Ramazan geldi, din eksenli tartışmalar yeniden başladı. Bilen, bilmeyen, anlayan, anlamayan giydiriyor da giydiriyor, cemaatlere, tarikatlara... Ne var ki, problemin bir ayağı her zaman dışarıda kalıyor. Konuşulmuyor, üstü örtülüyor bu mevzunun. İnsanlar, niçin cemaatlere, tarikatlara girme ihtiyacı hissediyor? Ortada bir ihtiyaç olduğuna kuşku yok. Bu ihtiyaç, bireyin, manevi aydınlanma ihtiyacıdır.
Birçokları Ahmet Hakan gibi maneviyat ihtiyacı içindeki gençlere “kafana göre takıl” önerileri yapabilir. Zihinsel aydınlanmasını tamamladığı nı, kendini aştığını, entelektüel olduğunu sanan insanları n, bu manevi iklimden nasiplenmek istememeleri, onların bilecekleri şey elbette. Ama çağlar boyu, toplumu bir arada tutan, adeta tutkal görevi gören bu kurumlar, yardımlaşmayı, paylaşmayı, dayanışmayı aşılayarak, Türk- İslam sentezi içinde büyük bir medeniyetin inşasında önemli bir rol oynamıştır.
Bugün, bu kurumların eskidi- ğine, sahte şeylerin, hacıların, hocaları n eline düştüğünü, bir menfaat şebekesi haline geldiğini söyleyerek, bu oluşumların asli vazifesini bir kenara fırlatıp atamayız. Herkesin bildiği ve kimi zaman da dillendirdiği gerçek şu; Diyanet İşleri Başkanlığı, halkın dini ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak!
Yapısı gereği, kuruluş amacı gereği, felsefesi gereği zaten bu boşluğu dolduramaz Diyanet. Diyanetçilerin de bir kabahati yok.
Onlar da sorumlu değiller. Ne de olsa Diyanet İşleri Başkanı dahil, bu kurumda çalışan herkes devletin birer memuru.
Yıllar boyu TRT’de yayınlanan İnanç Dünyası programı sözgelimi. Bu programı izleyerek bir insanı n kendi dininden manevi feyiz aldığını gören, bilen varsa bize de haber versin.
Katı devletçi, bürokratik bakış açısıyla hazırlanan böylesi bir programdan nasıl bir fayda umulabilir ki... Aynı şey, din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri için de geçerli. Utanmasalar bazıları, bu derslerin içinden İslamiyet’in, kendi dinimizin adının çıkarılmasını bile isteyecekler. Yerine ne koyalım beyler, Budizm, fiamanizim, fiintoizm mi?
Bugün yogayı öven, Budizm’in ruha iyi geldiğinden dem vuran bir mantık, Tasavvuf gibi Peygamber Efendimiz’in “gerçek cihat, insanın nefsiyle yaptığı cihattır” felsefesinden yola çıkarak insanı, iyiye, güzele yönelten bir manevi dinamiği yok etmeye çalışıyor. Yerine ne koyalım?
İkebana çiçek süsleme sanatı nı mı?
Bugün, cemaatler için de, tarikatlar için de pek tabii ki yanlış, hatalı, akıl ve vicdan sahibi hiç kimsenin kabul edemeyeceği şeyler olabilir. Ama Türkiye’de hangi kurumda bu tip yanlışlıklar yok ki... Biri bize gösterse de bilsek. Cemaatler, tarikatlar şeffaf de- ğilmiş.
Beyler, şeffaf olma hakkı tanı ndı mı bu kurumlara? Yaşama hakkı tanındı mı? Var olma savaşlarını ancak bu gizlilik perdesi içinde sürdürebildi bu yapılar.
Elbette şeffaf olsunlar, açık olsunlar ama siz önce elinizdeki çiçek görünümü altındaki silahları bir bırakın. Samimi olduğunuzu gösterin.
Açıklık, şeffaşık isteyenler, önce samimi olarak kendi kliklerinde, cemaatlerinde, kendi dar dünyaları nda şeffaşık göstersinler. Hangi menfaat şebekelerinin, bu ülkeyi ne gibi uçurumlara sürüklediğini herkes biliyor. Bu menfaat şebekeleri içinde yer alanlar, hangi tarikata ya da cemaate üye acaba? Masonik tarikatlar olmasın bunlar...
Mübarek bir aya girdik. Bu öyle bir ay ki, oluşturduğu manevi hava, hepimize yeter. Ama hâlâ birileri oksijen maskesi taktıktan sonra toplumun manevi damarları na sârin gazı enjekte etmeye uğraşıyor!
Bugün, 25.9.2006
|