Terörist başının “sorumluluğu üstleniyorum” teminatında bulunduğu “süreç”te iktidar tarafınca her ne kadar “herhangi bir pazarlık yok” dense de, daha ilk haftasında açığa çıkan çelişkiler “çağrı”nın perde arkasını aralıyor.
Terör örgütü, DEM parti, İmralı heyeti, terör örgütü elebaşları, Saray ve iktidar grupları arasındaki farklı açıklamalar, AKP ve MHP’nin ayrı ayrı telden çalmaları “süreç”in arka plânındaki senaryoları açığa çıkarıyor.
“Çağrı”nın ardından DEM yöneticilerinden “cezaevlerindeki teröristlerin serbest bırakılması, yurt dışındakilere karışılmaması” açıklaması gelirken, “çağrıya uyacağız” bildiriminde bulunan Kandil’in “silâh bırakma” yerine “ateşkes ilânı”yla kalması ve “terörist başının özgürlüğü” başta olmak üzere bazı “şartlar”ı koşmasına karşı İmralı heyetindeki DEM’lilerden “asla terörist başının serbest bırakılması talebi yok” benzeri birbirini nakzeden çıkışları bunun ilk sinyali…
KOŞULAN “ŞARTLAR” VE “GİZLİ PAZARLIKLAR”LA…
Ve “çağrı”nın akabinde terörist başının “şüphesiz pratikte silâhların bırakılması ve PKK’nın kendini feshi, demokratik siyaset ve hukukî boyutun tanınmasını gerektirir” şartını aktaran İmralı heyetindeki Sırrı S. Önder’in “Önümüzdeki hafta devlet görevlileri ve siyasîlerin de dahil olacağı bir dizi toplantı olur ve birçok şey daha da netleşir, üç aylık sürede her şeyin düzenlenmiş olmasını ümit ediyoruz” sözleri, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in devre dışı bırakıldığı “süreç”in ne denli belirsizliklerle karanlıkta bırakıldığını ortaya koyuyor.
Keza tam da Öcalan’ın terör örgütüne “Kongrenizi toplayın ve karar alın” dediği sırada Kandil’teki terörist elebaşlarınca “süreç’te demokratik siyaset ve hukukî boyutun işletilmesi” şartının tekrarlanması, DEM Parti Eş Genel Başkanlarının “PKK’nın kongresini toplayabileceği uygun bir siyasî zemin oluşturulması ve yeni ‘çözüm süreci’nin yürütülebilmesi için hükümetin gerekli yasal ve demokratik adımları atması, hukukî ve demokratik mekânizmaları devreye sokması gerektiği”ni ileri sürmeleri bunun ifadesi.
Bu hususta AKP sözcüsünün “süreç’te ‘al ver pazarlığı yok” teminatına, baştan beri bu konuda konuşan bir Saray Başdanışmanının “terörsüz Türkiye hedefine yönelik yeni aşama adım adım ilerlerken iç ve dış bazı çevrelerin eşit vatandaşlık konusunda ciddi bir ideolojik kampanya”dan yakınmasına mukabil, AKP’nin son Başbakanı B. Yılıdırım’ın “yeni anayasa, vatandaşlık tanımı, yerel yönetimlere ‘adem-i merkeziyetçilik’le yetki devri”nden dem vurması dikkat çekici.
Yine bu karambolda “Erbil Forumu’nda konuşan AKP kurucularından Meclis eski Başkanı Arınç’ın Saray Başdanışmanı Uçum’a “Adam geçmişte Marksist; ama şimdi milliyetçiden daha milliyetçi faşistten daha faşist. Ne ara döndün? Sen kimin yârisin yavrum, her yerin ayrı oynak…” eleştirisiyle yüklenip Anayasadaki “vatandaşlık tanımı”nın tartışılabileceği sözleri, terörist kapalı kapılar arkasındaki “pazarlıklar”ı mevzubahis ediyor. (gazeteler, 1-3, 3.25)
“SÖZLERİN TUTULMAMASI, OYALAMA, GÖZ BOYAMA KURNAZLIKLARI…”
Belli ki şeffaf olmayan “süreç”te bir “toplum mühendisliği” yapılıyor. Taban tabana zıt farklı demeçlerle toplumun nabzı ölçülüyor, milletin tepkisine bakılıyor.
Ve amacın ne Anayasanın 42. ve 66. maddeleri, ne de terör örgütünün tasfiyesi olmadığı; esas maksadın Erdoğan’ın dördüncü kez önünün açılıp ömür boyu iktidarda kalmasıyla “tek kişilik otoriter rejim”in tahkimi için Anayasanın 101. maddesindeki “bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” kaydının kaldırılması; DEM’in tehditlerle demokratik muhalefetten koparılıp “iktidar cephesi”nin arkasında yer alması “siyasî operasyonu” olduğu her haliyle sırıtıyor.
Aslında sanki yirmi üç yıl iktidarda değillermiş gibi partisinin son kongresinde yeniden “değişim” sloganıyla Cumhurbaşkanı’nın “idarî ve siyasî yapının değiştirilmesi” vaadinin anlamı da bu. Bundandır ki vahim iddialara Cumhurbaşkanı ile iktidar partisi derin suskunluk içinde; kamuoyunun hazırlanmasına, “alıştırılması”na canhıraş didiniliyor.
Yine bunun içindir ki “süreç”te aracılık yaptırılan DEM’e Cumhurbaşkanı, “Uzattığımız elin havada bırakılması veya ısırılması halinde demir yumruğumuzu daima hazır tutuyoruz; şâyet verilen sözler tutulmaz sürekli oyalama, göz boyama isim değiştirip bildiğini okuma gibi şark kurnazlıklarına evrilmeye çalışılırsa günah bizden gider. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadan operasyonlarımızı sürdürürüz!” şantajını savuruyor.
Kısacası, PKK’nın “Suriye kolu” olan PYD/YPG’nin peşinen “silâh bırakma çağrısı”nın dışında olduğunu “resmen” deklare ettiği “süreç”, terörist başının “sistem arayışları ve gerçekleştirmeler”in şifresi tek tek çözülüyor, içyüzü ifşa oluyor. Bu yüzden akıbeti sorgulanıyor.
Olup bitenler, Bediüzzaman’ın “Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz; fakat kâfirlerin kılıncıyla değil! Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin; kılınçlarından gelen fayda bize lâzım değil…” beyanıyla hariçte hazırlanıp dayatılan “zalim emperyal ecnebîlerin projeleri”nden demokrasi ve barışın çıkmayacağı hakikatini bir defa daha tescilliyor. (Lem’alar, s. 155.)