Türkiye gibi ülkelerde bir sorun çözülse, çözüm bekleyen sayısız sorun gündeme gelir. Ama bu sorunlardan (İç ve dış güvenlik dışında) hiçbiri, askerin görev ve yetki alanına giren sorunlar değildir.
O zaman neden hala geçmiş darbeler hatırlanıp, hala generallerin konuşmaları, farklı siyasi endişeler içinde izleniyor? Veya komuta kademesindeki bir değişiklik, ülkede sanki siyasi kadrolardaki değişiklikmiş gibi algılanıyor?
Bunu geleneksel devlet yapısındaki dengelere bakarak anlamaya çalışırsanız, yeni başbakan olan Celal Bayar’ın “ Benim yetkilerim ne “ sorusuna Atatürk’ün verdiği cevapta belki bulursunuz:
-Komutanların terfilerine tayinlerine ben karar veririm. Orduya karışma. Büyükelçileri ben belirlerim. Dış politikaya karışma. Valileri, polis müdürlerini ben tayin ederim. İçişlerine karışma. Gerisini bildiğin gibi yap.
Bu sorunun sorulduğu 1937’de Atatürk “ Kişi “ olarak vardı. Bugün ise bazıları “ Kurumsal Atatürk “ü mü temsil ediyor? Bu durumda seçilmiş siyasetçiler, bazı alanlarda yetkileri olan “ Politik taşeronlar “ konumunda mı? Veya gerginliğin temelinde “ Cumhurbaşkanını biz belirleriz. Gerisini sen bildiğin gibi yap “ söylemi mi var?
Sabah, 4.10.2006
|