AB’nin Genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn de dün Ankara’da “AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var” diye konuştu.
Var ama nasıl bir Türkiye’ye? Demokratik özgürlüklerin, kişi hak ve özgürlüklerinin, azınlık haklarının, asker-sivil ilişkilerinin “Avrupa standartları”na uyduğu bir Türkiye’ye. Bush’un verdiği destek de Türkiye’nin böyle olacağı “varsayımı”ndan hareket ediyor. Oysa, Türkiye’nin cumhurbaşkanı, gerekçesi ne olursa olsun “hak ve özgürlüklerin kısıtlanabileceği”nden söz ediyor. Üç kuvvet komutanı, bir hafta içinde sırayla “siyaset” konuştular.
En son, Genelkurmay Başkanı, “koordine olduğu” izlenimini veren, aynı doğrultuda bir konuşma yaptı. Hem de “mesajları”nı, ülkenin Başbakanı’nın Beyaz Saray’da görüşme günüyle denk getirerek. Ankara, aslında Çankaya’nın Tayyip Erdoğ an’ın eline geçmesinin ve hatta mümkünse 2007 seçimlerinin Ak Parti tarafından kazanılmasının önlenmesi “savaşı”nı başlatmış vaziyette. Bırakın dış dünyayı, Türkiye’de aklı başındaki hiç kimse, konunun “münhasıran” irtica olduğunu düşünmüyor.
“İrtica” kavramı, yerine göre, Tayyip Erdoğan, Ak Parti, Ak Parti iktidarı ile eş anlamda kullanılıyor. Bir ülkede bu tür “iktidar mücadeleleri” olabilir. Bunda anlaşılmayacak, esrarengiz bir yan yok. Ama, böylesine yürütülen bu mücadele, Türkiye’nin AB perspektişerini tıkamak ve AB’de sayıları ve etkileri hiç küçümsenmeyecek “Türkiye karşıtları”na da bayram ettiriyor olmalı. Askerlerin haftada ortalama üç kez “iç siyaset” konuştuğu ve hükümete karşı Cumhurbaşkanı ile bir olarak kampanya yürüttüğü bir ülke, Güneydoğu Asya’da tuhaf karşılanmaz ama Avrupa Birliği için “olmazsa olmaz” nitelikteki “Kopenhag Kriterleri”ne uyum manzarası ortaya koyduğu da pek söylenemez. Güneydoğu Avrupa’da olması, Avrupa’da kabul görmüyor.
Nitekim, dünkü New York Times gazetesi, bu “irtica tehdidi” söylemine ilişkin haber yazısında, askerlerin devlet içinde İslamcı kadrolaşmadan rahatsız oldukları na ve iktidarın Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefine karşılık İslamcı gündem peşinde bulundukları kuşkusu taşıdıklarına değindikten sonra, “Fakat bir çok Batılı gözlemci, ki buna Türkiye’nin adaylığını değerlendiren AB yetkilileri de dahil, askerleri İslamcılar kadar demokrasiye bir tehdit olarak görüyor.
Generaller, milliyetçiliğin tehlikeli bir biçimi teşvik etmekle, özgürlüklerin kı- sıtlanmasını savunmakla, Kürtleri ezmek niyetleriyle suçlanıyorlar” satırları na yer veriyor. Tayyip Erdoğan’ın AB’ye tepki babında ikide bir söylediği “Olmazsa Ankara kriterlerini uygular yolumuza devam ederiz” sözlerine ilişkin, “Öyle bir şey olmaz. O, Mamak kriterleri olur ve ilk iş olarak Tayyip Erdoğan’ı götürür” görüşümüzü birkaç vesile ile dile getirmiştik.
Gelinen noktada, Washington ve Londra dönüşü, Tayyip Erdoğan’ın yapacağı ilk iş, “Kopenhag Kriterleri’ne asılmak” ve kendi dar çevresinin dışına çıkarak, hasar verdiği “demokratik güçlerle ittifak” tazeleyecek politikaları canlandırmaktır. Hem kendi bekası hem de Türkiye’nin selameti için..
Bugün, 4.10.2006
|