Harp Akademileri’nin 2006-2007 öğretim yılının açılış konuşmasında, kendisinden önce konuşan kuvvet komutanları gibi Genelkurmay Başkanı da ‘irtica’ ve ‘bölücülük’e çattı.
Bu konuşmanın ilk dikkat çeken yönü, önceki konuşmalardan farklı olarak, ‘Almanak Türkiye: Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim’ başlıklı ‘TESEV Raporu’nu öne çıkarmış olmasıdır. Bunun özel bir anlamı var.
Hatırlarsak, komutanların beklenen konuşmaları dolayısıyla medya bir süredir öyle bir hava estirmişti ki, birçoğumuz yeni bir ‘28 Şubat’ın gelmek üzere olduğunu sanmıştık. Hatta, içine girdiğimiz dönemin ‘28 Şubat’la olan benzerliklerine dikkat çeken tahliller yapılmıştı. Bu hava içinde, itiraf edelim, birçoğumuz Genelkurmay Başkanı’nın ‘daha sert’ bir konuşma yapacağını bekliyorduk. Öyle olmayınca da pek çok kişi rahatladı.
Sanıyorum ki, bu yorumun ve ona bağlı olan ‘rahatlama’ hissinin yanlış olduğu artık ortaya çıkmıştır. Yani, ‘28 Şubat değilmiş’ diye sevinecek bir durum yok. (...)
Bu çıkışların temel nedeni, son yıllarda AB’ye uyum gereği olarak yapılan kimi anayasal ve yasal-idari düzenlemelere de bağlı olarak, silahlı kuvvetlerin anayasal sistem içindeki rolüne ilişkin geleneksel anlayışta bir değişmenin ortaya çıkmaya başlamasıdır.
Bilinen nedenlerle, AB projesine doğrudan doğruya karşı çıkamayan askerler, bu durumda anayasal ve yasal değişikliklerin şekli gereklerine uymakla, sistem üzerindeki söz söyleme ‘hakları’nı muhafaza etmeyi bağdaştıracak yeni bir strateji geliştirme arayışına girdiler.
Bu strateji, bir yandan silahlı kuvvetlerin sivil kontrolünün aşırı vurgulanmasına ve sürekli gündemde tutulmasına karşı sesini yükseltmeyi gerektirmektedir. Özellikle de, ordunun politik rolünden büsbütün soyutlanarak sırf teknik bir cihaz olarak algılanması ihtimaline kesin olarak karşı çıkılmalıydı.
Bundan dolayı, askerlerin stratejisinin ikinci ayağını, silahlı kuvvetlerin sistem üzerindeki söz ‘hakkı’nı meşrulaştıracak yeni bir söylem geliştirmek veya zaten var olan bu söylemi daha da öne çıkartmak oluşturmaktadır.
Bu söylemin temel dayanaklarından biri tarihsel-kültüreldir (‘ordu-millet’ fikri gibi), diğeri ise ideolojik. Son zamanlardaki şehit cenazelerinden anlaşılabileceği gibi, kültürel dayanak her konjonktürde fazla işe yaramayabileceğinden, bir şekilde anayasal yorumla desteklenmiş ideolojik bir meşrulaştırmanın daha operasyonel olacağı düşünülmüş olsa gerektir.
Onun içindir ki, silahlı kuvvetlerin siyasal sistemin meşru bir aktörü olduğuna bizi ikna edebilmek için, komutanların hepsi bu meseleyle hiç bir ilgisi bulunmayan Anayasa hükümlerini -hukuk teorisine katkıda bulunacak şekilde- ezoterik bir yoruma tabi tutmaktadırlar.
Star, 5.10.2006
|