Modernleşme her anlamda “ İlericilik “ değildir. “ İrtica “ bazen modern ve çağdaş yaşama yandaş olur, ama çağdaş hukuk ve insanlık anlayışına zıt olan “ Faşizm “i veya “ Komünizm “i de getirebilir. Bu açıdan Hitler Almanya’sı veya Stalin Rusya’sı, kadın erkek ilişkilerinde ve dine karşı tutumlarında “ İrtica “yı temsil etmiyorlardı. İki rejim de “ Pozitivizm “den yanaydı.
Ama bunlar çok sesliliğe, sivil toplumun özgürlüklerine karşı olan “ Militarist “ ve “ Totaliter “ rejimlerdi. Bunlar dünyada “ İrtica “yı temsil ediyorlardı. Yani gericiydiler.
Geçmişte benzer deneyimleri yaşayan ülkeler, anayasal demokrasinin ve çok sesli sivil toplum modelinin varlığının, devletin geleceğinin de güvencesi olduğunun bilincindedirler. Bu nedenle, ülkenin sosyo-politik sorunları konusunda, mesela “ İç ve dış tehditler “ sıralamasının belirlenmesinde kararlar hem “ Sivil siyaset “in, hem de “ Güvenlik bürokrasisi “nin katılımıyla ve “ Ortak sorumluluklar “ın bilinciyle verilir.
Sivil siyasetin hastalığı olan “ Popülizm “ nasıl ülkenin istikrarı ve geleceği için tehlikeler oluşturursa, aynı şekilde “ Militarizm “ de, ülkenin toplumsal dengeleri ve iç-dış barışı için tehlikelidir.
Bu gerçekleri içinde yaşayan ve dünya savaşlarında perişan olan Avrupa ülkeleri, bizim için de temel ilkeler haline gelen “ Kopenhag Kriterleri “nin içeriğini kutsamaktalar. Bu nedenle mesela Avusturya’da aşırı milliyetçi bir siyasal tırmanma olduğu zaman, AB bu ülkeyi izole etmekte tereddüt geçirmedi.
MİLİTARİZM
AB ile üyelik müzakerelerinin yıldönümünde artık öğrenmiş olmamız gerekiyor. Türkiye’de de aşırı milliyetçi veya militarist bir tırmanma olduğu takdirde, Türkiye ile ilişkiler askıya alınacaktır. Aynı şekilde bir siyasi parti şeriat düzeni programı ile Türkiye’ye totaliter bir dinci rejim vaat ederek seçmenden oy isterse, bu da Avrupa yolunu kesecektir.
Sovyetler’in çöküp parçalandığı 1990’lara kadar, Türkiye’de rejimin demokrat veya antidemokrat olması önemli değildi. Önemli olan Türkiye’nin Batı İttifakı içinde kalmasıydı. Askeri darbe dönemlerinde de Türkiye komünizme karşı “ Hür Dünya “nın üyesiydi. Faşist Franco’nun İspanyası da, Salazar’ın Portekiz’i de, Albayların Yunanistan’ı da öyleydi. Nitekim 27 Mayıs askeri darbesinin ilk açıklaması “ NATO’ ya, CENTO’ ya bağlıyız “ şeklinde olmuş ve Menderes’in idam edilmesi de Türkiye’nin “ Hür Dünya “daki yerini değiştirmemiştir.
Ama şimdi dünya eskisi gibi değil. “ İç ve dış tehditler “ kavramları da, “ Güvenlik “ olgusu da, farklı boyutlarda. Örneğin Türkiye’nin güvenliğini ve istikrarını sarsacak en büyük tehlike, AB’den kopmamız ve sadece ABD müttefiki bir Ortadoğu ülkesi konumuna itilmemiz değil mi?
Türkiye’ye gelen her AB temsilcisine (Bugün Hansjörg Kretschmer, dün Karen Fogg) yıpratma kampanyaları açmak, aslında bir belirli akımın sözcüsü olmak değil midir bu anlamda?
KARARLILIK
Bunları neden yazdığımız konusuna gelince... 28 Şubat post-modern darbe döneminde, Batı Grubu’nun önde gelen bir generaline Taha Akyol, “ Neden söylemleriniz konusunda sosyologlara, siyasal bilimcilere danışmıyorsunuz “ diye sorunca, “ Kararlılığımız sarsılmasın diye kimseye danışmıyoruz “ cevabını aldığını anlatır.
Bu günlerde sıkı sık seslendirilen “ İrtica Tehlikesi “ konusunda da, aynı “ Danışmasız Kararlılık “ olgusu varsa, önümüzdeki seçimde AK Parti daha büyük çoğunlukla iktidarı koruyacak demektir. Daha da ilerisi, bu söyleme fazlaca sarılan CHP de, geçmişteki gibi seçim barajının altında kalabilir.
Çünkü belirli bir kesim dışında geniş toplum kesimlerinin “ İrtica tehlikesi “ söylemlerinin Ankara’daki koltuk kavgasını yansıttığı izleniminde olduğunu gözlemekteyiz. Ayrıca içeriği açılmamış soyut “ İrtica “ kavramından, yine geniş kitlelerin “ Din “i anladığını da izlemekteyiz.
Sabah, 5.10.2006
|