15 Temmuz’dan sonra Başbakanlık tezkeresinin Meclis’te kabulüyle 21 Temmuz 2016’da ülke genelinde ilân edilen Olağanüstü Hal’in en son 19 Ekim’de beşinci kez üç ay daha uzatılmasıyla Türkiye on altı ayı aşkındır sıkıyönetimin yerine de ihdas edilen OHAL altında.
İktidar cânibinden, her fırsatta OHAL uygulamalarıyla özgürlük alanı daraltılan, temel hak ve hürriyetleri kullanılması sınırlandırılan, engellenen ve ertelenen hiçbir kişinin bulunmadığı, dahası hiç kimsenin OHAL’i hissetmediği iddia edilse de, OHAL’in vahim sonuçları ortada.
Bu süreçte yetkililerin ikrarıyla Kanun Hükmünde Kararnâmelerle (KHK) 160 bine varan kamu görevlisinin ve akademisyenin sorgusuz – sualsiz işlerinden atılması, binlerce öğrencinin ilişiğinin kesilmesi, aralarında on yedi bini kadın, bini aşan çocuk ve 700’ü bulan bebeğin olduğu 50 bini aşan tutuklamalarla dalga dalga büyüyen mağduriyetler bütün ağırlığıyla devam ediyor.
OHAL sürecinde yüz binlerce vatandaşın yargısız, haksız - hukuksuz ihraç ve tutuklanmasına, maddî ve mânevî emekleriyle oluşturdukları on bini bulan firmaların - fabrikaların, iş yerlerinin kapatılmasına gelen yoğun tepkilere karşı, en son geçtiğimiz Ocak ayında yine OHAL KHK’sı ile kurulan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’yla haksızlıkların ve hukuksuzlukların giderileceği vaad edildi.
EKİM VE KASIM AYLARI DA GEÇTİ
Bu arada, çoğu aylar süren, hatta bir yılı aşan tutuklamalar toplumda derin yaralar açarken, ayyuka çıkan ve zulme varan uygulamaların verdiği tahribatın âcilen giderileceği mesajları verildi.
Keza bin 424 özel ve vakıf eğitim - öğretim kurumu ile onlarca sağlık kurumunun, dernek, vakıf, sendika, federasyon ve konfederasyonun, özel radyo ve televizyon kanalı, gazete, dergi, haber ajansı, yayınevi-dağıtım şirketinin kapatıldığı süreçte gasp edilen hakların iâde edileceği belirtildi.
Komisyon, onca dosyanın raportörlerce nasıl tasnif edilip inceleneceği, yardımcı elemanlar da alsalar bu kadar dâvânın iki yılda nasıl neticeye bağlanacağı, hangi sürede ve ne kadar zaman ayırarak değerlendirecekleri istifhamları ortasında işbaşı yaptı. Komisyona yapılan 102 bin başvurudan 80 bininin ilk kaydının tamamlandığı, bu sayının 120 bine çıkması beklendiği haberleri çıktı.
“Darbe girişimi” ile hiçbir bilgi ve ilgisi olmadığı halde icâd edilen “irtibat ve iltisak”la ihraç edilen vatandaşların, milyonları bulan âileleri ve yakınlarıyla birlikte maruz kaldıkları haksızlıklar telâfi edilecek mi?
Bu soru cevap beklerken, 15 Temmuz sonrası yapılan işlemlere itirazları değerlendiren, 28 hâkim/savcı, 23 müfettiş, 12 uzman, 118 müdür-memur olmak üzere 200’i bulan görevlinin çalıştığı OHAL Komisyonu’nun ilk kararlarını Ekim ya da Kasım ayında verilmesinin hedeflendiği belirtildi.
HÂLÂ BİR KARAR ÇIKMADI
Ne var ki, komisyonun kurulmasının üzerinden on bir ay geçtiği halde hâlâ mağduriyetleri gideren hiçbir karar çıkmış değil. Oysa yoğun şikâyetlere karşı başta Başbakan, “İtirazlar, artık âdeta bir mahkeme gibi çalışacak bu merkezde karara bağlanacak. Haklı görülenlerin hakları iâde edilecek, diğerleri içinse yargı yolu açılmış olacak” demişti.
Buna rağmen, işe başlamasının geciktirilmesi ve hâlâ bir neticenin çıkmaması, komisyonun gasp edilen hakların iâdesine bir bariyer daha oluşturmak amacıyla kurulduğu, OHAL uygulamalarına dâvâ açılmasına engel olarak konulduğu endişelerini haklı kılıyor.
Bu durum, komisyondan maksadın, haksızlıklara, yoğun hak ihlâllerine ve mağduriyetlere infiâl gösteren kamuoyunu oyalamak; anayasanın 90. maddesiyle Türkiye’nin imza atıp uymak zorunda olduğu, Anayasanın, kanunların ve iç hukukun üstünde olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası anlaşma hükümlerini by pass etmek; ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kriterlerine göre açılacak dâvâlardan ve tazminatlarından kurtulmak olduğu tesbitini teyid ediyor.
Bunun içindir ki, yargının önünü kapatan OHAL Komisyonunun bir an evvel tasnifini yapıp mağduriyetleri gideren kararını vermeli ve bir defa daha dağ fare doğurmamalı…