İman ve Küfür Muvazeneleri - page 269

düşeceği sırada, ahirete iman imdada yetişir. Mezar gibi
dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan
pek geniş bir zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezel-
den ebede kadar bir daire-i vücut gösterir. Babasını dâr-ı
saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle
ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve
karısını cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğu-
nu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet
eder, yardım eder. Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta
ve vücuttaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmet-
leri dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz’î garazlarına ve
menfaatlerine alet etmez. Ciddî sadâkate ve samimî ih-
lâsa muvaffak olarak, kemalâtı ve hasletleri o nispette,
derecesine göre yükselmeye başlar, insaniyeti teâlî eder.
Hayat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan, bü-
tün hayvanat üstünde, kâinatın en müntehap ve bahtiyar
bir misafiri ve sahib-i kâinat’ın en mahbup ve makbul
bir abdi olmasıdır. Bu netice dahi risale-i nur’da hüccet-
lerle izahına iktifaen kısa kesildi.
Dördüncü bir faydası
ki, insanın hayat-ı içtimaiye-
sine bakıyor. risale-i nur’dan “dokuzuncu Şua”da be-
yan edilen o neticenin bir hülâsası şudur:
nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, ahi-
ret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidat-
larını taşıyabilirler
. Yoksa, elim endişeler içinde kendini
uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla
haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit, etrafında
onun gibi çocukların ölmesiyle, onun nazik dimağında
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 269 |
m
eYve
'
nin
8.m
eSeleSi
göstermek, korumak, esirgemek.
münasebet:
ilişki, alâka.
müntehap:
seçkin, güzide, müm-
taz.
nazik:
narin, ince.
nev-i insan:
insan türü, insanoğlu.
peder:
baba, ata.
refika-i hayat:
hayat arkadaşı.
sahib-i kâinat:
kâinatın sahibi
olan Allah.
samimî:
içten, candan, gönülden,
kalbî, menfaatsiz, riyasız.
teâlî:
yükselme, yücelme, çok yü-
ce olma.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
uhuvvet:
kardeşlik.
abd:
kul.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut ,
mutlu.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
daire-i hayat:
hayat dairesi.
daire-i vücut:
varlık dairesi.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk
yeri, cennet.
dimağ:
akıl, şuur.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
ezel:
başlangıcı olmayan geç-
miş zaman, öncesizlik.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
haylaz:
düzensiz ve yararsız
hareket eden, boş yere ömrü-
nü geçiren.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hayvanat:
hayvanlar.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hürmet:
riayet, ihtiram.
iman:
inanma, itikat.
imdat:
yardım.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kıymet:
değer.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
makbul:
geçerli, muteber.
menfaat:
fayda.
merhamet:
acımak, şefkat
1...,259,260,261,262,263,264,265,266,267,268 270,271,272,273,274,275,276,277,278,279,...412
Powered by FlippingBook