"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yeni Asya’yı okuyoruz, okutuyoruz

16 Haziran 2017, Cuma 00:30
Düsseldorf’tan röportaj zinciri (3)

1968’in sonundan beri Köln’de yaşayan Saffet efe, eski bir dostunun “Şimdilerde ne yapıyorsunuz?” sorusuna karşı, “Tam senin tavsiyelerini yapıyoruz, Yeni Asya’yı okuyoruz, okutuyoruz abone yapıyoruz’ diye cevap vermiş.

Safvet Efe / KÖLN

‘Allah Allah ne büyük hakikatler’ 

En son Safvet Efe Ağabeyi görüyoruz ve onu dinliyoruz. Tarihin ardında kalmış hikâyelerini anlatıyor bize Risale-i Nurlar ile nasıl tanıştığını sorunca. 1968’in sonundan beri Köln’de yaşıyormuş. Risale-i Nurlar’ı da eniştesi Marangoz Ahmet vesilesiyle tanımış. Ses kayıt cihazını uzatınca başlıyor bize hikâyesini anlatmaya:

“Türkiye’deyken benim bir işim olduğunda, o (eniştem) marangozdu ona yaptırıyordum. Malzemeleri at arabasına koyuyorduk. Köye giderken de İhlâs ve Uhuvvet Risalesini yüksek sesle okurdu. Okurken bağırarak ‘Allah Allah ne büyük hakikatler ya!’ diye bağırırdı. ‘Bahtiyar odur ki Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı büyük bir havuzu kazanmak için küçük bir buz parçası nevindeki kendi enaniyetini ve benliğini o havuz içine atıp eritendir’ diye. Yüksek sesle. Bağırarak söylüyordu. Sonradan da bana veriyordu Uhuvvet ve İhlâs risalelerini ben okuyordum. Tam anlayamadığım için tabiî, bu kadar da bağrılacak bir şey yok bunlarda her halde diyordum. Fakat çok zaman sonra onun neden öyle ‘Allah Allah ne büyük hakikatler’ diye bağırdığını anladım” diyor ilk kez Risale-i Nur’lar ile nasıl karşılaştığını anlatırken.

Risale-i Nur Külliyatı’nı Almanya’ya nasıl getirdiğinden bahsederken Safvet Ağabey, “O bana dedi. Sana bir Cevşen alayım. 1973 yılındaydı. Sıkı yönetim vardı o zamanlar. Dedi Cevşen alayım, getirdi bir karton kutu Külliyat. Koydum onları bavula. Getiriyorum onları Almanya’ya, 1971 muhtırasının baskıları var hâlâ. Havaalanında gelirken bavulları açtırıyorlar. Kontrol ediyorlar. Benim bavulumu da açtılar. Elbiselerim falan. Onda (Risale-i Nur Külliyatı’nın olduğu kutuda) ne var dediler. Kitaplarım var dedim. Açmaya gerek yok dediler. Açsalar sıkıntı olabilir. 1971 muhtırasının baskıları devam ediyor. Sonra Risale-i Nurlar’dan vecizelerin de içine baktılar ne var diye. Onda da birşey göremeyince tamam geç dediler” diyor.

“Tekrar tekrar okudum”

“Getirdim ben Risale-i Nurlar’ı koydum böyle bir camlı dolaba. Fakat o bana bir de nasıl okuyacağım listesini vermişti. Listeye bakmadım tabi ben. Epey zaman geçti. Hanım soruyor bana ‘Bu kitapları sen ne zaman okuyacaksın’ diye. Okuyacağım diyorum. Biz gidiyoruz artık böyle tarikatçılarla vesairelerle toplantılar yapıyoruz. Ara ara soruyor ‘Ne zaman okuyacaksın’ diye. Okuyacağım diyorum. Ya dedim şunlardan bari bir tanesini okuyayım. En küçüğünü seçtim. O da "33 Pencere"ymiş. Okuyorum okuyorum zor anlaşılıyor. Tekrar tekrar okudum artık. Ondan sonra başka bir cemaatle beraber çalışıyorduk o zamanlar.”

“Bu milleti nasıl kurtaracağız?”

“Buraya geldik biz, milletin elinde bir teyp bir radyo herkes bir havada. Biz arkadaşlarla bu milleti nasıl kurtaracağız diyoruz. Ne yapalım, ne yapalım? ‘Hadi bir cemiyet kuralım’ dediler. Cemiyet kurduk. Beni başkan seçtiler. Bir arkadaş da başkan yardımcısı oldu. Ne yapacağız şimdi hiçbir şey bilmiyoruz. Sonra gittik dosya, kalem, kâğıt aldık. Din görevlisi vardı burada Mehmet Zeki Okur diye. Gidip ona bari soralım dedik. ‘Siz’ dedi ‘Şimdi cemiyet kurmaya kalkışmayın. Kuranlar var onlarla beraber olun.’ Süleyman Efendi’nin talebelerinden kimselerle konuştuk Hasan Altuna isminde bir doktor vardı onu da başkan seçtik. Beraber başladık çalışmaya. Türk Birliği diye bir yer kiraladık. Ara sıra Necip Fazıl rahmetliyi getiriyorduk. Konferans verdiriyorduk. Gene böyle bir defasında Necip Fazıl'ı getirdik. Konferans verdikten sonra oturduk Türk Birliğinde sohbet ediyoruz. Sohbet yaparken, ama kitapları (Risale-i Nurlar’ı) da yavaş yavaş okumaya çalışıyorum ben.”

“Nurcular üstün geldi. İlmen aklen mantıken üstün geldi.”

“Orada Süleyman Efendi’nin talebeleriyle Nurcular varmış onlar bir münâzara başlattılar. Derken, baktım Nurcular üstün geldi. İlmen, aklen, mantıken üstün geldi. Dedim ‘Nerde kalıyorsunuz siz?’ Hadi bakalım bindik, oraya doğru gittik. Medreseye gitmeye başladık. Her Cumartesi günü akşam battaniyemizi role yapıp sırtımıza alıp hizmete gidiyorduk Allah yolunda. Derslere katılıyoruz. Derslerde, okurken, elimizde de defter kalem. Dersten sonra hemen ‘Bu kelimeler, bunlar nedir?’ diye soruyoruz yazıyoruz her hafta. Başladım ufak risaleleri yollarda, işe giderken okumaya.”

“Anlamadığım kelimeleri kâğıda yazıyordum. Eve geldiğim zaman hanıma veriyordum. ‘Bunları lügata bak. Lügat manalarını yaz. Bana ver’ diye. Öyle öyle o da öğrendi. Dedim bu fırsatı kaçırmayalım bir an evvel çoluğa çocuğa karışmadan. Hemen Kur’ân öğrettim. Ondan sonra çocuklar oldu. Çocuklara öğrettim Kur’ân-ı Kerîm’i. Okula başlamadan, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrendiler. Abdullah ve Hayrullah, ikisi. Bir tarafdan da okuyorduk medreseye gidip geliyoruz işte.” 

“Dediğim o enişte de arada bana mektup yazıyordu. Türkiye’de olan bitenlerden vesaire… Devamlı beni teşvik ediyordu. Bir ara sormuş ‘Bizim bir Safvet vardı nerede bu?’ diye. Türkiye’ye gidenlere soruyorlar. ‘O bizim hocamız’ diyorlar. ‘O zaman’ diyor ‘çok sevindim.’”

“Abone hizmetlerini de çok kişilerle yaptık”

“Gene enişteyle konuşuyoruz. Nasıl hizmetler diye. Çocuk okutuyoruz, Kur’ân okutuyoruz vesaire. Bana dedi ki ‘Hay Allah, hizmet hizmet diyorsun ben de zannettim ki Yeni Asya Gazetesi’ne iki kişiyi abone yaptın.’ Allah Allah bu ne demek ya? (şaşkınlıkla) Bu sefer dedim, ‘Biz Kur’ân okutuyoruz o Yeni Asya Gazetesi’nden bahsediyor.’ Sonradan anladık meseleyi. Gerçekten onun dediği noktada abone hizmetlerini de çok kişilerle yaptık.”

“Senin tavsiyelerini yapıyoruz, Yeni Asya’yı okuyoruz okutuyoruz”

“Bu Şerafettin Kartal Abi var. Sungur Abinin cemaatindeydi onlar, tekrar ayrıldılar. O da onlara söylüyormuş ‘Kardeşim gazeteye sahip çıkın okuyun’ diye. Sonra ayrılınca bir yerde karşılaşmışlar. Demiş ‘Napıyorsunuz?’ ‘Tam senin tavsiyelerini yapıyoruz, Yeni Asya’yı okuyoruz, okutuyoruz, abone yapıyoruz’ diye cevaplamış. ‘Hiçbir şey de diyemedi’ diyor. Çünkü daha önce kendilerinin dedikleri. Sonra 'Nesil' tarafında kaldı bizim enişte ayrılık zamanında. O kadar bana ‘Gazeteyi okuyun’ dedi. Bu sefer o sordu bana. Ben de dedim ‘Senin dediklerini yapıyoruz. Gazeteyi okuyoruz. Okutuyoruz. Abone yapıyoruz’ O da ‘Kardeşim, doğru söze ne denir’ dedi. ‘Benim tavsiyelerim bunlar’ dedi. Dedim, ‘Sana da tavsiye ediyorum, Oku.’ Tartışma çıktığı zaman o susuyor. ‘Tamam’ diyor ‘Haklısın, senin dediğin doğru.’”

“Hizmetlerimiz böyle devam etti. Ta o zaman 1967’de başlattığım çalışmaları hiç aralıksız devam ettirdik. Şimdi yine devam ediyoruz.”

“Türkiye’den gelenlerle yapılmalı”

Safvet Ağabeyin uzunca hikâyesini dinledikten sonra bu sefer de her yıl yapılan bu buluşma hakkında ne düşündüğünü sorduk. Her yıl katıldığını söylüyor. En çok da geçen sene yapılanı sevmiş olacak ki, “Çok güzel oluyor. Hele ki geçen seneki yaptığımız. Türkiye’den çok gelenler oldu. Farklı bir şey yaptık geçen sene. Çok farklı oldu. Mutlaka onun gibi yapmamız gerekiyor” diyor. Geçen sene masa çalışmalarının çok verimli geçtiğini anlatıyor ve programın geçen seneki gibi organize edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Son olarak da Safvet Ağabey, “Benim temennim geçen seneki gibi Türkiye’den ilim adamlarını getirip masa çalışmaları yaparak o şekilde yapılsa çok daha faydalı olacağını zannediyorum” diyor.

Son röportajımızı yaparken program artık sona eriyor. Salon toplanıyor. Kitap standındaki Yeni Asya Neşriyat kitapları tekrar kutulanıyor. Uzak yerlerden gelenlerin bir çoğu yola çıktı bile. Ev sahibi Düsseldorf ise programı bitirerek kalan işleri yapıyor. Etrafa bakıyorum, yorulmuşlar, ama mutlular bu programı gerçekleştirdikleri için. Osman Kurnaz Ağabey ile arabaya biniyoruz ve dershanenin yolunu tutuyoruz.

Risale-i Nur’lar kurtuluş sebebi

Programa katılanlara ve programda konuşanlara teşekkür ettikten sonra Yeni Asya Yönetim Kurulu Başkanı Yardımcısı İsmail Özdemir, “Özellikle vurgu yaptığımız muhabbet diye haykırdığımız şu günlerde uhuvvet ve tesanüdümüzün inşasına büyük ihtiyaç hissediyoruz. Risale-i Nur’lar urvetü’l vuska yani kopmaz bir zincir, bir kurtuluş sebebi. Okuyanlar imanla kabre gider. Bu durum bize şunu gösteriyor: Evet Risale-i Nur’ları anlayarak ve kabul ederek okumalıyız arkadaşlar. Uhuvvet kardeşlik demek. Muhabbet sevgidir. Yani sevgi muhabbet ve kardeşlikle başlar” dedi. Mü’minlerin arasında kin ve adavetin hakikat ve hikmet nazarında yasaklandığını söyleyen Özdemir, “Mü’minler arasında hem hakikat nazarında hem hikmet nazarında kin ve adavet yasaklanmıştır. Muhabbet ve adavet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. Hakikî olarak beraber bulunmazlar. Halbuki insanların bu zamanda şahsî kemalatlarının haşirde yetersiz kalma ihtimaline karşı bir şahsı manevî dalâlete karşı bir şahsı manevî çıkartarak manevî mücahede ile enaniyetini ve şahsiyetini o havuzda eritmek gerekiyor tâ ki amel defteri kapanmasın” dedikten sonra panelde emeği geçen herkese teşekkür ederek konuşmasını sonlandırdı.

RÖPORTAJ: MUSTAFA SAİT ÖNAL

***

Önceki bölümleri okumak için tıklayınız:

“Bismillah deyip bu eserleri okumaya başladım”

Düsseldorf’tan röportaj zinciri: Nur talebelerinin bayramı

Etiketler: mustafa sait önal
Okunma Sayısı: 6736
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali Tam

    16.6.2017 02:25:53

    Bugün şu gerçeğin altini çizip üstüne basa basa vurgulamak gerekir ki; Yeni Asya Türk Medyasinda Adalete, masumlara, maznunlara ve zulmen mahpus olmuslara sahip çikan TEK GAZETE… Ve Adalete harfiyyen uyan ahbab-cavus ugruna 16-Nahl: 90 Ayet Innallahe ye'muru bil ADLi... ila ahir hafife almayan, Adaleti terketmeyen tek gazetedir. Merhum ve Muazzez Agabeyimiz Mustafa Sungur gibi zevat bugünleri bihissi kablel vuku ile algilamislar Yeni Asya'ya bu sebeple himayetkar bir tavri sergilemislerdir. Evet, bu Dünya' da iman dahi adaletsiz olamaz, zira Allah'in hakkini Uluhiyetini, Mabudiyetini, Vahdaniyetini, Ehadiyetini ziddi, niddi, şeriki ve şebihi olmadigi gercegini iman ile tastikle (adaletle) Allah'a vermelidir. Aksi şirktir ve azim bir zulmdür!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı