binaen,
Ayetü’l-Kübra
risalesinde dünya seyyahı, Hâlık’ını
aramak, bulmak, tanımak için bütün kâinattan ve enva-ı
mevcudatından sorduğu ve otuz üç yol ile ve kat’î bürhan-
larla Hâlık’ını ilmelyakin ve aynelyakin bildiği gibi; o aynı
seyyah, asırlarda ve arz ve semavat tabakalarında aklıy-
la, kalbiyle, hayaliyle gezen yorulmaz, tok olmaz, bütün
dünyayı bir şehir gibi görüp teftiş ederek, kâh kur’ân hik-
metine, kâh felsefe hikmetine aklını bindirip geniş hayal
dürbünüyle en uzak tabakalara bakarak, hakikatleri vaki-
de olduğu gibi görmüş, bizlere
Ayetü’l-Kübra’
da kısmen
haber vermiş.
İşte şimdi biz, o ayn-ı hakikat ve bir temsil manasında
olan seyahat-i hayaliyesiyle girdiği pek çok âlemler ve ta-
bakalardan numune için yalnız üç tabakasını, Fatiha ahi-
rindeki muvazenenin yalnız kuvve-i akliye cihetinde bir
misalini gayet muhtasar beyan edeceğiz. sair meşhuda-
tını ve muvazenelerini, risale-i nur’un muvazenelerine
havale ederiz.
•
Birinci numune
şöyle: o, dünyaya sırf Hâlık’ını ta-
nımak, bulmak için gelen seyyah, aklına dedi: “Biz, her
şeyden Hâlık’ımızı sorduk; güzel, tam cevap aldık. Şim-
di, ‘güneşi güneşten sormak lâzım’ darbımeseli gibi, biz
dahi Hâlık’ımızı, ilim ve irade ve kudret gibi kudsî sıfat-
larının tecellileriyle ve meşhut eserleriyle ve isimlerinin
cilveleriyle tanımak, bulmak için bir seyahat daha yapa-
cağız” diye dünyaya girdi.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 277 |
e
lhüCCeTüzzehra
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kandil:
lâmba.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kısmen:
kısmî olarak, bir kısım.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
kuvve-i akliye:
akıl duygusu, akıl
hasleti.
meşhudat:
görünenler, gözle gö-
rülen şeyler, müşahede edilenler.
meşhut:
gözle görülmüş, gözle
görülen, müşahede olunan.
misal:
örnek.
muhtasar:
kısaca, özetle.
muvazene:
mukayese, karşılaştır-
ma; ölçü, denge.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
numune:
örnek.
nur:
aydınlatma, parıltı; Cenab-ı
Hakkın bütün kâinatı isim ve sıfat-
larıyla aydınlatması; Kur’ân-ı Ke-
rîm’in 24. suresi. Medine’de nazil
olmuştur. 64 ayettir.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rızık-
landıran Allah.
sair:
diğer, başka, öteki.
semavat:
semalar, gökler.
seyahat-ı hayaliye:
hayal ile yapı-
lan yolculuk.
seyyah:
gezgin, yolcu.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
tabaka:
kat, katman.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
teftiş:
aslını, doğrusunu gereği gibi
sorup araştırma.
temsil:
benzetme, misal getirme.
ahir:
son.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
arz:
yer, dünya.
asr:
yüzyıl.
aynelyakin:
gözle görür dere-
cede inanma; bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı,
gerçeğin tâ kendisi.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet:
yön.
cilve:
tecelli, görüntü.
darbımesel:
atasözü, vecize.
enva-ı mevcudat:
varlıkların
çeşitleri, türleri; çeşitli varlıklar.
fanus:
içinde mum yakılan
büyük fener, camlı mahfaza,
abajur.
fatiha:
Kur’ân-ı Kerîm’in birin-
ci suresi.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
gayet:
son derece.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hikmet:
felsefe; kâinattaki ve
yaratılıştaki gayeleri araştır-
ma.
ilim:
bilme, bilgi.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin
olarak bilme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
kâh:
zaman olur, bazen.
kâinat:
evren; yaratılmış olan