|
|
|
Ağar’ın hamleleri |
DYP lideri Mehmet Ağar’ın siyasi bir tırmanış gerçekleştirdiği açık. Medyadaki yer alış oranına bakıldığında bile bu açıkça görülebilir. Kaldı ki Ağar, Türkiye’yi iddialı biçimde turluyor. Medya ilişkileri de oldukça başarılı.
Ağar’ın çıkışları hangi alanda dikkat çekiyor?
1. Ağar Türkiye’nin en tartışmalı alanlarından birisi olan inanç özgürlükleri konusunda özgürlüklerden yana duruyor. Başörtüsü konusunda üniversite öğrencilerinin başörtüsü özgürlüğünü savunuyor. (...)
Ağar’ın “irtica” tartışmalarında CHP çizgisinde olmadığı açık. Bu alandaki duruşu, geniş halk kesimlerinin beklentisine uygun.
2. Ağar, hükümete yönelik tavrında, Ak Parti tabanını rencide edici bir üslup sergilememeye dikkat ediyor. CHP üslubunda bir eleştiri ortaya koymuyor. Hükümetle rejim tartışmalarına girmiyor. Hükümeti rejimi tehdit etmekle suçlamıyor. Anti demokratik hesaplara net biçimde kapalı duruyor, onları reddediyor. Ağar’ın hükümetle ilgili en net eleştirisi, köylünün, çiftçinin ezilmesi dışında, hükümetin dışardan aldığı meşruiyyetle iktidarını sürdürdüğü değerlendirmesi. Ağar bunun iç - dış milli meselelerde Türkiye’yi zaafa uğrattığının altını çiziyor.
Neyi amaçlıyor bu tutumuyla Ağar?
Sanırım şunu: Ağar ve arkadaşları, Türkiye’de Demokrat Parti ile gelen büyük ortak bir sosyal taban bulunduğunu düşünüyor. İslami duyarlılık bu sosyal tabanın belirgin rengi. Ak Parti, evet, islami duyarlılığı daha belirgin bir siyasi mecradan geliyor ama, sonuçta bu büyük tabanla buluştu ve büyüdü. Ağar, DP’nin, AP’nin ve dünkü DYP’nin de o büyük tabanla buluşabildiği ölçüde büyüdüğünü düşünüyor. Öyleyse o büyük tabanın koordinatlarını iyi okumak gerekiyor. CHP muhalefeti, o büyük tabanla çatışıyor. Hükümete, o büyük tabanla ortak temas noktalarında muhalefet etmek, CHP’ye yaklaştıracaktır. O büyük tabanın sorunlarına sahip çıkmak ise, hükümetin zaafa düşmesi ölçüsünde size yolları açacaktır. İktidar veya iktidar ortağı olarak. Ağar bu alanda sabırla çalışıyor, bu, sağda bir muhalefet demek ve Türkiye’nin iktidar alternatifi hep sağda olacak demek.
3. Doğu, Güneydoğu’daki sancıya nasıl bakıyor Ağar? Bu noktada Ağar’ın bir geçmişi var. Yer yer “örtülü operasyonlar” diye suçlanan yoğun mücadeleler içinden gelmiş. Muhtemelen bölgede çok tutulmayan bir geçmişi var. Ama Ağar, oraya yönelik yeni bir çıkış içinde. En son “Dağda silah taşıyacaklarına ovada siyaset yapsınlar” açıklaması, “Hükümet bir öneri getirirse risk üstlenirim” sözü ve “Çocuğu ölen analar arasında ayrım yapmama” çizgisi, tartışma getirdi. İlginçtir bu duruş, Ağar’ın dünlerdeki misyonuna sahip çıkacak olan “ulusalcı” kesimin tepkisine sebep oldu, buna karşılık hükümet nezdinde ve bölge insanında olumlu karşılık gördü.
Peki bu konuda ne yapıyor Ağar?
Şöyle bir soru var:
-Acaba Ağar’ın bu çıkışı, Amerika’nın koordinatör göndermesi ile bağlantılı mı? Yani sorunla ilgili olarak uluslararası bir proje çerçevesinde bazı adımlar atılmaya başlandı da Ağar buna paralel bir duruş mu sergiledi?
Bölge, Kuzey Irak, PKK, Kürt meselesi... Bunların uluslararası bir nitelik taşıdığı açık. Sorunun Türkiye’nin ABD ile ve AB ile ilişkilerinin de kritik alanlarından biri olduğu belli. Onun için sayılan konularla ilgili tüm projelerin uluslararası bir boyutu olacak. Bölge eksenli Kürt hareketi de uluslararası enstrümanları devrede tutuyor. Bu durumda ortaya koyacağınız tüm tavırlar, varıp bir uluslararası planla ilişkilendirilecek. Ağar’ın veya Hükümetin duruşlarının da uluslararası hesaplarla ilintilenmesi tabii.
Ama bu çıkışların uluslararası hesaplarla ilintilenmesi mutlak yanlışlığı anlamına gelmeyebilir. Nihai planda ortaya konan önerinin içerde sorun çözücü muhtevasının bulunup bulunmadığına bakmak lazım.
Ağar’ın çıkışına böyle bakıldığında ne söylenebilir?
Ortada henüz çok net bir plan bulunmadığı açık.
Ağar,
Bir, dağdakilere silahı bırakıp ovaya inme çağrısı yapıyor, belki bir siyaset yapma imkanı sunulabileceğini vaad ediyor,
İki, dağda çocuğu bulunan analara ulaşmak için “Sizin acınızı anlıyorum” gibi bir jestte bulunuyor,
Üç, Ağar henüz hükümet olmadığı için bu konuda hükümetin atacağı adımlara destek çıkacağını söylüyor.
Çıkışın bu niteliği, dağdan şehire nasıl inileceği, inenlerin adli bir takibata tabi olup olmayacağı, kimin nasıl bir muamele göreceği, siyasetin niteliğinin ne olacağı (DTP siyasetinin sorunlu yapısı dikkate alındığında...) noktalarında net değil. “Anaların acısında fark gözetmeyiz” yaklaşımı, “Dağdakilerin anaları” ile “Şehit anaları” gibi bir çatışma ortamı doğurabilir. Genelkurmay Başkanı’nın çıkışı bu polemiği zaten patlatmış durumda.
Hükümeti rahatlatma konusu ise, Ağar’ın Ak Parti tabanı ile sıcak temaslar yaklaşımının tabii uzantısı... Özellikle bu meseledeki yaklaşımı, eğer bir adım atma niyeti taşıyorsa, hükümete can simidi niteliği arzediyor.
Bir de şu: Hatip Dicle, etnik bir siyasi hareket hüviyetinde görünen DTP’nin Kürt oylarının ancak yüzde 25’ini aldığını, geriye kalan yüzde 75’in islami duyarlılığa sahip olduğunu söyledi. Demek orada, yüzde 75’lik bir Kürt oyu daha var ki, o henüz DTP’nin etki alanına girmemiş bulunuyor. Kaldı ki gene Hatip Dicle, DTP’ye oy verenlerde bile islami duyarlılığın önemli bir motif olduğunu belirtiyor. Sonuçta Ak Parti orada DTP’den fazla oy aldı. Vaktiyle Refah oyları da kayda değer miktardaydı. Ağar’la DYP’nin de bölge insanıyla his buluşması sağlamaya yöneldiğini düşünmek mümkün. Nitekim Ağar’ın son konuşmaları, özellikle bölgede sıcak yansımalar buldu. CHP, Ağar’ın çıkışını negatif propaganda için kullanıyor. Bu da ilginç. Böylece CHP, Ağar’ın “devletle ilgisi”nden öte bir “devlet partisi” niteliği taşıdığını görüntülüyor. Üstelik hiçbir çözüm projesi ortaya koymadan. Bu, “reaktif” davranışın tipik örneği...
Ağar, DYP’de sorumluluk aldığından şu ana kadarki yürüyüşünde dikkatli adımlar atıyor. Söyleminde henüz flu - netleşmemiş alanlar olmakla birlikte, söylediklerinde itina var.
Bakalım sonraları ne olur?
Farklı çevrelerden sorulan
sorular nasıl karşılık bulur?
Türkiye’de siyasetçiler, soruyu soranın durduğu, yani mesajın ulaşacağı yere göre de tavır alırlar... Genelde halka başka, farklı çevrelere başka mesajlar bu sebeple verilir. Siyasetçi sınavdadır. İzlenir ve notları ona göre verilir. Ağar da hem halk tarafından hem güç odakları tarafından izleniyor. Bakalım nereye varılacak?
ahmettasgetiren.com.tr, 26.10.2006
|
Ahmet TAŞGETİREN
27.10.2006
|
|
|
Siyaset gerçek hizasını buluyor |
Siyasetin rutine girdiği, herkesin daha milliyetçi, daha üniter kesildiği bir ortamda, devletin siyasetçisi görülen Mehmet Ağar’ın çıkışı oyunun gidişatını etkiledi.
CHP ve onun etkisindeki ANAP’ın giderek daha ulusalcı bir çizgiye geldiği, Kürt sorununu görmezden gelmekle kalmayıp çözüme yönelik her adıma öfkeyle karşı çıktığı, Avrupa Birliği’ni Türkiye’yi bölmeye yönelik bir gelişim olarak değerlendirdiği bir ortamda, iktidar partisi de selameti milliyetçi çizgiye kaymakta bulmuştu.
Özellikle Erdoğan’ın Diyarbakır gezisinin ardından, Şemdinli’de art arda patlayan bombalar iktidarı rahatsız etmiş, Kürt sorunu bir kenara atılmış, adı bile ağza alınmaz olmuştu.
Böyle bir ortamda Ağar’ın “Dağda silah taşıyacağına ovada siyaset yapsınlar” açıklaması ve Genelkurmay Başkanı ile giriştiği polemik gündeme geldi.
Ağar’ın bu tartışmada geri adım atar bir tavır takınmaması ve sözlerinin arkasında durması, çıkışının ağırlığını artırdı.
DYP’nin Türkiye’nin en önemli sorunu karşısında rutin dışı, ülke koşullarında radikal bir çıkış yapması herkesi afallattı, ister istemez AK Parti’yi de.
Ülkenin temel sorunlarına kafa yorması gereken, çözüm önerisiyle halktan oy isteyecek olan siyasetçiler bu coğrafyada nedense devletin memuru gibi görünür.
Subay sınıfı, siyaseti kendi denetimi altında çalışan ve çizilen sınırların dışına çıkmaması gereken bir alan olarak görür.
Böyle bir anlayışın bizi getireceği nokta, siyaset sınıfının yol, havaalanı, ihale işleriyle uğraşıp gerekirse yolsuzluğa bulaşması ama devletin temel politikası hakkında fikir üretmemesidir.
Açıkçası siyaset sınıfı da bu role uygun davranagelmiştir. Kendisine sosyal demokrat diyebilen CHP’nin milyon dolarlık parti binası olmasına rağmen bir araştırma merkezi olmamasının ana nedeni budur.
Ama sorun CHP ile sınırlı kalmamaktadır.
Bütün siyasetçiler kendilerini askerin bir adım gerisinde görmektedir.
Devletin adamı olarak değerlendirilen Ağar çıkışıyla hizayı bozmuştur .
Siyasetçinin güçlü ve dirayetli olması, ülke sorunlarına çözüm yolları önermesi ve bunları savunması, ordunun yapısıyla ilgili bir konu değildir.
Elbette Türkiye’nin güçlü bir orduya, polis teşkilatına ihtiyacı vardır.
Ama Türkiye’nin etkin ve bağımsız bir yargı sistemine, barış ve huzur içinde yaşamaya da ihtiyacı vardır.
Siyasetçinin görevi bu ortamı sağlamaktır.
Şimdi merkez sağdan gelen bir parti, radikal bir çıkış yapmış ve bu ortamı sağlamaya yönelik bir öneride bulunmuştur.
Ağar’ın çıkışı kimilerini kızdırmış, rahatsız etmiş olabilir. Demokrasi rahatsızlıkları sistem içinde özümseme rejimidir bir bakıma.
Kimin tepkisi ne olursa olsun Ağar, amaçsız akan kanı durdurma, barış ortamını kurma yolunda sivil siyasetin de söz hakkı olduğunu göstermiştir.
Bu çıkış AK Parti’nin de kendi hizasını bulmaya yardımcı olacağından yerinde bir çıkıştır, desteklenmesi gerekir.
Sabah, 26.10.2006
|
Ergun BABAHAN
27.10.2006
|
|
|
Ağar ve Türkiye’nin ihtiyacı |
Geride bıraktığımız bayramı en iyi değerlendiren politikacı, hiç kuşkusuz, DYP genel başkanı Mehmet Ağar’dı. Bayramın ilk günü çok satan iki gazetede birden görüşlerini kamuoyuyla paylaşma fırsatı buldu Ağar... Bayram ziyaretlerinde açılan söyleşilerde en çok onun adının geçtiğini de biliyoruz.
Mehmet Ağar’ın iletişim uzmanlarıyla çalışmaya başladığı hemen belli oluyor. Bir süre öncesine kadar televizyon ekranlarından evlerimize misafir olan Mehmet Ağar’lı DYP reklâmları ne kadar iticiydi; şimdi ise o günler geride kalmışa benziyor. Her çıkışı hesaplı, her görüntüsü bir amaca hizmet eder, mecraları iyi kullanır bir Mehmet Ağar var karşımızda. Kentlerde gazetelerin daha bir iştahla okunduğu bayramın ilk gününe iki çok satan gazetenin manşetini parselleyerek girmek bile tek başına bir ‘iletişim başarısı’ sayılabilir.
DYP liderinin son zamanlarda vermekte olduğu mesajın içeriğiyle bazılarının sorunu olduğu görülüyor. ‘Devlet’ denildiğinde ilk akla gelen kişilerden biri Mehmet Ağar; uzun yıllar Emniyet teşkilâtında çalıştı, politikaya geçtikten sonra da ‘devlet’ ile özdeş görünme özelliğini yitirmesine yarayacak bir çabası olmadı. Kamuoyuna açıklanan iki MİT raporunun ikisinde de adı bir biçimde geçiyor; ‘Susurluk’ konulu yazılı metinlerde ise onun adıyla karşılaşmamak neredeyse imkânsız. Kimi şimdiki çıkışını geçmişi hatırlatarak önemsiz buluyor; kimi de geçmişine takılıp şimdiki çıkışının samimiyetini sorguluyor...
Oysa, ‘devlet’ kavramıyla irtibatını düşünerek Ağar’ın söylediklerine daha fazla önem vermemiz gerekmez mi? Dağdakini ovaya indirme ve silâhı bırakana siyaset yoluyla mücadele etme aklını vermek, sadece ‘ileri bir teklif’ olduğu için değil, bu teklif Mehmet Ağar’dan geldiği için de önemli. Geçmişte benzeri tekliflere Mehmet Ağar’ın reva gördüğü türden cevaplarla bugün kendisinin karşılaşması ise kaderin garip bir cilvesi sayılmalıdır.
‘Oy için’ yakıştırmasıyla mesajı küçümseme eğilimi hemen göze çarpıyor. Politikacı ağzını açarken de, adımını atarken de oy hesabı yapacak elbette. Bu tür ‘ileri teklifler’, yapana oy getirse ve iktidar olmayı garantileseydi oyların ya DTP benzeri partilere, ya da her seçimde birden fazla örneğiyle karşılaşılan liberal partilere akması gerekirdi. Mehmet Ağar’ın bu teklifi, özellikle başında bulunduğu DYP’nin kırsal kökenli tabanı düşünüldüğünde, oy hesabı açısından riskli de... Kentli seçmenin ise, önemli bir mesaj verdi diye bir çırpıda oyunu Ağar’ın partisine yönelteceğini düşünmek gerçekten safdillik olur...
Peki de, Ağar gibi adı ‘devlet’ sözcüğünü çağrıştıran bir politikacı böylesine keskin bir çıkışı neden yapmış olabilir? Hem de akıllıca kotarılmış bir ‘iletişim planlaması’ eşliğinde?
Benim aklıma gelen ‘sebep’ çoğunuza ilk elde uçuk görünebilir: Mehmet Ağar, DYP’ye yeni oylar gelsin, ya da kendisiyle aynı safta buluşmada tereddütlü davranan liberal seçmeni yanına çeksin diye değil, adıyla özdeşleşen ‘devlet’ eksenli bir hassasiyeti ön planda tutarak yapıyor olabilir bu çıkışını... Devleti tık nefes haline getirmiş PKK sorununu çözmekte “Türkiye’ye ve kendine özel şartlar” yüzünden zorlanan Ak Parti hükümetini rahatlatmak ve doğru yönde harekete geçirmek amacıyla...
Her fırsatta yazıyorum: Türkiye ‘PKK terörü’ belâsını başından def edebileceği bir dönemeçte; ülkeyi yönetenlerin gidişin yönünü doğru okuyup doğru kararlar alması gerekiyor. Mehmet Ağar, son çıkışlarıyla, iktidara böyle bir fırsat sunuyor.
Onun niyeti farklıysa ve çıkışındaki temel motivasyon -benim tahminimin aksine- oy hesabıysa bile, Mehmet Ağar’ın çıkışı, iyi değerlendirilebildiği taktirde, hükümetin ve Ak Parti’nin yararınadır. Demokrasinin önünü açmaya yarayacak bu girişiminde, DYP lideri Mehmet Ağar’ı, sözlerini hayata geçirme yolunda inisiyatif almaya teşvik etmelidir Ak Parti hükümeti...
Türkiye’nin ihtiyacı budur.
Yeni Şafak, 26.10.2006
|
Fehmi KORU
27.10.2006
|
|
|
Mesajlar |
Nutuk bazen, sadece bir nutuk; önemli günler vesilesiyle yayımlanan bir mesaj bazen sadece bir mesajdır. Geriye gidip gazete arşivlerini karıştırıp bir önceki yılın veya birkaç yıl öncesinin “önemli gün mesajı” ile elinizdekini karşılaştırdığınız zaman “tıpkısının aynısı”nı bulma ihtimaliniz acaba ne kadardır?
“Mesaj” yayımlama işinin alışkanlıklarla yürüdüğü anlaşılıyor. Kalıp cümleler, kalıp tamlamalar, anlamına takılmadan “resmî” bir görevin yerine getirildiğini düşündürür. “Anlamına takılmamak” yapılan işi bütünüyle anlamsızlığa iter mi? Anlamsız bir iş yaptığı düşüncesini kabul edecek, üzerine alacak bir makam tasavvur edilemez. Adı üzerinde mesaj: Devletimiz, devletimizin yüksek mercileri halkına bilgi veriyor, yol gösteriyor, yüksek hedeflere sevk ediyor. Cumhurbaşkanlığı makamının verdiği mesajlar gibi.
Ramazan Bayramı mesajında Cumhurbaşkanı’mız gençlerin eğitimine dair önümüze standartlar ve prensipler koyuyor. “Çocuklarımızın ve gençlerimizin çağdaş eğitim almalarına, aklın ve bilimin öncülüğünü kabul etmiş, sistemli düşünen, tartışan, üreten, barışa, emeğe, insan haklarına inanan, demokratik değerleri her şeyin üzerinde tutan aydın kuşaklar olarak yetiştirilmelerine özen gösterilmelidir.” “Sistemli düşünmeyi”, “tartışmayı” bir değer olarak yücelten Cumhurbaşkanı’nın sözlerini tartışmak ve bu sözlerde “sistemli düşünce” aramak örnek bir çaba olmalı; değil mi? Mesela “emeğe, insan haklarına” “saygı göstermek” yerine Cumhurbaşkanı’nın vurguladığı gibi “inanmak” nasıl bir tutum ve düşünce olabilir? Emeğe nasıl inanılır? İnsan hakları gibi haklar inanç alanı mıdır? Öyle ise bu ne tür bir inançtır?
“Bizler, içeriden ve dışarıdan yönlendirmelerle yaratılmaya çalışılan yapay tartışma konularını bir yana bırakıp, Ülke’nin, çağdaş dünyada saygın yerini alması hedefinde bütünleşmeyi başarmak zorundayız.” diyor mesajında Cumhurbaşkanı’mız. Sonra ekliyor: “....gereksiz tartışmaların ülkemize ve toplumumuza zarar vereceği unutulmamalıdır.” İçeride ve dışarıda bu yönlendirmeleri kimler yapıyor? Bunlar “yapay tartışmalar”ı nasıl başlatabiliyorlar? Somut olarak nedir bunlar? Neyle karşı karşıyayız? Ülkemizin “çağdaş dünyada saygın yerini alması hedefinde bütünleşmeyi başarmak” şeklindeki dolambaçlı ibareden neleri anlayabiliriz? Birincisi çağdaş dünyanın içinde değiliz. İkincisi, saygın değiliz. Üçüncüsü, hedefimiz “çağdaş dünyada saygın olmak”. Bunun için de bütünleşmek zorundayız. Ama, “yapay tartışmalar”ı bir kenara bırakırken, “gereksiz tartışmaları”n ülkemize zarar vermesini engellerken, nasıl “sistemli düşünen ve tartışan” bireyler olarak kalacağız? Neyin “yapay” olduğunu, neyin “gereksiz” olduğunu tartışamayacak mıyız?
Kalıp bir ifade şeklinde yer alan “aydınlanmacı çizgi” nedir? “Türkiye’nin yolu aydınlanma ve çağdaşlaşma yoludur ve ülkemiz bu yoldan geri döndürülemeyecektir.” sözünden, vatandaşlar olarak ne anlayacağız. “Çağdaşlaşma”yı aşağı yukarı biliyoruz; ama “aydınlanma yolu” nedir? 18. yüzyılın Aydınlanma Felsefesi midir, söz konusu olan? Aydınlatanlar kimlerdir? Aydınlanmaya ihtiyaç duyanlar var mıdır? Bizim bu ikili yolda zorlu bir yürüyüş içinde olduğumuz, birilerinin de “geri döndürmeye” niyetli olduğu anlaşılıyor. Bu niyeti taşıyanlar ne yapmaktadır?
Bu ifadelerin bütününde “sistemli düşünce”yi bir kenara bırakalım, açıklık ve seçiklik nerdedir? “Devlet büyüğümüzün sözü” diye üzerinde duralım, ama anlayabileceğimiz bir ifade var mıdır? Bu sözler, şerh edilecek, tefsir edilecek, farklı yorumlara konu edilecek “kutsal” sözler midir?
Ben diyorum ki, Türkiye’nin boğucu, verimsiz, tüketici bir düşünce atmosferi var. Bu atmosferi oluşturan muharrik güçlerin başında devletlilerimizin “mesaj”larının da katkıda bulunduğu obskurantizm (düşünceyi belirsizleştirerek, saçmalaştırarak eleştirilmesini engellemek) alışkanlığı bulunuyor. Muğlak, müphem, karanlık ifadeler, anlamı üzerine kafa yormadan sırf alışkanlıklarla tekrarlanan özel bir jargon ve kalıp hükümler aklımız ve düşüncelerimiz üzerinde cendere oluşturuyor. “Sistemli düşünce”yi ve eleştiriyi içeren “tartışma”yı yok ediyor. Bu dil ile ancak cadı avına çıkılabilir. Engizisyon mahkemeleri kurulabilir. Toplumu bir şizofreniye mahkum ederek topluca karanlığa kurşun sıkılabilir.
“Aydınlanma Felsefesi” içinde her farklı fikrin ve tezin bulunduğu zengin bir yelpazedir. Aydınlanma’dan önce aydınlığa ihtiyacımız var. Devletimizin mesajlarını, şüpheye, yoruma pay bırakmadan aydınlıkta okuyabilmeliyiz. Biraz da “sistemli düşünce”ye kapı aralayacak tutarlılığa rastlarsak, işte o zaman “çağdaş dünyada saygın bir yer” edinmek, ham bir hayal olmaktan çıkacaktır.
Önümüzdeki Cumhuriyet Bayramı mesajlarını aydınlıkta okumak umuduyla.
Zaman, 26.10.2006
|
Mümtaz’er TÜRKÖNE
27.10.2006
|
|
|
|