Suriye krizinin siyasi çözüm ile ilgili Astana sürecinin garantör ülkeleri Türkiye, Rusya ve İran’ın Soçi’de imzaladıkları mutâbakâtın ilk maddesinde, Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü kuvvetli şekilde teyidle, Suriye’de akan kanın artık tamamen durması, yıllardır yaşanan trajedinin son bulması bakımından son derece önemli.
Keza BM Güvenlik Konseyi Kararı’ndaki tanımlamaya atıfta bulunulup, Suriye halkının kabul edebileceği, kalıcı ve muteber bir siyasi çözümün tesisi için ilgili tüm çevrelerin katkısının şar koşulması, yedi yıldır süren iç savaş kargaşasının sonra ermesi için fevkalâde değerli.
Keza, “Suriye halkının öncülüğünde ve sahipliğinde yürütülecek kapsayıcı, özgür, âdil ve şeffaf bir siyasi sürecin hayata geçirilmesine yardımcı olmak hususunda görüş birliğine varıldığı”nın vurgulanması, seçimle gelecek ortak hükümetle oluşturulacak barış ve istikrarın oluşturulması açısından büyük kıymeti haiz.
Bundandır ki, üçlü zirve sonrası açıklanan sözkonusu mutabakatın başarısı için çözüm aşamasında yakın gelecekte Soçi’de Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde, başta Suriye hükümeti temsilcileri ile muhalefet olmak üzere tarafların tutumuna bağlı olduğu bütün taraflarca deklare edilmekte.
MÜFLİS POLİTİKALAR BIRAKILMALI…
Ne var ki, baştan beri “Esed gidecek!” ısrarında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçlü Suriye zirvesi dönüşünde gazetecilerin” Ankara-Şam arasında daha yakın bir temas, ortak çalışma ihtimali düşünülebilir mi?” sorusuna, “Siyasetin kapıları, son ana kadar her zaman açıktır. Yarın neler olabileceği, o anki şartlarla alakalıdır. Bu konuda bir şey olmaz türünden peşinen kestirip atma türünden bir anlayışın, bir yaklaşımın içinde olmamız çok da doğru olmaz” cevabıyla yenide Esad ile iletişime geçebileceği sinyalleri verirken, iktidara iliştirilmiş yorumcuların hala çöken politikalarla “DEAŞ’la Esad’ı bir tutan” saptırmaları çarpıcı.
Gerçek şu ki, her ne kadar Cumhurbaşkanı, “An itibarıyla o tür bir durum yok ortada” dese de, İran ve Rusya üzerinden ya da kapalı kapılar arkasında doğrudan ya da dolaylı olarak son dönemde Ankara’nın Şam’la diyalogda olduğu siyasi kulislerde hep konuşuluyor.
Bu açıdan, Rusya’nın Suriye’deki askerlerini çekeceğini bildirip askeri varlığını azaltmayı bildirdiği süreçte, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde askeri varlığını arttırdığı vetirede, bir yandan ABD’nin Suriye’de askeri varlığını sürdürüp başta PYD/YPG olmak üzere bazı örgütlere verdiği silah desteğinden yakınılıp, diğer yandan hala Şam’ı hedef alan söylemler çarpıcı.
Suriye’yi kaosa itip ülkenin harap olmasını netice veren, bütün bölgeyi ve Türkiye’yi başta terör olmak üzere büyük belalara duçar eden Suriye sorununu bölgesel işbirliğiyle bölge ülkeleri ekseninde çözülmesi yerine, hâlâ müflis proje ve politikaları öneren tahrikler dikkat çekici.
Oysa gelinen safhada, artık eskinin çözümsüz ve akıbetsiz politikalarına takılmak yerine,üzerinde mutabakata varılan barış ve istikrarın yol haritasının tartışılıp başarısına çalışılması gerekiyor.
AKP siyasi iktidarında Ankara’nın, daha düne kadar Bağdat’ı by pass ederek Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin hortumladığı bütün Irak halkının ortak malı olan Kerkük petrollerini İsrail üzerinden dünya piyasalarına ulaştırmadaki vahim yanlışta olduğu grubu, sırf Şam yönetiminin devrilmesine odaklı yanlış politikaların artık bir tarafa bırakılması; ve öncelikle Suriye’nin bölünüp parçalanma “tefrika plânı”ndan kurtulması gerek.
“TEFRİKA VE İFSAD PLÂNI”
Zira Suriye’nin bölünüp parçalanması, Bush’un Dışişleri Bakanı Rice’nin açık itirafıyla Fas’tan Afganistan’a 22 İslâm ülkesini bölüp parçalama maksatlı “genişletilmiş büyük Ortadoğu projesi (BOP)”un temelini teşkil eden, Birinci Dünya Savaşı’nda “kurdurulacak” İsrail hesâbına Ortadoğu’daki Müslüman ülkeleri taksim eden İngiliz-Fransız mâmulü menhus “Sykes-Picot anlaşması”nın devamı. Bediüzzaman’ın “Âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete bir suikast” olarak tanımladığı “gaddarâne Sevr Muâhedesi”nin sonucu.
Buna bağlı olarak, Amerikan merkezli Rand Corporation’ın adına Amerikan Dışişleri Konseyi kıdemli üyesi Philip Gordon’un başında bulunduğu, “Gordon plânı”yla, öncelikle Nusaybin’den Afrin’e PYD’nin nüfuz alanındaki kantonların birleştirilip hudut hattında “Kürt koridoru”na alan sağlanması projesinin plânı senaryosu.
Ve İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon’un, Washington Woodrow Wilson merkezinde, “Suriye’nin bütünlüğü artık mümkün değil, federalizmle ülkenin yüzde otuzunu kontrol eden Esad’ın ‘Alevistan’ı var, ‘Kürdistan’ var, rejimle çalışan ‘Dürzistan’ da olabilir” diye deşifre ettiği “stratejik yaklaşımı”, emperyal güçlerle ifsad şebekelerinin “tefrika ve ifsad plânı” hesabına dayatılıyor. (AA, 16.3.16)