Filistin’i Osmanlı’dan koparma ifsadıyla İngiltere’nin, ABD’nin de desteğiyle 1947’de Filistin sorununu Birleşmiş Milletler’e dayatmasıyla Araplarla Yahudiler arasında tahrik edilen çatışmalar ortasında 14 Mayıs 1948’de İsrail kurulunca bölge tam bir fitne ateşine itildi.
Bu süreçte ilk olarak 11 Aralık 1948 tarihli 194 sayılı kararıyla BM Genel Kurulu’nun “paylaşım plânı” kapsamında, İngiliz mandasının sona erdirilip, Filistin toprakları üzerinde iki bağımsız devletin kurulması, Kudüs’ün silâhlardan arındırılarak BM Vesâyet Konseyi’nin himâyesinde uluslararası bir statüye sahip olması kararına rağmen, İsrail Filistin topraklarını işgale devam etti. 1967 Arap-İsrail Savaşıyla topraklarını genişletti ve bir milyona yakın Filistinli mülteci durumuna düşürüldü
Peşinden çıkan bütün BM Genel Kurulu kararlarında, İsrail’in Kudüs’ün statüsünü bozmasından derin endişe duyulduğu, Kudüs’ün ayrı bir statüde kalıcı olarak bütünüyle Filistin’in başkenti olduğu; Doğu Kudüs’ün yanısıra Gazze Şeridi, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Golan Tepeleri’ni işgalinin uluslararası hukuka aykırı ve yasadışı olup derhal sonlandırılması gerektiği çağrıları tekrarlandı.
21 Aralık 2017’deki son 10/22 sayılı BM Genel Kurulu kararında olduğu gibi, “Kudüs’ün statüsünü, karakterini veya demografik yapısını değiştirme senaryolarının meşru olmadığı ve BM’ye üye tüm devletlerin “Kudüs’te diplomatik misyon kurmaktan kaçınması” karar altına alındı.
YİNE KAMUOYU YANILTILIYOR
Ne var ki, ABD’nin açıkça, İngiltere gibi devletlerin sinsi bir biçimde el altından destekledikleri İsrail, BM kararlarını takmadı, hiçbirine uymadı; hâlen de uymayacağını fütûrsuzca ileri sürmekte.
Zira bütün karar ve kınamalara rağmen, İsrail’i hizaya getirecek, işgal ve zulmünden vazgeçirecek, şımarıklığı bıraktırıp en azından BM kararlarını hoyratça çiğnemekten caydıracak ve azgınlığını dizginleyecek hiçbir ciddî yaptırıma başvurulmadı.
Düşülen vartada, Ankara’da en üst düzeyde, “Kudüs Filistin’in başkentidir”, “Ey İsrail!” diye veryansın edilirken, diğer yandan en evvel Türkiye’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini kapatıp BM’de çağrısına öncülük ettiği Doğu Kudüs’te büyükelçilik açmaması en büyük handikap olarak görülüyor.
Bu noktadaki eleştirileri Başbakan’ın “Doğu Kudüs’teki konsolosumuz zaten büyükelçi” diye geçiştirirken, Cumhurbaşkanı “Karar aldık, ama Doğu Kudüs işgal altında!” diyor.
4 Temmuz 2003’te Irak’ın Süleymaniye şehrinde işgalci Amerikan conilerinin Türk askerinin başına çuval geçirmesine karşı “Neden ABD’ye bir nota ile de olsa tepki gösterilmiyor!” itirazlarını da dönemin Başbakanı “Ne notası, müzik notası mı?!” cevabıyla karşılamıştı...
İşin gerçeğine bakılırsa, iktidara ilişik medyanın alây-ı vâlâ ile sunduğu “ümmetin lideri!” övgülü propagandaların aksine, Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak tanınmasını isteyen son BM kararı, Doğusuyla - Batısıyla bütün Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilân eden önceki BM kararlarının gerisinde.
“YAPTIRIM EYLEMİ PLÂNI” DEVREYE SOKULMALI
Bu noktada Trump’ın Yahudi damadı ve başdanışmanı Jared Kushner’le Beyaz Saray Başstratejisti Evanjelist Stephen Bannon ve İsrail’le “çok özel bağlar”la bağlı Ortadoğu özel temsilcisi Jason Greenblatt’in kışkırtıp kotardıkları, Filistin üzerinden bütün Ortadoğu’yu ve İslâm dünyasını kargaşa ve kaosa itecek “Evanjelist – Siyonist kumpas”ın boşa çıkarılması gerekiyor.
Başta Filistin’in tarihî ve mânevî verâsetini ve mesuliyetini taşıyan Türkiye olmak üzere, Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır benzeri başat ülkelerin, Körfez ve diğer Filistin’e komşu ve bölge ülkelerinin İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesmeleri lazım.
Yine başta Müslüman ülkeler olmak üzere, Filistin ve Kudüs meselesinde adil olmaya, İsrail’in işgal ve zulmünü kınayıp durdurmaya çalışan ülkelerin de İsrail’e karşı son BM kararının gereğini yerine getirmelerinin takipçisi olunması gerekiyor.
Orta Doğu’da kapsayıcı ve âdil bir barışın sağlanması için, İsrail’in Kudüs dahil 1967’den beri işgal ettiği topraklardan çekilmesinin temini, ancak son BM kararında önerildiği haliyle, diğer ülkelerin bu ülke ile diplomatik, siyasi, ticari ve kültürel bağları koparmalarıyla olabilir. En azından askıya alıp asgariye indirmekle süreç başlatılmalıdır.
Hûlâsa, İsrail’in BM kararlarını tanıması, işgal ve zulmünden cayması için, kınama kararlarıyla,
çağrılarla kalınmamalı; mutlaka bir “eylem ve yaptırım planı” devreye sokulmalı…