İman ve Küfür Muvazeneleri - page 281

o seyyah, hangi tarafa baktıysa, dehşet ve vahşet ve
hayret ve korkmak aldı, göğe çıktığına bin pişman oldu.
Akıl ve hayal, bütün bütün bozuldular. “Bizim vazifemiz
güzel hakikatleri görmek ve göstermek iken, böyle
cehennem gibi çirkin ve azaplı manaları bilmek, müşa-
hede etmek vazifesinden istifa ediyoruz ve istemiyoruz”
derken, birden
(1)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG o
Qƒo
f *n
G
tecellisiyle
(2)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG o
?p
dÉn
N
ve
(3)
p
ôn
ªn
?r
dGn
h ¢p
ùr
ªs
°ûdG o
ôu
ë°n
ùo
e
ve
(4)
n
Ú/
`n
ŸÉn
©r
dG t
Ün
Q
gibi çok isimler, her biri birer güneş gibi
(5)
n
í«/
HÉn
°ün
ªp
H Én
`«r
ft
ódG n
ABÉ n
ªs
°ùdG És
`æs
`jn
R r
ón
?n
dn
h
ve
(6)
Én
gÉs
`æs
`jn
Rn
h Én
gÉn
ær
«n
æn
H n
?r
«n
c r
ºo
¡n
br
ƒn
a p
ABÉn
ªs
°ùdG n
‹p
G BGho
ôo
¶r
æn
j r
ºn
?n
an
G
ve
(7)
m
äGn
ƒ'
ªn
°S n
™r
Ѱn
S s
øo
¡j
s
ƒn
°ùn
a p
ABÉ n
ªs
°ùdG n
‹p
G …'
ƒn
à°r
SG s
ºo
K
gibi ayetlerin
burçlarında tulû ettiler, bütün semavatı nurla, meleklerle
doldurdular, bir büyük camie ve mescide ve ordugâha
çevirdiler. o seyyah
(8)
r
ºp
¡r
«n
?n
Y n
âr
ªn
©r
fn
G n
øj/
òs
dn
G
cereyanına gir-
di. dâllînden,
(9)
x
»u
÷o
m
ôr
ë
n
H
/
m
äÉn
ªo
?`o
¶`n
c r
hn
G
’den kurtuldu. Bir-
den, cennet gibi muntazam, güzel, muhteşem bir mem-
leket gördü. Her tarafta Hâlık-ı zülcelâl’i bildiriyorlar bir
vaziyeti müşahedesiyle, akıl ve hayalin kıymetleri ve va-
zifeleri bin derece terakki etti.
İşte o seyyahın kâinattaki seyahatinin yüzer numune-
sinden bu mezkûr üç numuneye kıyasen sair müşaheda-
tını ve isimlerin cilveleriyle Vacibü’l-Vücud’un marifetini
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 281 |
e
lhüCCeTüzzehra
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azap:
günahlara karşı kabirde ve
ahirette çekilecek ceza.
burç:
.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya si-
yaset hareketi.
cilve:
tecelli, görüntü.
dâllîn:
doğru yolu şaşırmış, güna-
ha girmiş olanlar.
dehşet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
hakikat:
gerçek.
Hâlık-ı zülcelâl:
Sonsuz büyüklük
sahibi yaratıcı, Allah.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kıyasen:
kıyas ederek, karşılaştı-
rarak.
kıymet:
değer.
marifet:
bilme, derin bilgi.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müşahedat:
gözlemler.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
numune:
örnek.
nur:
aydınlatma, parıltı; Cenab-ı
Hakkın bütün kâinatı isim ve sıfat-
larıyla aydınlatması.
ordugâh:
ordu yeri, ordunun barı-
nıp konakladığı yer.
sair:
diğer, başka, öteki.
semavat:
semalar, gökler.
seyyah:
gezgin, yolcu.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tulû:
doğma, doğuş.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlığı-
na bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.).
vahşet:
ıssız yerlerde duyulan
korku.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
1.
Allah göklerin ve yerin nurudur. (Nur Suresi: 35; Ra’d Suresi: 16.)
2.
Arz ve semavatın Hâlıkı.
3.
Güneşi ve ayı musahhar eden.
4.
Âlemlerin Rabbi.
5.
And olsun ki, dünya semasını Biz kandillerle süsledik. (Mülk Suresi: 5.)
6.
Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik. (Kaf Suresi: 6.)
7.
Bundan başka, semaya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. (Ba-
kara Suresi: 29.)
8.
Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan salih kul-
larının yoluna ilet. (Fatiha Suresi: 7.)
9.
Yahut [onların amelleri] derin bir denizin karanlıklarına benzer. (Nur Suresi: 40.)
1...,271,272,273,274,275,276,277,278,279,280 282,283,284,285,286,287,288,289,290,291,...412
Powered by FlippingBook