir devlet cihazına sahip olmak, hatta millî birlik ve bütünlüğünü sağlam bir şekilde tesis etmek, demokrasisini ve hukukunu devlete hakim kılmak için de önümüzde bir imkân duruyor.
Bu fırsatı değerlendirmek, bu imkânı kullanmak için basmakalıp retoriklerin sığ dünyasını aşmamız gerekiyor. Baykal’ın baştan aşağı demagoji kokan sözleri gibi. Baykal, bizi korkutmaya çalışırken kendini ele veriyor. Ağar’ın sözleri terör yapanı haklı çıkartır ve arkasından “iki milletli anayasa talebi gelir”, “af talebi gelir”, diyor. Dikkat edelim “iki milletli anayasa gelir” demiyor, “af gelir” demiyor; “talebi gelir” diyor. Demagojiyi teşhir etmek için bir bilgi vermemiz, bir de soru sormamız lâzım. “İki milletli anayasa talebi” zaten var. Bu talep siyaset yapanlarca zaten dile getiriliyor ve cezaî takibata konu bile edilmiyor; af talebi de öyle. Hatta siyasî otonomi, coğrafî otonomi talep edenler, bu talebe karşı çıkan Orhan Doğan gibi Kürt siyasetçileri de var. Kültürel otonomiyi formüle eden Muammer Değer var. Dahası, bağımsızlık talep eden marjinal bir grup bile var. Demek ki “talep” etmenin “dağdan inmek”le ilgisi yok. Tersine şiddet, zaten mevcut olan bu taleplerin bazılarına destek sağlamak için var. Baykal’ın mantığının tersine şiddet yerini bütünüyle siyasete terk ederse, bazı talepler silahlı desteğini kaybetmiş olacak. Zira bu talepler, dağdakiler ovaya indiği zaman gündemimize girecek konular değil ki? Üstelik Baykal diyor ki: “Siyaset yap demek, terörün gerekçelerini kabul etmektir.” Bu hüküm Baykal’ın üstüne çöreklendiği sol siyasetin talihsizliği hakkında da fikir veriyor. “Terörü bırak siyaset yap”, dediğiniz zaman terörün gerekçelerini nasıl kabul etmiş olursunuz? Adı üzerinde siyaset yapıyorsunuz, yani tartışıyorsunuz, üstelik özgürce tartışıyorsunuz. Böyle bir mantığın siyasetçi tarafından kullanılması siyasetin toptan reddedilmesi değil mi? O zaman bir şeyi savunmak yerine bir şeyin üstü örtülüyor. Çünkü biz, demokratik hakkımızı kullanarak bu mantıksızlığa şu soru ile karşılık veriyoruz: Şiddetin durmasından neden korkuyorsunuz? Bir devlet nasıl olur da, kendisine karşı silahlı kalkışmaya girişenlerin silah bırakmasından, dağdan inmesinden ve siyaset yapmasından endişe eder? Bir siyasetçi neden “şiddet yerine siyaset” seçeneğine, üstelik kendisini de işe yaramaz hale getirecek bir şekilde karşı çıkar. Hatta daha ileri gider ve şu soruyu sorarız: Bu PKK’lılar aptal mı? Neden bugüne kadar siyaset yerine şiddet yöntemlerini kullandılar?
(...)
Dün 83. yaşını idrak eden Cumhuriyet’imiz için hâlâ bölünme-parçalanma korkusu yaşıyorsak, daha fazla korkmak yerine nerede hata yaptığımızı tekrar tekrar düşünmek zorundayız. Nerede yanlış yaptık? Geçmişten ders çıkartıp, çözümü nerede aramalıyız?
PKK terörü doğal olarak askerî çözümü ön plana çıkardı. Terör iflasını ilan ederken askerî çözümde ısrar etmek, Türkiye’yi çözümsüzlüğe mahkûm etmek demektir. Şiddet, ağır baskısını toplum üzerinden kaldırınca, çözümler kendiliğinden ortaya çıkar. Türkiye’nin inkâr edilemeyecek bir etnik sorunu var. Bu sorun yıllar boyu baskı ile, yok sayılarak nihayetinde şiddet yöntemleri ile yüzünü gösterdiği zaman askerî tedbirlerle çözülmeye çalışıldı. Bu çözümlerin ürettiği kurumlaşmalar, alışkanlıklar var. Türkiye’nin 72 milyonu kardeşçe bir arada yaşatacak dinamiklerinin hayat bulabilmesi, toplumu yeniden ortak paydalar etrafında buluşturabilmesi için bu alışkanlıkların hemen terk edilmesi gerekir.
Kürtlerin yarısı Ankara’nın batısında yaşıyor. İstanbul ve İstanbul’un temsil ettiği imparatorluk kültürü, etnik sorun yaşayan diğer ülkelerden farklı fırsatlar sunuyor. Bu toplum, altı asır farklı dinleri, ırkları, dilleri, kültürleri bir arada yaşatmayı başarmış bir imparatorluğun aslî unsuru olarak çok özel yeteneklere sahip. Bu yetenek, farklı olanı bir arada yaşatma yeteneğidir. Dökülen onca kana rağmen Türkiye’de bir etnik çatışmanın, Kürt-Türk düşmanlığının ortaya çıkmaması, bu özel yeteneğin eseridir.
Şiddetin ortadan kalkması ile siyasî çözümlerin ortalığı kaplaması farklılıkları yaşatacak çoğulculuğu da mümkün kılacaktır. PKK terörü ile Türk Devleti arasında sıkışan Güneydoğu halkının da özgür bir ortama ve farklı siyasî çözümleri tartışmaya ihtiyacı var. Türkiye’nin bütünleştirici dinamikleri ve gelenekleri, ayrıştıran ve bölen etkenlerinden daha fazla. Yeter ki bu dinamiklerin hayat bulmasına imkân tanınsın.
Askerî çözüm tek, ama siyasî çözümler aklınız ve sağduyunuz kadar çok. Sorunu PKK sorunu olarak görmek, dünyaya miyop gözlüklerle bakmaktır. Sorunu PKK sorununa indirgeyenler, farkında olmadan PKK’ya geniş bir meşruiyet alanı açıyorlar. PKK koordinatörlüğü diye bir unvan tesis etmenin, her konuda PKK’dan dem vurmanın başka anlamı var mı?
PKK’nın siyasallaşmasından korkmak niye? Bırakalım siyasallaşsın. Kanunlarımız ortada; suç işleyenler hukuk devletini tanımış olacaklar. Türkiye böylelikle şiddet çılgınlığını geride bırakacak. Silahın değil sağduyunun egemen olduğu şartlarda bizim de, Kürtlerin de söyleyeceği çok söz var. Bu sözlerin hiçbiri yaralayıcı olmayacaktır.
Bütünüyle Kürt sorununun siyasallaşmasından endişe edenlerin, elinde silah bulunduranlar olması ve Baykal gibi demagoglardan ibaret kalması doğal. Bu durum bile tek başına Türkiye’yi halkı merkeze alan sivil siyasetçilerin yönetmesi gereğine haklı bir gerekçe oluşturuyor.
Zaman, 30.10.2006
|