Covid 19 ile imtihanımız bugün bitti... Elhamdülillah... Ebedî hayat arkadaşım ile yakalandığımız hastalığın bugün onbeşinci günü...
Peki, ne yaptık? Hastalar Risalesi sayesinde hastalıkla barışıp, bağışıklık sistemimizi güçlendirdik...
1- Merak etmedik, sabrettik, hastalığın dert değil, derman olduğunu bildik, ömür sermayemizin faydalı geçmesi için gayret ettik... Başta Kur’ân olarak bir gün bile dersimizi ihmal etmedik...
2- Sabrettik, şükrettik, çünkü hastalığın menfi ibadet olduğunu biliyorduk...
3- Tahammül ettik, çünkü dünyaya keyf için, zevk ve sefa sürmek maksadı ile gelmediğimizin farkına vardık... Hastalığın bizi ikaz eden bir mürşid ve nasihatçi olduğuna inandık... O da bizi gafletten uyandırdı inşaallah...
4- Şikâyet etmedik, çünkü mülkün sahibi Allah’tır, “O mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.” dedik...
5- Hastalığın İlâhî bir ihsan, Rahmanî bir hediye olduğuna inandık...
Hastalığın manevî bir sıhhat vesilesi olmasını, bizi gafletten uyandırmasını temenni ettik...
6- Hastalığın geçici olduğuna inandık, “Elemin zevalinin lezzet olduğunu” bildiğimiz için, sonundaki sevabı umarak sabrettik, şükrettik...
7- Hastalık bize ihtar edip dedi ki: “Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren!”
O mesajı fark ettik, rahat ettik...
8- Sıhhattaki lezzeti kaybettik... Ancak, “Her şey zıddı ile bilindiği” için, hastalıkla sıhhattaki nimetin kıymetini anladık, azalar denilen İlâhî nimetlerin farkına vardık...
9- Âhireti düşündüğümüz için... Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar, temizler... Hastalık, keffaretü’z-zünub’tur...
Hadîste vardır ki: “Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.” “Günahların, ebedî hayatta daimî hastalıklar” olduğunu bildiğimiz için, hastalıkla onlardan kurtulma ümidini yaşadık...
10- Ecelin değişmediğini... Ölümün Rahmet kapısı olduğunu, yokluk olmadığını bildiğimiz için endişe etmedik... Korona’nın dizgini Allah’ın elindedir, dedik, Korona’dan korkmadık. Allah’a dayandık, O’na iltica ettik...
11- Merak, evham ve vesvesenin hastalığı arttırdığını bildiğimiz için onları attık... Hastalığın sevabını, çabuk geçeceğini ve hikmetini düşündük... Merak ve evhamın İlâhî hikmeti itham... İlâhî Rahmeti tenkit... Allah’tan şikâyet hükmünde olduğunu bildiğimiz için o hataya düşmedik...
12- Cenab-ı Hakk’ın bize verdiği sabır kuvvetini geçmişe, geleceğe dağıtmadık, çünkü geçmiş zaten gitmişti, gelecekte henüz gelmemişti... Hazır zamana sarfettik, sabretmekte zorlanmadık...
13- Bu hastalık sebebiyle ibadet ve evradımızdan mahrum kaldık diye teessüf etmedik... Çünkü, Hadîs-i Şerif’in, “müttaki bir mü’minin, hastalık sebebiyle yapamadığı daimî virdinin sevabını, hastalık zamanında yine kazanacağını” haber verdiğini biliyorduk... Rabbim cümlemizi müttaki mü’minlerden etsin inşaallah...
14- Hastalık bize aczimizi, zaafımızı hissettirdi. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle halen ve kâlen duâ ettik... “Eğer duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” âyetinin sırrıyla... Yaratılışımızın hikmeti ve insanın kıymet kazanmasının sebebi olan samimî duâ ve niyazın bir sebebi de hastalık olduğundan şikâyet değil, Allah’a şükrettik...
15- “Hastalıklar gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü hatırlatır.” dedik... Madem hastalıkların böyle menfaati var, ondan şikâyet değil; tevekkül ve sabır ile şükredip Rahmet-i İlâhiyeye itimat ettik...
16- Hastalığın suretine bakıp âh etmedik. Manasına bakıp oh dedik... Eğer hastalığın manası güzel bir şey olmasa idi, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği kullarına hastalıkları vermezdi.
Hadîste vardır ki: “En ziyade musîbet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridirler.”
Başta Hz. Eyyüb (as), enbiyalar sonra evliyalar ve sonra ehl-i salâhat çektikleri hastalıklara halis bir ibadet, Rahmanî bir hediye nazarıyla bakmışlar... Bu nuranî kafileye katılabilmek için sabır içinde şükrettik...
17- Bazı hastalıkların, -eğer ölümle neticelense- manevî şehit hükmünde, velâyet derecesine sebebiyet verdiğini... Bu hastalığında onlardan olduğunu bildiğimiz için telâş etmedik...
18- Bu hastalık vesilesiyle dostlarımızı yeniden keşfettik... Bize şefkatle nazar edenlerin bakışında Allah’ın sonsuz merhametini hissettik... İnsana şefkat...
Musîbetzedelere merhamet... Onlara acıma... Yardım etme... Hiç olmazsa duâ etme...
Şer’an sünnet olan keyfini sorma... Ve ziyaretine gitmenin sevap olduğunu yeniden fark ettik...
19- Hadîste vardır ki: “Hastaların duâsını alınız, onların duâsı makbuldür.” Özellikle hasta, akrabadan olsa hususan peder ve valide olsa onlara hizmet mühim bir ibadettir, mühim bir sevaptır... Hastaların kalbini hoşnut etmek, teselli vermek, mühim bir sadâka hükmüne geçer... Bizim oğlumuz dışarıdan, kızımız içeriden hizmet ederek, hayır duâmızı aldılar, sevap kazandılar. Dostlarımız sürekli arayıp halimizi sorarak hadisin verdiği müjdeye nail oldular... Rabbim hepsinden razı olsun inşaallah...
20- Nimette kendimizden yukarıya bakıp şikâyet etmeye hakkımız olmadığını... Ve vazifemizin de musîbette daha ağır olanlara bakıp şük- retmek olduğunu bildiğimiz için hiç şikâyet etmedik...
21- “Esmaü’l-hüsna” tabiri gösteriyor ki Allah’ın bütün isimleri güzeldir... Varlıklar içinde en lâtîf, en güzel, en câmi’ âyine hayattır. Güzelin âyinesi güzeldir. Güzelin güzelliklerini gösteren âyine güzelleşir. O âyinenin başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi... Hayatımızın başına da ne gelse hakikat noktasında güzeldir. Çünkü güzel olan “Esmaü’l-hüsnanın” güzel nakışlarını gösterir... Biz de “Şafi” ismine ayinedarlık ettiğimizi bildiğimiz için hastalığı çirkin görmedik...
22- Cenâb-ı Hak her derde bir derman yaratmıştır. Tedavi için ilâçları almak, kullanmak meşrûdur. Fakat tesiri ve şifayı, Cenab-ı Hak’tan bilmek gerekir. Dermanı o verdiği gibi şifayı da o veriyor. İşinde ehil ve aynı zamanda dindar olan hekimlerin tavsiyesini tutmak, dediğini yapmak ehemmiyetli bir ilâç olduğunu bildiğimiz için... Aile hekimimize hemşiremize ve diğer sağlık personeline teşekkür ettik... Ama, şifayı Allah’tan bildik...
23- Hastalık, dünyanın zevalini... Ve insanın fâni olduğunu....
Dünyanın bizi boğmasına... Gafletin gözümüzü kapamasına...
Nefs-i emmarenin rezil hevesleri ve nefsanî arzular ile onu aldatmasına müsaade etmediği için Rabbimiz’e şükrettik...
24- İman ve teslimiyet ile, kimsesiz, garip olmadığımızı, rahmeti ve merhameti sonsuz bir Rabbimizin olduğunu anladık... Zira O Kur’ân’da, 114 kere kendisini bize Rahman ve Rahîm olarak tanıtıyor...
25- Hastalıkla en faydalı, her derde deva ve en lezzetli, kudsî ilâcın imanı inkişaf ettirmek olduğunu farkettik. Tövbe ve istiğfar ile ve namaz ve ibadetle, en kudsî ilâç olan imanı kullanmak gerektiğini gördük... Çünkü, iman ilacı farzları mümkün olduğu kadar yerine getirmekle tesirini gösteriyor... Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından tövbe ve istiğfar ile duâ ve niyaz ile istifade ederek sahil-i selâmete çıktık...
26- Âciziz, zayıfız dedik... Sabırsızlık ise Allah’tan şikâyet anlamına geldiği için... Ve fiillerini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek olduğundan...
Musîbetin darbesine karşı çok sıkışınca Hz. Yakub’un (as) dediği gibi: “Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim.” Şikâyet O’na olmalı, O’ndan olmamalı...
Yani musîbeti Allah’a şikâyet etmeli, yoksa Allah’ı insanlara şikâyet eder gibi “Eyvah! Of!” dememeli, dedik, Allah’tan sabr-ı cemil istedik...
27- Hastalık, hayatı safileştirmek... Kuvvetlendirmek.....
Manen terakki ettirmek... Ve vücuttaki diğer cihazları hastalıklı uzva yardım ettirmek...
Ve Allah’ın ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek... Gibi çok vazifeler için bizim vücudumuza misafir olarak gönderilmiştir. İnşâallah çabuk vazifesini bitirir gider...
Bize düşen: “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine O’na döneceğiz.” demek...
Teslim olup sabretmek... Tâ ki o hastalık, vazifesini bitirsin gitsin. Cenab-ı Hak bütün hastalara şifa versin, hastalıkları keffaretü’z-zünub yapsın, âmin âmin âmin...
Lem’alar’dan istifade ile...