Yeni Asya Gazetesi Araştırmacı Yazar M.Latif SALİHOĞLU; Demokrat Parti İçişleri Bakanı Namık Gedik üzerinde oynanan oyunları ve ardında yatan sebeplere değindi.
Görgü şahidi: Namık Gedik’i katlettiler
Daha evvel birkaç değindiğimiz Namık Gedik meselesini, yakın tarihin kronolojik seyri içinde bir kez daha dikkat nazarlarına takdim ediyoruz.
M. Latif SALİHOĞLU
[email protected]
Darbeciler, gaddar ve zalim kimselerdir. Aynı zamanda yalancı, hileci ve sahtekârdırlar. Onların söz ve beyanlarına itimad edilmez. Zira, yalancılıkta sınır tanımazlar.
Milletin hür iradesini hançerleyerek darbe yapan 27 Mayısçılar gibi, idama kadar varan toptan cezalandırmalarla tarihe geçen 12 Eylülcüler de, zulümkârlık ve yalancılıkta sınır tanımaz derecede ileri gittiler.
Bu gaddarlar, yönetime el koyduktan sonra yaptıkları ilk açıklamalarda hep şunu söyleyip durdular: “Bu harekâtın siyasî bir gayesi, maksadı yoktur. Bu harekât, ülkeyi uçurumun kenarından kurtarmak, kardeş kanını durdurmak, milletin huzurunu, güvenini sağlamak için yapılmıştır. Vatandaşlarımızın içi rahat olsun, hiçkimse haksız yere cezalandırılmayacaktır.”
Acaba öyle mi oldu? Yoksa, bütün bu söylenenlerin tam tersi uygulamalara mı şahit olundu?
“Ayinesi iştir kişinin; lâfa bakılmaz…” gerçeğinden hareketle darbe sonrasında yapılanlara baktığımızda, verilen sözlerden hiçbirinin tutulmadığını, hatta büyük ölçüde tam tersinin yapıldığını görmekteyiz.
Bu da, karakteristik özellikleri itibariyle, darbecilerin hem zalim, hem yalancı ve hem de ikiyüzlü birer sahtekâr komitacı olduklarını gösteriyor.
Bu iddiayı ispat için, birçok örnek sıralamak mümkün. Ama, şimdilik burada bir kanlı darbenin mahiyetini anlatmak sadedinde, yaşanmış çok acı ve fakat yüzde yüz çarpıtılarak aktarılmış olan vahim bir hadisenin gerçek yüzünü sizlere göstermek istiyoruz.
Gaddar 27 Mayıs Darbecileri, Demokratları silâh zoruyla devirdikten sonra, bu camiayı toptan cezalandırma yoluna gittiler.
Demokrat Partinin Genel Başkanı da dahil olmak üzere, bu partinin bütün yönetim kadrosunu, hükûmet üyelerini, milletvekillerini, partinin hemen bütün il ve ilçe yöneticilerini çok vahşiyane ve zalimane bir muamele ile tutuklayan darbeciler, bunca mâsum insana daha mahkemeden önce hakaretli işkencelerde bulunmaya başladılar.
İşte, o hakaretli işkencelere mâruz kalanlardan biri de İçişleri Bakanı Namık Gedik’tir… Üstad Bediüzzaman’ın tâbiriyle “İslâmiyete ciddî taraftar” olan Namık Gedik (Emirdağ Lâhikası, s. 449), 27 Mayıs günü darbeci subaylar tarafından evinden apar topar alınarak Ankara’daki Harp Okuluna götürüldü.
Burada, tekmelemeler ve tükürüklü hakaretlerle genişçe bir odaya hapsedildi. Aynı odada Savunma Bakanı Ethem Menderes ile İskenderun DP İlçe Başkanı Edip Yangın’ın yanı sıra, daha başka DP’li maznunlar da vardı.
İşte, o odada olup bitenlerin birinci derecedeki şahidi olan Edip Yangın, bu konuda bizim de en güvenilir şahidimiz ve haber kaynağımızdır.
Mağdur DP’lilerden olan Edip Yangın, uzun yıllar Arsuz Beldesine bağlı Madenli Köyünde muhtarlık da yaptı.
Hatay’daki kadim okuyucularımız ve temsilci arkadaşlarımızın vasıtasıyla, 2003 senesinde irtibat kurduğumuz Edip Bey, orada şahit olduğu hadise hakkında şunları anlattı:
“Darbe sonrasında tutuklanıp Harp Okulu binasına götürülenlerin arasında ben de vardım. Subaylar, herbir bahane ile bize hakaret ediyor, tekme tokat girişiyorlardı. Bizi iyice hırpaladıktan sonra bir odaya attılar. Orada gördüğüm hemen herkes adeta yarı canlı, yarı ölü bir vaziyetteydi. Aralarında derinden derine inleyenler de vardı.
“Fakat, en çok ezâ–cefâ görenlerin başında İçişleri Bakanı Namık Gedik geliyordu. Görevli, ya da nöbetçi olsun olmasın, bütün subaylar ona ağır hakaret ve işkencelerde bulunuyordu.
“Bir kısmı anlatılamaz cinsten olan bu işkenceler o derece arttı ve ağırlaştı ki, Namık Bey buna daha fazla dayanamayarak baygınlık geçirdi. Hareketsiz düştü.
“İşkenceciler, onun ölüme doğru gittiğine kanaat getirdiler. Bu sebeple, aralarında fısıldaşarak, bir plan yaptılar. Gecenin geç saatlerinde izbandut gibi iki subay geldi. Yerde baygın yatan Namık Gedik’i karga tulumba kaldırdılar ve salonun yüksek penceresinden aşağıya attılar. (Meğerse, resmî bir tutanakla bu cinayete intihar süsü vermişler. Böylelikle, hukuk yolunu kapatıp kendilerini kurtarmış oldular.)
“Ben, o anda kendimi tutamayıp ‘Allah belânızı versin!’ diye bağırmışım. O subaylar üstüme doğru geldiler ve postallarla bana giriştiler. Dişlerimin çoğu kırıldı; ağzım burnum kan–revân içinde kaldı.
“O günlerin korku ve dehşet dolu atmosferi içinde, Gedik’in ailesi dahil, hadisenin gerçek yüzünü kimse bilemedi, soruşturup öğrenemedi.”
Ceset gösterilmiyor
Yeni Aktüel dergisinin 158. sayısında (2008) bu konuyu enine boyuna araştıran bir dosya yayınlandı.
Kapak dosyasında anlatılanların tamamı, bizim anlattıklarımızla paralel düşüyor, hatta neredeyse birebir örtüşüyor. Dergide, ayrıca detay bazı bilgiler de yer alıyor. Şöyle ki:
1) Namık Gedik’in intihar etmek için kırdı denilen çift pencereli camlarda açılan delik, hem küçük, hem de elmasla kesilmiş gibi görünüyor. Kırılmış kısım, içinden ancak kedi geçebilecek kadar küçük olduğu ifade ediliyor.
2) O dehşetli darbenin korkulu günlerinde (3. gün) lâlettayin şekilde kefene sarılan Gedik’in cenazesi ailesine teslim edilmiyor ve cesedin açılıp bakılmasına katiyyen müsaade edilmiyor.
3) Elem, korku ve dehşetin kol gezdiği o günlerde hadisenin içyüzünü tahkik etmek mümkün olmadığı gibi, ortada şüpheleri izâle edecek bir otopsi raporu dahi bulunmuyor… Ve nihayet, çaresizlik içinde herşey sîneye çekilmek durumunda kalınıyor.
“Oh olsun!” diyene “Yuh olsun!”
Bütün bu bilgilere rağmen, darbeci gaddarların Gedik hakkında “İntihar etti” şeklindeki yalanına inanan, inanmak isteyen, bu yalanı yutan, hatta yutturanların arasında ne yazık ki dost sûretinde görünen maksatlı bazı kimseler de var.
İşte, bu gibi dostların attığı taş daha yaralayıcı olup çok daha acı veriyor.
Öyle ki, bunların arasında katledilen Gedik için “Oh olsun!” diyenler bile çıktı ve çıkıyor ki, biz de bu gibilere “Yuh olsun!” demek durumunda kalıyoruz.
Zira, rahmetli Namık Gedik, bir şehid-i mazlûm olarak gittiği halde, aynı dostlar, onun ruhuna okunacak Fatihalara bile bir cihette engel oldular.
Bediüzzaman ibrâ ediyor
Namık Gedik’in ileride başına gelecekleri hissetmişcesine ondan sitayişle bahseden Üstad Bediüzzaman, bir mektubunda ismini tam üç defa zikretmek sûretiyle, onu adeta ibra etmiş oluyor.
Emirdağ Lâhikası isimli eserinde Adnan Menderes ile Tevfik İleri’ye iki kez atıfta bulunan Bediüzzaman, “İslâmiyete ciddî taraftar” dediği Namık Gedik’in ismini ise, hem üçüncü kez zikrediyor, hem de Ayasofya Camiinin yeniden ibadete açılması için bilhassa kendisiyle görüşmek istediğini beyan ediyor.
İşte, söz konusu o ifadelerin bir kısmı:
“İki Nurcu Ankara’ya gittiler. Hem Başvekil (A. Menderes), hem Dahiliye Vekili (N.?Gedik), hem Maarif Vekili (T.?İleri) lehimizdedir. Ve bize müjdeli haber geldi. Onun için beni merak etmeyiniz. Ben gelen sıkıntıdan mânevî sürûr duyuyorum.’ (Age, s. 304)
“Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyet’e ciddî taraftar Dahiliye Vekil’i Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyet’in kahramanı olan Adnan Bey’e ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir.” (Age, s. 449)
24.05.2013
Haber : http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=11243
http://www.euronur.tv/namik-gedik-hadisesinin-perde-arkasi/
Yeni Asya EuroNur