Zübeyir Ağabey bir zamanlar bana "Kim Risale-i Nur’u çok yazar ve okursa, o terakki eder" diye bir çobandan bahsetmişti. Bu çoban olan zat, okuma-yazma bilmezmiş.
Üstadımız çobana "Sen bu Nur Risaleleri'ni oku ve yaz!" demiş.
Çoban da: "Ben okuma-yazma bilmem Üstad'ım. Hem bu yaştan sonra okuma-yazma öğrenilir mi?" demiş.
Üstad, "Ben sende büyük bir istidat görüyorum" deyip ona "elif-ba" dersi vermiş. Bir haftada okuma-yazmayı öğrenmiş. Her gece çobanlıktan gelir, Risale yazmaya başlarmış. Sabahleyin de yazdığını dağlarda okurmuş.
Afyon Mahkemesi'nde savcı, bu çoban hakkında şöyle iddiada bulunmuş: "Devletin temel nizamını yıkıp dini esaslara uydurmak, dini esas üzerine devlet kurmak için Risale-i Nur yazmak!"
Bu çoban kardeşimiz kalkarak, savcıya şu cevabı vermiş:
"Ben dağda bir çobanım. Halk içine bayramdan bayrama iki defa inerim. Ben dağda bu Kur'ân tefsiri olan Nur Risaleleri'ni yazarak okuma-yazma öğrendim. İstifade ettiğim doğrudur. Dağdaki çobanın bir çoban kulübesi olur. Ben ancak bir çoban kulübesini yıkar ve yaparım. Ben Türkiye devletini 'hısn-ı hasin' denilen muazzam bir kale biliyorum. Elimde de çoban sopam vardır. O kalenin dibine yaklaşsam, karınca gibi kalırım. O sağlam taşlara değneğimi vursam ne ifade eder? Sayın savcıyı ben burada hâkime şikâyet ediyorum. Devleti küçük düşürmek istedi. Esas suçlu savcıdır!" Üstad, en güzel savunmayı bu çobanın yaptığını söylemiş.
(İhsan Atasoy, Nur kahramanları serisinden)
Hazırlayan: Akİf Arslan