Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Askerler de eleştirilebilir

Sinsi tuzak! Hangisi? PKK’nınki mi? Acıları istismar eden, milletiyle askerinin arasını açmak isteyen bir tuzak mı bu? Şehit asteğmenin annesi, “Vatan sağ olsun diyemiyorum!” diyerek PKK’nın bu sinsi tuzağına mı düşmüş oldu?

Kimileri öyle düşünüyor.

PKK’nın sinsi planı olabilir.

Ancak, yüreği yanan bir annenin feryadını ille de böyle bir planın çerçevesi içine yerleştirmenin tutarlı bir anlayış, bir tutum olduğunu sanmıyorum.

Evladı şehit düşen anaların, babaların yaşadıkları acının nedenlerini, niçinlerini şöyle ya da böyle sorgulamalarını yadırgamak, bu tepkileri yanlış bulmak, ordusuyla milletinin arasını açmak diye değerlendirmek bana pek öyle duyarlı bir zihniyetin ürünü değil gibi geliyor.

Ateş düştüğü yeri yakar!

Sesini çıkarmayan, acısını içine gömen veya “Vatan sağ olsun!” diyen şehit annelerinin de iç dünyalarında, yüreklerinde hangi fırtınaların estiğini bilemeyiz.

Akan kanlar bir gün gelir sorgulanır.

Çaresiz, hesabı sorulur.

Savaşlar da öyledir.

Hangi kutsal dâvâ uğruna olsa da, bir gün gelir isyan edebilir insanoğlu. “Neden öldü benim evladım?” sorusu meşru ve insani bir sorudur.

Çünkü barıştır esas olan.

Barışın özlemi çekilir.

Savaşın değil.

Barışın dili aranır.

Savaşın değil.

Çünkü insanlar, çoluğuyla çocuğuyla huzur ve barış içinde yaşamak isterler.

Evet, sinsi tuzaklar var!

Hiç de eksik olmamıştır.

Türkiye’nin başına sarılan bu tuzakların sahipleri arasında hiç kuşkusuz PKK da yer alıyor. Belki de hepsinin başında o var. Bu yüzden PKK’ya karşı devletçe verilen mücadele, yıllardır söylediğim gibi, haklı ve meşrudur.

Ama bu tespit eksik.

Devlet, PKK’ya karşı mücadelesinde büyük yanlışlar da yapmıştır. Bunlar da eleştirilmelidir. Bu yanlışlardan dersler de çıkarılmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde geçmiş özveriler boşlukta kalabilir çünkü...

Bakın, Amerika savaşta.

Irak’ta savaşıyor. Bugüne kadar 3 bine yakın askeri öldü. 11 Eylül’de tarihinin en büyük terör saldırısına uğradığı için savaştığını söylüyor Amerikan yönetimi.

Ama aynı zamanda eleştiriliyor.

Amerika’nın hem sivil, hem askeri yönetimini ağır biçimde eleştiren yazılar yazılıyor büyük basında, çok satan kitaplar yayımlanıyor, hatta filmler çekiliyor.

Savaş sorgulanıyor Amerika’da.

Küresel teröre karşı savaş açtığını söyleyen Başkomutan Başkan Bush’un popülaritesi, inandırıcılığı, güvenilirliği yerlerde sürünüyor bu yüzden

Demokrasi böyle bir şey.

Demokrasilerde asker de eleştiriliyor, askerin yönettiği operasyonlar da, savaşlar da...

Üstelik, Amerika’da olduğu gibi, bu savaşlar, operasyonlar devam ederken eleştiriliyor.

Peki, demokrasinin bu yüzünü, biz kendi ülkemizde görebiliyor muyuz?

Hayır, henüz değil.

Yüreği yanan bir şehit annesinin feryadını bile sinsi bir planın içine oturtabilen, neredeyse vatana ihanet sayabilen bir zihniyetin de eleştirilmesi lazım, eğer bu ülkede demokrasi ve barış istiyorsak...

Milliyet, 15 Eylül 2006

Hasan CEMAL

16.09.2006


 

Bush ve hukuk

İngiltere’nin önde gelen insan hakları hukukçularından Gareth Peirce ile yapılmış bir röportaj var bu haftaki Time dergisinde. Guilford Dörtlüsü ve Birmingham Altısı olarak bilinen IRA zanlıları Peirce müdahale etmeden önce haksız yere uzun yıllar hapis yatmıştı.

Ancak Peirce’ın uzun süren hukuk savaşı sonrası bu insanların masumluğu ortaya çıkmış ve Guilford Dörtlüsü’nün yaşamı “Babam için” filmiyle ekrana da yansımıştı.

Peirce, Time’ın 10 sorusuna verdiği yanıtlarda IRA sempatizanlarına gösterilen hoşgörüsüzlüğün şimdi Müslümanlara yöneltildiğine dikkat çekiyor ve “Sadece Kuran taşıyan insanların bile aynı yaklaşımın kurbanı” olabileceklerini vurguluyor.

İşkenceye ve insanları hüküm olmadan cezaevinde tutmaya karşı açtıkları davaları kazanmış olmalarına rağmen durumun değişmediğinden yakınan ünlü avukat, terör zanlısı olarak yakalanmış kişilere Ortaçağ dönemi muamelesinin yanlış olduğuna işaret ediyor.

Derginin aynı sayısında Ron Suskind’in yakında çıkacak olan teröre karşı savaş kitabından yapılmış bir alıntı da var.

Suskind makalesinde Mart 2002’de yakalanan Abu Zubaydah’ın öyküsünü anlatıyor.

Üzerinde her türlü işkence denenen Zubaydah’ın sorgusundan dişe dokunur bir şey elde edilemiyor. Zubaydah, acısını biraz dindirmek amacıyla sorguculara Amerika’da vurulacak bir sürü yerin listesini veriyor.

Zubaydah’ın verdiği bu liste 2002 ortasında Amerika’da alışveriş merkezlerine, bankalara, apartmanlara yönelik olduğu düşünülen bir terör saldırısına karşı alarm verilmesine yol açıyor. Tabii hepsi fos çıkıyor.

Sonuçta Zubaydah’ın çözülmesi çok basit bir yaklaşımla sağlanıyor. Sorgucuları, Zubaydah’a üç kurşun yemesine rağmen hayatta kalmasının dini bir mucize olduğunu ve bunun bir anlamı olması gerektiğini anlatıyor. Sonuçta da Zubaydah’ın Amerikalıların sandığının aksine terör olaylarının arkasındaki önemli bir figür değil, sıradan bir El-Kaide elemanı olduğu ortaya çıkıyor.

Bush yönetimi şimdi büyük bir krizle karşı karşıya. Dünyanın çeşitli yerlerinde tuttuğu çok sayıda insanı askeri mahkemelerde yargılamak istiyor. Çünkü bağımsız mahkemelerde yapılacak bir yargılama, bu insanların özellikle son iki yılda yakalanan bölümünün terör olaylarında önemli bir rol oynamadığını ortaya çıkaracak.

Suskind’e göre, daha önemlisi, bu insanların işkence altında sorgulanmasının bizzat Başkan Bush ve yardımcısı Cheney’nin bilgisi ve kişisel kontrolleri altında yapıldığını ortaya çıkaracak.

Bush, dünya tarihine, terörü bahane ederek insanlığın yüzlerce yıllık mücadelesi sonucu elde ettiği kazanımları bir çırpıda rafa kaldıran insan olarak geçecek. Bush örneğini ülkemizde izlemek isteyen insanların varlığı bir sır değil. İşkence ve çarpık yargı sisteminin bedelini 12 Eylül döneminde misliyle ödemiş bir ülke olarak bu tuzaktan uzak durmak gerekir. Burada da Türkiye’nin başta avukatları, tüm hukukçularına büyük görev düşüyor.

Sabah, 15 Eylül 2006

Ergun BABAHAN

16.09.2006


 

Can alıcı bir soru

Hamit Köse’nin oğlu 1995’te şehit düşmüş, Elazığ’da... Eşi, şehit ailelerinin ortak hastalığına tutulmuş o yıl: Göz pınarları kurumuş.

Sonra örgütlenmişler aralarında... 2000’de henüz korgeneral olan Yaşar Büyükanıt’ı ziyarete gitmişler.

Hamit Bey şu soruyu sormuş:

“Komutanım, biz şehit aileleri olarak bir şeyi öğrenmeyi çok istiyoruz: Bir bürokratın, bir siyasetçinin, bir işadamının, hatta bir generalin şehit düşen oğlu var mı?”

“Yok” demiş Büyükanıt Paşa...

Köse:

“Peki kurşun adres mi soruyor da hep fakir fukarayı buluyor?” diye üstelemiş.

Bu soru üzerine Büyükanıt Paşa mendilini çıkarmış ve şehit ailelerinin karşısında hüngür hüngür ağlamış.

* * *

Devrim Sevimay’ın Vatan’daki röportajında yer alan bu ayrıntı, sorunun hep akıllarda gezen ama pek dillendirilmeyen bir boyutunu gündeme taşıyor.

Sorunun muhatabının bugün Genelkurmay Başkanı makamında oturuyor olması, durumu daha da anlamlı kılıyor.

Paşa’yı ağlatan haksızlık, şehit ailelerince giderek yüksek bir tondan dile getirilmeye başlandı.

Başbakan’ın “Askerlik yan gelip yatma yeri değil” gafıyla tepkilerin dozu yükseldi.

İlk kez “Vatan sağ olsun” demeyen, “Hakkımızı helal etmiyoruz” diye isyan eden aileler ortaya çıktı.

PKK, bu tepkilerden siyasal yarar sağlamaya çalışıyormuş; olabilir.

Bu, soru sahiplerinin acısını dindirmiyor:

“Kurşun adres mi soruyor?”

* * *

Kurşun adres mi soruyor da, Diyarbakır’daki durakta, en çok yoksul çocukları paramparça oluyor o kahpe saldırıda?

Kurşun hedef mi seçiyor da kör mayınlara çoğu kez, gariban Mehmet’lerin dermansız bacakları basıyor?

Kurşun zengin mi seviyor da, ille fukaraları gömüyor şehitliklere?.. Çelik yelekli göğüslerden sekip cılız kaburgaların arasına saplanıyor hep?

Bir şehit anasının sorduğu gibi, “Neden birileri garnizonlarda konser verirken, diğerleri dağda ölümü kovalıyor?”

Hangi bilgisayardır ki bu, en ölümcül bölgelere dağıtım yaparken ustaca ayırıyor büyük adamların yakınlarını?

Neden (mesela) Teşvikiye Camii’nden, (yine mesela) Yozgat’ın tüm camileri kadar şehit cenazesi kalkmıyor?

Yeterince kaçmayı beceren “bedelli askerler”in ödeyebildiği “bedel”, bir can bedeli midir?

Parayı denkleştiremeyenler, fakirliklerinin bedelini canıyla mı ödemektedir?

Niye al bayraklı tabuta sarılanlar en çok, orduevlerine alınmayan başörtülülerdir ve neden komutanlara bir tek oğullarının cenazesinde sarılabilmektedirler?

Ergun Babahan’ın tabiriyle “şehitlikte adalet”in vakti gelmemiş midir?

* * *

“PKK istismar ediyor” bahanesiyle örtbas edilemeyecek sorular bunlar...

Üstelik sadece bir haksızlığa isyan değil, sorunun özüne inen bir bilinç de taşıyor içinde...

Acaba terörden önce ve hatta ondan çok yoksulluk mu öldürüyor çocuklarımızı?

Askere gitmeden çok, çok önce, daha rahme düşerken mi döşeniyor mayınlar?

Ya “dağdakiler”?

Onlar da “güvenlik kuvvetleriyle girdikleri çatışmada” değil, yoksulluğun pençesinde mi ölü ele geçiriliyor aslında?

Soruyu daha yalın soralım:

Derdimiz etnik mi, ekonomik mi?

Asıl katilimiz, fakirlik mi?

Milliyet, 15 Eylül 2006

Can DÜNDAR

16.09.2006


 

Provokatörün ruh hali

Artık hepimiz birer terör uzmanıyız maşallah. Bunca yıldan sonra o kadar tecrübeliyiz ki toplum olarak, hangi eylemin PKK’nın işi, hangi eylemin Türk milliyetçi örgütlerinin işi olduğunu; hangi eylemin ardında “derin PKK”nın, hangisinin ardında “derin devlet”in yattığını, yabancıların hangi durumlarda işe burnunu soktuğunu şıp diye anlıyoruz.

Diyarbakır’daki son bombalamada da öyle oldu. Herkes anında aynı teşhisi koydu: Bu iş, Kürt ya da Türk terör örgütlerinin işine benzemiyor. Onların dışında birileri, şiddetten beslenen birileri şiddetin durma ihtimali karşısında paniğe kapıldı. Öyle bir panik ki bu, Güneydoğu’da şimdiye kadar olmayan oldu. Ölenler ne kadar masum olursa ve ne kadar çok olursa o kadar iyi deyip doğrudan çocuklara attılar bombayı...

Öfkeyi tırmandırabildikleri kadar tırmandırmak; bizi bir arada yaşayamaz, yöneticilerimizi de ülkeyi yönetemez hale getirmek istiyorlar. Çünkü terörün hız keseceği paniği içindeler. Besbelli ki PKK terörü konusunda bir dönüm noktasındayız. Bir şeyler oluyor, hem de iyi bir şeyler... Bakıyoruz: Washington’un bunca oyalamadan sonra nihayet ciddi olarak devreye girmeye hazırlandığına dair işaretler var. Silah bırakması için PKK üzerindeki Amerikan baskısının arttığı günlerdeyiz. Bush’un PKK ile mücadele koordinatörü Ankara’ya gelmiş. Belli ki Bush Erdoğan’ın Ekim’deki Washington ziyaretinden önce “bir şeyler” yapmaya çalışıyor. Avrupa Birliği, PKK’yı doğrudan hedef alan açıklamalarıyla terör örgütünden dolaylı ya da dolaysız bütün desteğini kestiğini bir kez daha ilan ediyor. PKK, Barzani ve Talabani tarafından da silah bırakmaya zorlanıyor. Patlamadan birkaç gün önce DTP, PKK’ya koşulsuz ateşkes çağrısı yapmış. Kimse DTP’nin ortada fol yok yumurta yokken, yani PKK’dan bir işaret almamışken böyle bir çağrı yapacağına inanmıyor. Demek ki, o kanatta ciddi bir şeyler oluyor. Yine aynı günlerde Kürt ve Türk, sağcı ve solcu, dindar veya değil, ama hepsi etkili, hepsi önemli 150 isim bir araya gelip “bu son çağrımız” diyerek PKK’ya şiddeti kayıtsız şartsız sona erdirme çağrısı yapıyor. Belki de en önemlisi, Güneydoğu başta olmak üzere, bütün Türkiye şiddetin tırmanışından tedirgin.

Her iki taraftan da sağduyulu kitleler kışkırtılan Kürt-Türk çatışmasının varabileceği tehlikeli boyutları görüyor ve ürperiyor. Kürtler, iktidarın iyi niyetli demokratik açılımlar yapmaya çalıştığı bir dönemde PKK’nın bu açılımların karşısına silahla dikilmesine tepki duyuyor. Ve bu tepki bir biçimde PKK’yı etkiliyor. İşte bomba bu koşullarda patlıyor. “Çözüm” için güçlü bir isteğin, güçlü bir girişimin ortaya çıktığı koşullarda, bu isteği ve bu girişimleri sabote etmek için gaddarlaşabildiği kadar gaddarlaşmaya, alabildiği kadar çok masum canı almaya, öfkeyi tırmandırabildiği kadar tırmandırmaya çalışıyor. Ehh, bütün bunları görüyorsak, parçaları bir araya getirebiliyor ve provokatörün kafasından ve gönlünden geçenleri okuyabiliyorsak, provoke olmamız için de bir sebep yok demektir. Görüldüğü gibi artık provokatörlerin işi zor Türkiye’de. Bombasının pimini çektiği anda herkesin birden “Provokatöre bakın” diye bağırmaya başladığı bir ülkede işini icra etmek kolay mı?..

Bugün, 15 Eylül 2006

Gülay GÖKTÜRK

16.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004