İnsanoğlu, doğumdan itibaren iki yönlü gelişim süreci mecrasına tabi olmaktadır. Bunlardan birincisi, dünyevî açıdan geleceğini garanti altına alacak kişisel gelişim süreci; ikincisi ise ebedî hayatını güçlendirecek gelişim sürecidir. Bu iki gelişim sürecinin simetrik bir seyir izlemesi gerekirken, insanoğlu daha çok birincisine ağırlık vermekte ve ikincisini ise ihmal etmektedir.
Dinimiz bu iki gelişim sürecinin dengelenmesini önermekte, ancak ihtiyarına müdahale etmemektedir. İnsanın yaşadığı sürece, yarın ölecekmiş gibi ebedî hayata; hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya hayatına gayret sarfetmesi gerektiğine işarete eden yüce dinimiz, insanın bu minval üzere hayat sürmesi gerektiğini tavsiye etmiştir.
Baş döndürücü bir şekilde gelişen ve değişen günümüz dünyasında çocuklarımızın bu gelişmelere ve değişimlere ayak uydurmaları konusunda lâkayd kalmamız düşünülemez. Zira ideal Müslüman tipinin bağnaz olması ve gelişmelere karşı bigâne kalması kendi sonunu hazırlaması anlamına gelmektedir. Bu konuda zaman zaman örnek verdiğimiz Japonlardan bir örnek daha vermeden geçemeyeceğim. Belki siz de birkaç kez duymuşsunuzdur. Japonlar çocuklarının kişisel gelişimlerinde, mevcut teknoloji harikalarını izletirler ve daha sonra Hiroşima ile Nagasaki şehirlerini gezdirirler ve kendilerine: “Bakınız siz de büyüklerinizden daha iyi bir çalışma ve başarı eğilimi göstermezseniz, düşman gelip üzerinize böyle bomba yağdırır” diyerek motive ederler. Aynı şeyi bizler de çocuklarımıza yapmalı ve onları Çanakkale’ye götürerek aynı motivasyon işlemini uygulamalıyız. Gerçi son zamanlarda bu yöndeki çalışmalar azımsanacak gibi değil. Çanakkale’ye turlar düzenleniyor ve çocuklarımız grup halinde gezdiriliyor ve birçok şey anlatılıyor. Elbette bunu yaparken kuru bir motivasyon anlayışıyla değil; onların manevî dünyasını da mamur edecek saikleri de ruhlarına işlemeliyiz.
Gelişim sürecinde dünyevî gelişimini mamur ederek yüksek makamlara ulaşan bir kişinin, ahlâkî çöküntü içinde olması kadar tehlikeli bir durum olamaz. Zira bu tür insanlar, ellerine geçirdikleri bu makamlarda vicdan ile cüzdan arasında sıkışarak cüzdanı seçme yoluna gidecekler ve bu yolda dinini, vicdanını, ahlâkını, namusunu, şerefini; kısacası manevî değeri olan tüm varlıklarını kaybetmekle karşı karşıya kalacaklardır. Böyle bir asimetrik gelişim sürecini tamamlamış kişilerin toplumun değerlerini düşünmesi, hak, hukuk, adalet ölçülerini baz olarak alması düşünülemez. Bugün Türkiye’de bu minval üzere hayatlarını sürdüren ve toplumun değerlerini çar-çur eden kişilerin hep bu asimetrik gelişim süreci yaşayan bireyler olduğu bilinmelidir. Meselâ bir akademisyen yüksek lisans ve doktora yapıyor. Sonra yardımcı doçent, doçent ve profesör oluyor ama vicdan yönünü ihmal ediyorsa, bir kanadı kırık kuş gibi yalpalamaya başlıyor ve o makam onun için bir tırpan işlevinden öteye gidemiyor. Yani o makamı kullanarak altındakilere nepotizm ve mobbing gibi zulüm aktiviteleri uyguluyor. Hele bir de dekan veya rektör gibi bir makama ulaşınca artık tahribatı son derece ağır düzeylerde oluyor. Nitelikli hırsızlıklar ve yolsuzluklar alıp başını gidiyor. Elbette dürüst; vatanı ve milleti için çalışan nadide dekan ve rektörleri tenzih ederiz. Burada bu yönlü cürümleri işleyenleri kastetmekteyim.
Yukarıdaki örneği diğer mesleklere de teşmil etmek gerekir. Her alanda entelektüel boyutunu tamamlamış, ancak vicdanî yönünü ihmal etmiş kişilerin aynı cürümleri işlemesi kaçınılmaz olacaktır. O halde çocuklarımıza tek yönlü gelişim süreci uygulamamalı; simetrik bir gelişim süreciyle hem dünyevî mutluluklarını, hem de ebedî mutluluklarını temin edecek bir anlayışla plan ve programlar hazırlamalı; onların vatana ve millete faydalı uzuvlar haline gelmeleri için gayret sarfetmeliyiz.
|