|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Ey imân edenler! Allah'tan korkun ve sözün doğrusunu söyleyin.
Ahzâb Sûresi: 70
|
23.06.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Soygun yapan bizden değildir.
Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3603
|
23.06.2006
|
|
Kıyametin kopmasına sebebiyet veren günahlar
Birden ihtar edilen bir mesele:
Âhirzamanda bir şahsın hatiât ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide, “Acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi? Ve o ahirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki, kâinatın heyet-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harap olmasına sebebiyet verir?” diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddit esbabını gördük.
Ezcümle: Müteaddit o vücuhundan radyomla anlaşıldı ki, o birtek adam, birtek kelimeyle bir milyon kebâiri birden işler. Ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günahlara sokar.
Evet, küre-i havanın yüz binler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlâhiyyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü senayla doldurmak lâzım gelirken, dalâletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye o azim nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden, elbette tokat yiyecek.
Nasıl ki havârık-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlâhiyyeyi bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarf edip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevî ve vahşî derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehenneme gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor.
Evet, radyonun küllî nimetiyet ciheti küllî bir şükür iktiza eder ve o küllî şükür de, Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın kelâm-ı ezelîsinin şimdiki bütün muhataplarına birden yetiştirmek için, küllî yüz bin dilli semavi bir hâfız hükmünde, her vakit kâinatta Kur’ân’ı okumalıdır, ta o nimetin küllî şükrünü edâ ve o nimeti idame etsin. Said Nursî
Kastamonu Lâhikası, s. 46
Lügatçe:
hatiât: Hatalar.
heyet-i mecmua: Bir şeyin parçalarına bakılmaksızın bütününün gösterdiği manzara.
müteaddit: Çeşitli.
esbab: Sebepler.
ezcümle: Bu cümleden, meselâ.
vücuh: Vecihler, yönler.
kebâir: Büyük günahlar.
küre-i hava: Hava küresi, atmosfer.
nev-i beşer: İnsanoğlu, insanlık nevi.
zerrat: Zerreler, atomlar.
tevellüd: Doğma.
sefahet-i beşeriye: İnsanların haram zevk ve eğlenceler içindeki hayatı.
havârık-ı medeniyet: Medeniyet harikaları.
hüsn-ü istimal: Güzel kullanım.
küfran-ı nimet: Alah’ın ihsan ettiği nimetlerin kadrini bilmeme, nankörlük.
saadet-i hayatiye: Hayat mutluluğu.
küllî: Geniş, büyük.
Hâlık-ı Arz ve Semâvât: Göklerin ve Yerin Yaratıcısı.
kelâm-ı ezelî: Allah’ın ezelî kelâmı, sözü olan Kur’ân.
|
23.06.2006
|
|
Hannân
Allah (c.c.), Hannân’dır. Yani mahlûkatına çok merhametlidir, çok düşkündür; bol lütuf, kerem ve bereket sahibidir. Allah’ın merhameti tüm kâinatı kuşatmış, gazabını geçmiştir. O Rahmân ve Rahîmdir, rahmet ve şefkatiyle her şeyi ihâta etmiştir.
Hannân ism-i şerifi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de vârit olmuştur.1 Kur’ân’da Cenâb-ı Hakkın Hazret-i Yahyâ’ya (a.s.) “hannân” ve “zekât,” yani kalp yumuşaklığı, inceliği ve sâfiyeti ihsân ettiği beyan edilmek2 sûretiyle, Allah’ın Zât-ı Akdesinin de “Hannân” olduğu vurgulanmak istenir.
Bedîüzzaman, topyekûn baharın Allah’ın merhametinin bir eseri olduğunu ve bahara kulak veren bir insanın yaprakların, çiçeklerin ve dalların hışırtıları arasından “Yâ Hannân! Yâ Rahmân!” zikirlerini işiteceğini3 beyan eder.
Bediüzzaman’a göre, Cenâb-ı Hakkın rahmetindeki cemâl, merhametine muhtaç olanlara bakar. Merhametine erenlerin, özellikle Cennet-i Bâkiyede sonsuz rahmet ve şefkatinin her türüne mazhar olanların saadet, sevinç ve nîmetlenme derecelerine göre, o Zât-ı Rahmânü’r-Rahîmin, Kendi Zâtına lâyık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, Ona lâyık tabirlerle ifade edilmesi gereken ulvî, kudsî, güzel, yüksek ve nezih mânâları vardır. “Mukaddes bir lezzet, münezzeh bir ferâh, kudsî bir mesrûriyet” şeklinde tabir edilen bu nezih ve kudsî keyfiyetleri, bizce bilinen aşk, sevinç ve muhabbetten sonsuz derece daha yüksek, daha ulvî, daha mukaddes ve daha münezzehtir.4
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Cenâb-ı Hakkın tezâhür etmek isteyen mânevî cemâli ve kemâli, mahlûkatına rahmet ve nîmet verme irâdesine hareket veren terahhum ve tahannun, yani “acımak ve şefkat etmek” mânâları ile birlikte tecellî etmektedir. Binâenaleyh tüm hayat sahiplerine, hiçbirisini eksik bırakmamak şartıyla yapılan sonsuz ihsânlar ve verilen nihâyetsiz nîmetler Rahmân ve Hannân isimlerini okutturmaktadırlar.5
Zor ve sıkıntılı günlerde ve günahlardan bunaldığı vakitlerde mü’minlerin Rahmân ve Hannân isimleriyle Allah’a sığınmaları—inşaallah—Cenâb-ı Hakkın merhametini celp edecek; bu sığınış mü’minlere Rablerinden—inşaallah—eşsiz bir mânevî imdat, inâyet ve yardım sağlayacaktır.6
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- Mecmuâtü’l-Ahzab: 2:232
2- Meryem Sûresi: 13
3- Sözler, s. 302
4- A.g.e., s. 569
5- Sözler, s. 574-576
6- Lem’alar, s. 181; Mesnevî-i Nuriye, s. 113
|
23.06.2006
|
|
‘Âl-i Beytimden herkesten evvel vefat edeceksin!’
Nakl-i sahih-i katî ile, Hazret-i Fatıma’ya (r.a.) ferman etmiş ki: “Âl-i Beytimden, herkesten evvel vefat edip bana iltihak edeceksin” diye söylemiş. Altı ay sonra, haber verdiği gibi aynen zuhur etmiş.
Hem Ebû Zer’e ferman etmiş:
“Buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve tek başına öleceksin” deyip, Medine’den nefyedilip, yalnız hayat geçirip, yalnız bir sahrâda vefat edeceğini haber vermiş. Yirmi sene sonra, haber verdiği gibi çıkmış.
Mektubat, s. 105
|
23.06.2006
|
|
Evrâd-ı Kudsiye'den
65. Allah’ım, biz Senden, öyle bir merhamet diliyoruz ki, onunla korku ve hayretimizi yönlendir, dağınıklığımızı toparla, işlerimizi yoluna koy, hastalarımıza şifâ ver, iş ve vakitlerimizi hayırlı ve bereketli kıl, doğru yolumuzu bize ilham et.
66. Allah’ım, hiçbir şeye muhtaç olmadığın halde, her şeyin Sana muhtaç olması mânâsındaki Samediyyetin, tek olduğunu ifade eden Vahdâniyyetin, ortağının bulunmaması demek olan Ferdâniyyetin, ap açık İzzetin, geniş Rahmetin hürmetine kulaklarımıza nur, gözlerimize nur, kabirlerimize nur, kalblerimize nur, duygularımıza nur, ruhlarımıza nur ve önümüze nur ver.
|
23.06.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden
Merhametsizlik eden merhametsizlik bulur
Merhametsizlikten, münekkitlikten kurtulma yolunda ilerle ey kardeş! Aksi halde, ya yakında, ya uzakta, ya dünyada, ya Haktan, ya halktan inmesin sana adem-i merhamet. Zira, “Men dakka dukka.” (Eden bulur.)
Merhametsizlik etme, sonra merhametli dosttan dahi merhametsizlik görürsün. Ger görmezsen dünyada mukabil, ukbada görürsün muzaaf ceza, bunu bil.
|
23.06.2006
|
|
Nurların bir vazifesi: Çocuklara Kur’ân okutmak
İnebolu civarında bulunan ve Nurlara güzel kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya’nın bir mektubunu aldım. Endişelerimi izale edip beni mesrur eyledi. Şimdi Nurların bir vazifesi olan çocuklara Kur’ân okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor.
Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide Nurlara çalışmanız gibi kıymetlidir. Hem, senin yazdığın kesretli risâleler, senin bedeline Nurların neşrine hizmet ederler. Merak etmesin; o eski makamını muhafaza ediyor.
Emirdağ Lâhikası, s. 152
|
23.06.2006
|
|
|
|