Günümüzde gençlerin bile karmaşası nedeniyle yaşamaya çekindiği İstanbul'da 59 yılını geçiren, kentin yarım asrı aşan değişimine tanıklık eden 85 yaşındaki Hüseyin Özdemir, ilerleyen yaşına rağmen şehrin güzelliklerini dolu dolu yaşıyor.
Taşı toprağı altın denilen İstanbul'a, herkes gibi iş bulmak, ailesi için bir gelecek kurmak ümidiyle memleketi Görele'den 1959 yılında gelen Hüseyin Özdemir, ilerleyen yaşına rağmen, gençlerin bile şehrin karmaşası nedeniyle yaşamaya çekindiği metropolün yarım asrı aşan değişimine, üstelik kendisini şehrin güzelliklerinden de soyutlamayarak tanıklık ediyor.
***
Okumak için tıklayınız:
Tevhid nurundaki tesellî
Gençliği güzel yaşarsanız, ihtiyarlık da güzeldir
Her sabah bir melaike çağırıyor: “Yine bir muhasebe vakti geldi!"
***
Yaşlılar Haftası, yaşlıları da tekrar hatırlamak, onları sevgiyle kucaklamak, yaşam tecrübelerini dinlemek ve hayatın nasıl su gibi akıp gittiğini görmek için bir fırsat oluşturuyor.
İstanbul'un son 60 yıldaki değişimine tanıklık edenlerden biri de 5 çocuk, 16 torun sahibi emekli Hüseyin Özdemir... Özdemir, yokluk içinde geçen çocukluğu, ailesinin isteği üzerine erken yaşta yaptığı evliliği, büyük bir metropolde verdiği yaşam mücadelesi, 2006 yılında kaybettiği eşine özlemi, 85 yılın getirdiği tecrübeleriyle hayatın değerini, unutanlara bir kez daha hatırlatıyor.
Görele'de 1933 yılında dünyaya gelen, 7 yaşında nüfusa kaydolan Özdemir, yokluk ve kıtlık içinde geçen çocukluğu nedeniyle, hayatın zorluklarını erken yaşlarda fark ederek, eğitimin olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu anladı.
İlkokul ve ortaokula gidip gelmek için her gün 10 kilometre yolu yürüyerek eğitimini tamamlayan Özdemir, babası, evlenmek için ablalarının ardından sıranın kendisine geldiğini söylediğinde henüz ortaokul öğrencisiydi. Ortaokula giderken evlendirilen, hatta evliyken iki yıl eğitimine devam eden Özdemir, iki çocuğu varken de askerliğini tamamladı.
Görele'de Özel İdarenin muhasebe biriminde çalışan Özdemir, bir arkadaşının gönderdiği mektup üzerine Giresun'dan 3 gün süren zorlu deniz yolculuğunun ardından İstanbul'a adım attı.
Evsizlik bir taraftan, parasızlık diğer taraftan belini bükerken, ayakta kalmak için arayış içine giren Özdemir, ilk önce Kasımpaşa'daki bir akrabasında, ardından da kendisine kumaş fabrikasında iş bulan arkadaşının evinde kaldı.
Kumaş fabrikasında ambar sorumlusu olarak işe başlayan Özdemir, Zeytinburnu'nda yeni bir hayat için düzenini kurar kurmaz 4 çocuğunu ve eşini memleketten İstanbul'a getirdi.
İstanbul'da yaşamın zorlukları kendini gösterse de Özdemir, mücadeleyi, çalışma azmini bırakmadı. Sirkeci-Halkalı treninin çalıştığı hatta ulaşımın kolay olacağı düşüncesiyle Küçükçekmece'den bir ev satın alan Özdemir, hayatının bundan sonraki bölümünü geçireceği evinin temellerini de burada attı.
Kumaş fabrikasındaki 24 yıllık hizmetinin ardından emekli olan Özdemir, yine de çalışmayı elden bırakmadı. Yeğenlerinin pide salonunda işletme müdürü olarak işe başlayan Özdemir, bu işi kurallarına uygun yapabilmek için 70 yaşında kursa giderek sertifika aldı.
Dinç ve sağlıklı bir yaşlılık geçirmenin tadını çıkaran Özdemir, sabah kahvaltısını ettikten sonra günlük gazetesini, kitabını okuyor, televizyonda belgesel ve müzik programlarını izliyor. Öğleden sonra kahvehaneye giden Özdemir'in en büyük eğlencesi ise arkadaşlarıyla tavla oynamak ve sohbet ederek güzel vakit geçirmek.
Dinçliğini hareketli olmaya borçlu
Yaşamının 59 yılını İstanbul'da geçiren Özdemir, yaptığı açıklamada, böylesine büyük bir şehirde sağlıklı olabilmenin sırrını hareketli olmaya borçlu olduğunu söyledi. Çalıştığı yıllardan beri hep hareketli olduğunu, emekliliğinden sonra da bunu devam ettirdiğini anlatan Özdemir, hareketli olmanın sağlığına büyük katkısı bulunduğunu ifade etti.
Beslenme şeklinin de önemine değinen Özdemir, "Beslenirken az yerim, yemek pek seçmem. Tatlı ile tuzluyu az yerim. Daha ziyade meyve yerim. Pazarları gezerim, bulabildiğim kadar meyve alırım. Karnım şişsin diye uğraşmam, az az sık sık yerim. Yalnız son zamanlarda bu huyumu biraz değiştirdim. Hafif bir göbek yaptım, ondan sıkılıyorum. İnşallah onu da indirmeye çalışacağım. Yememe, içmeme dikkat edeceğim. Bende hafif bir bronşit var, uzun zamandır devam ediyor. Tecrübeli arkadaşlarımdan hatta doktordan öğrendim. Zencefil ile balı karıştırıp her sabah yiyorum. Boğazıma iyi geliyor, öksürüğümü kesiyor." diye konuştu.
Özdemir, eşinin baskıları üzerine sigarayı bıraktığını, bal, fındık, fıstık tüketmeye özen gösterdiğini, tansiyon hapı dışında da başka bir hap kullanmadığını söyledi.
"Ben otobüse biniyorum, gençler oturuyor"
İnsanlara mutlu yaşama dair öğütler de veren Özdemir, "Dünyaya gelen her şahıs, herkimse öyle bir inançta olacak ki başkasına kötülük yapmayacak, hırsızlık yapmayacak, uğursuzluk yapmayacak. Çalışıp kendi kazancı ile kendi ihtiyacını temin edecek. Hayatta en büyük varlık budur." dedi.
Her cuma Küçükçekmece'den otobüse binerek Eminönü'ne giden, oradan bindiği tramvay ile Sultanahmet'te inen Özdemir, burada tarihi camide cuma namazını kıldıktan sonra Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi'ni geziyor. Özdemir, "İstanbul'da yapmaktan en zevk aldığım şey, rahat dolaşmak ve vapura binip gezmek. Adalar'a gitmek. Adada bir çay dahi içsem bana büyük bir zevk veriyor." diyerek kentin güzelliklerinden nasıl keyif aldığını anlattı.
Toplu taşıma araçlarını sıklıkla kullanan bir yaşlı olarak gözlemlerini aktaran Özdemir, şöyle konuştu:
"Yaşlılara saygı bazı yerlerde var, bazı yerlerde yok. Ben otobüse biniyorum, gençler oturuyor, bakmıyor bana. Ben de 'Ben oturayım' demiyorum. Bazen otobüse bindiğimde Eminönü'ne kadar ayakta giderim. Bazıları da beni gördüğü zaman kolumdan tutar 'Amca otur' der. Saygı o kadar da yok demeyeyim. İstanbul'da ulaşım şu anda benim için kolaylaşmadı. Beş senedir tren yolunu kaldırdılar, yeniden yapıyorlar. Beş senedir otobüsle Eminönü'ne 1,5 saatte gidiyorum. Ama İstanbul'un nüfusu ben geldiğimde 1 milyon 750 bindi. Bugün İstanbul'un nüfusu, 15-20 milyon var. Bu kalabalığa göre tüneller, tramvaylar yapıldı, otobüsler değişti. Bazı yerlerden memnunum bazı yerlerden değilim."
1959'un son aylarında geldiği İstanbul'da çok şeylerin değiştiğini anlatan Özdemir, "İstanbul'a yeni geldiğim zamanlar Aksaray yeni kuruluyordu. Zeytinburnu, Mecidiyeköy, Kağıthane olduğu gibi gecekonduydu. Esas İstanbul, Samatya, Fatih, Beyoğlu, Kasımpaşa'ydı. Sirkeci-halkalı tren hattı yeni yapılmıştı. Tramvay ve Boğaz'daki köprüler yoktu. Sadece vapura binip, karşıya geçiyorduk." diyerek eski İstanbul'u anlattı.
56 yıllık eşe özlem
Özdemir, ailesi tarafından görücü usulü evlendirildiği ve 2006 yılında kaybettiği eşine olan özlemini de şöyle ifade etti:
"1950 senesinde evlendim. Çocuktum daha ve anam babam görücü usulü beni evlendirdi. Benim evlenmeden bile haberim yoktu. Tabii ki evlendikten sonra birbirimizi sevdik biz. 56 sene hanımla beraber yaşadık. 5 çocuğum oldu. Çocuklarımızı beraber büyüttük. Hanım çalışmadı ama evde işler yaparak bana yardımcı oldu. Çocuklarımızı okuttuk, hepsini evlendirdik. Hayatta daha ne olsun ki. Hanımı kaybettik. Hayat bu... Hanım da 72 yaşına kadar yaşadı.
İnsan senelerce beraber yaşadığı hanımını özlüyor. Gece yatağa kafanı koyduğun zaman aklına geliyor. Düşünmemek için uğraşıyorsun. Kitap okuyorum, televizyon izliyorum, arkadaşları çağırıp konuşuyorum. Hanımı bir gece görmesem, ikinci gece rüyamda görüyorum. Rüyamda geliyor, oturuyoruz. Bazen rüyamda kavga da yaptığım oldu. Rüya kitaplarına da baktım. 'Dua et' dediler bana. Rüyamda genellikle çocuklarımın da küçüklüğünü, eski evimde hanımla beraber yürürken, konuşurken, bahçede çalışırken devamlı görüyorum."
AA