Başka ülkelerde nasıldır bilmiyorum, ama biz toplum olarak siyasetçinin samimiyetini sorgulamaya pek düşkünüz. Hep bir takiye korkusu içinde yaşıyor, burnumuz havada sürekli koku almaya çalışıyoruz: Acaba samimi mi; ne kadar samimi? Yoksa takiye mi yapıyor?
Aslına bakarsanız, demokratik siyaset içinde, siyasetçilere yönelik bu niyet sorgulamasının, sürekli kafasının ardındakini keşfetme merakının pek bir faydası olduğu söylenemez. Çünkü siyasetçinin gerçekte ne olduğunun, gerçekte neyi istediğinin, kafasının ardındaki özlemlerin, niyetlerin pek bir önemi yoktur. O, kafasının içinde kaç tilki dolaşırsa dolaşsın, nihai olarak ancak “mümkün olanı” yapabilir. Eğer yeteri kadar akıllıysa ve çaplıysa, mümkün olanın ne olduğunu herkesten iyi bilir; kendisini iktidara taşıyacak olan toplumsal dalgayı herkesten önce görür; kendini bu dalganın yönüne göre ayarlamayı ve o dalganın üzerine oturarak iktidara gelmeyi iyi becerir. Mesele iktidara gelmekle de bitmez; iktidar olduktan sonra da konjonktürü kollamak, kendisini iktidara taşıyan toplumsal dinamikleri gözetmek ve o dinamiklere ters düşmemek zorunda olduğunun farkındadır.
Bunları söylerken, siyasetçinin öz geçmişinin hiç önemi yoktur demek istemiyorum elbette. Siyasî formasyonunun hangi koşullarda şekillendiği, geçmişte neler yaptığı, nasıl bir siyasi kültürün içinde yoğurulduğu...
Bütün bunlar, onun bugününü anlamamız için bir ölçüde önemlidir. Ama sadece bir ölçüde!
Sözü buradan Mehmet Ağar’a getirecek olursak...
Mehmet Ağar’ın içinden geldiği siyasi geleneğin her zaman ikili bir karakteri olmuştur. Bu hareket bir yanıyla devletçi(...), bir yanıyla da sivil, halkçı bir karakter taşımış; içinde bulunulan siyasi-toplumsal şartlara göre bu özelliklerden biri ön plana çıkmıştır.
Dolayısıyla, eğer bugün Mehmet Ağar, sözkonusu siyasi çıkışları yapıyorsa, buradan çıkarılacak en önemli—ve tabii en sevindirici—sonuç, içinde yaşadığımız toplumsal iklimin- gayet günlük güneşlik olduğudur.
Şimdiye kadar AK Parti’ye karşı muhalefet yürütmeye çalışan partilerin izledikleri çizgiye ve aldıkları sonuca bakın: CHP 28 Şubat’tan beri resmen gericileşmiş, demokrasinin karşısında saf tutmuş, laiklik temelinde kutuplaşma yaratarak güç toplamaya çalışıyor: Geldiği nokta ortada... Milliyetçiliğin yükseldiği söyleniyor, ama milliyetçi partilerin ve oluşumların oylarını pek kıpırdatabildikleri yok.
Bir tek Ağar’ın DYP’si yükselişte görünüyor.
Neden?
Çünkü AK Parti’nin dört yıllık iktidar döneminde sadece Ağar; o da ancak son zamanlarda, AK Parti’yi onun daha gerisinden bir noktadan değil, onunla aynı platformda, demokrasi platformunda yer alarak eleştiriyor.
İktidarı demokrasi noktasında aşmaya yönelik çıkışlar yapıyor. Ve bu çıkışlar onu yükselişe geçiriyor. Yıllardır CHP’nin muhalefet yapmak adına temcit pilavı gibi tekrarlayıp durduğu “laiklik gidiyor, şeriat geliyor, Sevr hortluyor” klişelerine hiçbir prim vermeyen kamuoyu, ilk defa olarak, muhalefetini demokrasi temeline oturtan, AK Parti’yi demokrasi açısından eleştiren bir ses duyunca kulaklarını kabartmış pür dikkat dinliyor.
Bence Ağar’ın son çıkışlarının ortaya koyduğu en önemli gerçek bu ve bu gerçek, onun öz geçmişinden daha belirleyici.
* * *
DYP’nin çıkışları üzerinde düşünürken ister istemez aklıma geliyor: Acaba CHP kurmaylarında Ağar olayını bir de böyle okuyacak bir sağduyu kalmış mıdır? Ya da biraz olsun pişmanlık?
Cumhuriyet kadar eski bir partiyi bu hallere düşüreceğimize, keşke biz de Ağar’ın yaptığını yapsaydık pişmanlığı? Benimki sadece bir merak işte. Umut içermeyen, pratik karşılığı olmayan sıradan bir merak...
Bugün, 27 Ekim 2006
|