15 Temmuz Hâdisesi gerekçesiyle OHAL paravanında dayatılan haksızlık ve hukuksuzluklar, Türkiye’yi hukukun tasfiyesi anaforuna sürüklüyor.
OHAL dayatmalarıyla hukuk tamamen diskalifiye ediliyor. Demokratik toplumun gereklerinin başında gelen ve “muvâzene-i adâlet” olan muhalefetin en mâkul eleştirilerine en ufak tahammül gösterilmiyor. Yargı kararları “kin” ve “intikam” bulaştırılarak tartışılır hale getiriliyor.
O denli ki, iktidarın yanlışlarını uyaran sivil toplum kuruluşları linçle tasfiye edilip yerlerine “siyasetin güdümündekiler” kurduruluyor…
HUKUK CÂMİASININ SUSKUNLUĞU!
Şu garabete bakınız ki, mah- kemelerde “FETÖ’cü” diye yargılanan sanıklar hakkında “tahliye” ya da “beraat” kararının çıkması halinde bütün oklar derhal mahkeme başkanına, savcıya, heyete yöneliyor; kararda imzası olanlar tepeden tâlimatlarla görevden alınıyor.
Bu furya ve baskılarla muallel “tasfiye ve tâkibat süreci”nde, “FETÖ’cü şüphesi”ne mâruz kalmak, suçlanmak” endişesiyle hâkim ve savcıların tutuklama gerektirmeyen dosyalarda “tutuklama” kararlarını vermeleriyle, 50 bini bulan tutuklamalarla, “suçsuz cezâ” ihdasıyla adâletin temel esasları tahrip ediliyor.
Bu konuda, hukuka riâyet edilmesi gerektiğini bildiren iktidara yakın yazarlar ve yorumcular bile bir kalemde siliniyor.
Vaktiyle bağımsız ve tarafsız olmayan adâletin güçlünün güçsüzü ezeceğini söyleyen dönemin hükûmet sözcüsünün, “Yargı, on kurum içinden sondan dördüncü. Yargıya güven bitmişse kafamızı ellerimizin arasına alıp düşünmemiz lâzım. Saraylar yaptık, ama adâlete, yargıya güveni arttıramadık, bunda ülke zarar görür” hayıflanması, kırılganlığın ilk açık itirafıydı. (Gazeteler, 11.5.15)
Yine Meclis eski Başkanı’nın “yargı bağımsızlığı öldü” (Milliyet, 16.5.15), Anayasa Mahkemesi eski Başkanı’nın “Toplumda yargıya güven azaldı”, yargının en üst kurulu HSYK eski Başkanvekili’nin “İçinde bulunduğumuz dönem yargı sistemi açısından Cumhuriyet tarihinin en utanç verici dönemi, yargı sopa gibi kullanılıyor, kaldıralım bu cenâzeyi” ve Yargıtay Başkanı’nın “Yargıya güven yüzde 70’den 30’lara düştü” (DHA, 22.4.16) yakınmaları Türkiye’de yargının tükendiğinin ikrarıydı.
Ne var ki hukuk câmiasının üzerine âdeta ölü toprağı serilmiş. Hukukun “resmen” devre dışı bırakılmasına, ülkedeki 79 baro, 78 bin avukat, 120 hukuk fakültesi, 354 hukuk profesörü, 164 hukuk doçenti ve 537 yardımcı doçentten istisnalar dışında ses sedâ çıkmıyor.
ADALET MEKANİZMASI DEVRE DIŞI…
Esasen OHAL perdesindeki hukuk dışı emr-i vakileri “‘akla ziyan” gören ve “Bu hâdiselerle hiçbir ilgisinin olmadığı kesin olanları bahanelerle tutuklamak hakikaten adaleti katletmektir” tepkisi veren SP Genel Başkanı Karamollaoğlu’nun, “Vatandaşların yüzde 84’ü Türkiye’de adaletin olmadığını savunuyor. İşin garibi, adalet mekanizmasında çalışan hâkim ve savcıların yüzde 80’’inden fazlası adalete güvenmiyor” tesbiti, yargının vaziyetini ortaya koyuyor.
“Şimdi siz devleti 28 Şubat’ı aratacak bir noktaya götürürseniz, kaç tane 15 Temmuz’u kutlarsanız kutlayın hiçbir fayda vermez. Siz söylemiyor musunuz, ‘at izi it izine karıştı’ diye? Siz demediniz mi’ ‘altı ibâdet, ortası ticaret, tepesi ihânet’ diye? Ama muâmelenizde ibâdet edenle ihânet edeni aynı kefeye koyuyorsunuz. Yapmayın, yazıktır, günâhtır. Tamamen mâsum insanları gözaltına alıp ardından tutuklatırsanız bunun sonu gelmez; devlet de, ülke de zarar görür” uyarısı da. (gazeteler, 12.7.17)
“Suçlu” - “suçsuz” ayrımının çok dikkatli yapılıp mâsum insanların zarar görmemesi için, Bediüzzaman’ın, “Mahkemeler, adâlet hakikati ile herkesin hukukunu bilâtefrik (ayrım gözetmeksizin) muhâfazaya sırf hak nâmına çalışmalı” ikazı son derece önemli. (Tarihçe-i Hayat, 487)
Aksi halde, Bediüzzaman’ın ifâdesiyle “adalet nâmına pek çok zulmedilir.”