‘Ciddî aile politikaları geliştirilmezse, gözyaşları ve sosyal bunalımlar artacak demektir’
Çalışma alanlarınızdan birisi de “mutlu aile” konusu. Konu hakkındaki seminerlerinizden biraz bahseder misiniz?
Bu konuya çalışmak önce bizim ailemize katkı yaptı. Onlarca kitaplardan mutlu aile modeli ile alâkalı bilgiler topladık. Baktık ki, önce bu bilgilere bizim ihtiyacımız var. Özellikle Peygamber Efendimizin (asm) hayatı, eşleriyle ve çocuklarla olan iletişimini okuduğumuz zaman çok orijinal dersler çıkardık. Sonra gittiğimiz illerdeki aile seminerlerinde gündeme gelen sorular ve seminer sonrası özel oturumlarda gördük ki, bu bilgiler hayatî derecede önemli ve herkesin ihtiyacı olan bilgilerdir.
Seminerlerde görünen o ki, aile ülkelerin en önemli gündem maddesidir. Ailesini kurtaramamış bir ülke, yarınları hakkında iyimser olamaz.
Onun için mutlu aile konusunun her geçen gün daha da önemli hâle geldiğini gördük. Çünkü şu anda kendi ülkemize bakacak olursak, sosyal patlamalar, tüyler ürpertecek hadiseler yaşanıyor, kadın cinayetleri, boşanmalar, çocuk istismarları ve zina gibi sosyal hastalıklar görülmekte.
Devletin politikaları vakıa olduktan sonraki adımları kapsıyor. Oysaki asıl olan vakıanın olmadan tedbirinin alınmasıdır. Bu da ancak insanların fıtrat ayarlarına tekrar dönmesiyle kazanılacak bir şeydir. Yani, vicdanın harekete geçirilmesiyle olacaktır. Bediüzzaman’ın dediği gibi, her insanın başına bir polis dikilemeyeceğine göre, o zaman vicdan polisini harekete geçirmek çare olacaktır. Vicdanı harekete geçiren şey ise, imandır.
Biz, bu çalışmamızda olaylar olduktan sonraki çözüm adımlarından ziyade, olayın oluşum zeminini yok eden bir eğitim programını esas alıyoruz.
Seminerlerinizden varsa ilginç bir anekdot anlatır mısınız?
Motosikleti ile aracımıza çarpan adamı önce hastaneye sonra da gerekli müdahaleler yapıldıktan sonra evine götürdük. Onun bize çarpmış olmasına rağmen biz yine de elimizden gelen insanlık görevimizi yapmaya çalışıyorduk. Fakir bir kişi olduğu anlaşılıyordu. Evine ulaştığımızda evinin pencerelerinin camı dahi bulunmayıp naylonla kapatılmış olduğunu gördük. Duvarlar sıvasız, zemin de betondu. Yani ortamda ciddî bir ihmal vardı. Ama çok ilginç olan da, oturdukları odada o günün şartlarında geniş ekran bir televizyon bulunuyordu. Yani adamın penceresi naylonla kapalı, çocuklarının üzerinde doğru dürüst bir giyeceği yok, çocuklarının okuyabileceği bir iki kitap yok, ama evinin pencerelerini, camlarını, perdelerini taktıracak, odaların sıva, badana ve boyasını yaptıracak pahalılıkta bir televizyon bulunuyordu.
Demek ki insanların hayatlarında neyi önceledikleri önemli oluyordu. Tabiî aynı insanlar önceledikleriyle de haliyle imtihan oluyorlardı.
Vakıa şu ki, okuma oranları arttıkça vak’a sayısı azalıyor. Evinden kendisinin, çocuklarının okuyacağı bir iki kitabı bulunmayan bir insanın zarurî olmayan ve belki ciddî borçlanmalarla elde edilmiş televizyonları bulunuyordu. Doğrusu bu sadece o vatandaşın problemi de değildi.
Bugün Türkiye’deki haberlere yansıyan hadiselerin arka planında elbette okuyan değil, seyreden bir toplum olmamızın ciddî bir payı vardır denebilir.
Sizce “mutlu bir aile modeli” nedir?
Mutlu aile modeli aslında Müslüman aile modelidir. Yani, karşılıklı hak ve hukuku bilen, gözeten, eşlerin birbirlerini refika-i hayat olarak baktıkları, çocuklarını birer emanet şuuruyla büyüttükleri, hayırda ve hasenatta birbirileriyle yarıştıkları, fıtratlarından gelen rollerini bozmadan vazifelerini yaptıkları ve her şeyden önemlisi, Allah rızası kavramının hayatlarının her aşamasında olduğu bir aile modelidir.
Eski zamanlara göre evliliklerin azalmasını ve çok kısa sürmesini neye bağlıyorsunuz?
Burada Bediüzzaman’ın çok orijinal bir tesbitini hatırlamak lâzımdır. Bediüzzaman evliliğin azalmasının sebeplerinden birinin açık saçıklığın artması olduğunu belirtmekle beraber bir istatistikî bilgi verir. Şöyle ki, açık saçıklık kılığına girmiş her on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzelini görmediğinden kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu kocasından daha iyisini görür. Yirmi adamdan ancak bir tanesi karısından daha güzelini görmüyor. Yani on dokuzu karısından daha iyisini dışarıda görüyor.
Bu küçük istatistikî bilgi de gösteriyor ki, cemiyet hayatının bozulması bu açık saçıklığın yaygınlaşmasıyla meydana geliyor.
İşte ailede iffetin, merhametin, şefkatin, ihlâsın kaybolması çok yönlü bir yıkımı beraberinde getirmektedir.
Bunlara paralel olarak doğum oranı da sürekli düşmekte. Bu hususta söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Doğrusu aşırı dünyevileşmenin sonucu olarak kanaat ve iktisadın yok olması, bereketin kalkması gibi durumlarla, kadın ve erkekte anne babalık duyguları suistimale uğruyor. Böylece, erkekte himayet, hürmet, merhamet kalkarken, kadında da sadakat ve şefkat zarara uğruyor.
Bu duyguların olmadığı beraberliklerde de aileden bahsedilemez.
Evlilik müessesesinin azalması haliyle gayr-i meşrû hayatları ortaya çıkarıyor. Böyle bir hayat tarzından da elbette sağlıklı nesiller beklenmez. O zaman aileyi korumak ve aileyi güçlendirmeye dönük devlet politikalarının olması gerekir.
Doğrusu bireyden topluma, toplumdan devlete dönük, bir aileyi ayağa kaldırma seferberliğine ihtiyaç vardır. Bu çok önemli bir adım olacaktır.
Bugün her türlü dış tehlikeye ma’ruz aile ortamında çocukların durumu nedir?
Burada dış tehlike denirken artık evlerin, kapıların dışından da önce, evlerin içerisindeki tehlikeler nazara alınmalıdır. Çoğu kez zarar zannedildiği gibi çok uzaklardan gelmiyor. Yakın zararlar daha incitici ve yaralayıcı oluyor.
Bugün evlerine kontrolsüzce internet, televizyon giren kaç aile, bize bu yolla haram bulaşmaz diyebilecektir?
Televizyonlar ağız suyu akıttıracak şekilde yayınlar yaparak, hisleri tahrik edip, harekete geçiriyor, sonra da, ortaya çıkan neticeyi yine haber konusu yaparak kınıyor. Bu ne çelişkidir?
Türkiye kadar çocuklarını, gençlerini, kadınlarını, kızlarını heder eden başka bir toplum görebilir misiniz? Çocukları muzır neşriyattan koruyan, gençleri serkeşlikten alıkoyan hangi mekanizma var? Kanunlarda karşılığı varsa bunların işlerliği ne kadar aktiftir? Küçücük çocukların okullarının etrafındaki uyuşturucu tuzaklarını bilmeyen mi var? Peki, neden sağlıklı şekilde bu ağlar yok edilmiyor?
Aslına bakılırsa bu da başka bir terör değil midir? Manevî terör görülmezse, manevî terör yok edilmezse, zamanla bu maddî teröre dönüşmez mi? O zaman işin içinden çıkılması daha güç hale gelmez mi?
Doğrusu bu konularda ciddî devlet politikaları bekliyoruz. Küçücük çocukların hayatları karartılırken bununla ilgili kanunların işlerlik kazanması aciliyet bekleyen konulardandır.
Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Türkiye ciddî bir genç potansiyele sahip. Bu potansiyel akıllıca kullanılır ve kanalize edilirse, doğrusu istikbal bu milletindir denilebilir. İşte bunun için de bireyden başlayıp, yukarılara doğru çıkan ciddî politikalara ihtiyaç var. Bunun da başlama noktası aile ocaklarıdır. Bir ailenin bu ideale sahip çıkması ve çocuklarını bu terbiye çerçevesinde yetiştirmesi ciddî bir düzelmenin başlaması demektir. Bir kişinin düzelmesi sadece bir kişinin düzelmesi olarak kalmaz.
Demek oluyor ki, bu iş için herkese düşen sorumluluklar vardır. Bugün izliyor olduğu bir aile dram haberinin yarın kendisinin de aynı haberin malzemesi olmasını istemeyen aile büyüklerinin bir adım atmaya ihtiyacı vardır. Yoksa bugün bir başkasının haberini izleyen ve ondan bir ders çıkarmayan yarın benzer bir haberin malzemesi olmaktan kendini kurtaramayacaktır.
Herkesin hiç, ‘bana ne’ demeden, sosyal sorumluluk çerçevesinde doğru bilinen gerçeklere sahip çıkması gerekir. Bir kişinin önce kendi nefsinde, sonra ailesinde, akrabalarında, sonra da mahallesinde, köyünde, ilçesinde bir adım atması dalga dalga yayılacaktır.
Bu sağlıklı gelişmelerin olması için de bir yerlerden bir şeyler getirmeye ihtiyaç yoktur. Bu memleketin hamurunda, değerlerinde kendini ayağa kaldıracak dinamikler var olduğu gibi, sosyal ve bireysel hastalanmaları da ortadan kaldıracak koruyucu tedbirler vardır.
Yeter ki, ehl-i himmet elini taşın altına koysun.
Biz mutlu aile modelini çalışmış ve mutlu aile modelini yaşayan bir aile olarak ülkemizin geleceğini oldukça aydınlık görüyoruz. Ama müjde şartları yerine getirilirse… Aksi halde müjdeye lâyık olunmazsa, müjde beklemek anlamsız olur.
Aile politikalarının kurumlardaki resmî ve soğuk yüzünden öte, daha sıcak, daha samimi, daha suistimali ortadan kaldıracak sağlıklı adımlar atmaya ihtiyaç vardır. Ve bu aciliyeti olan bir konudur. Yoksa çok ağır sonuçları olur.
Mutlu Aile Modeli kitabımızda, aslında Müslüman aile modeline dikkatleri çektik. Bu toplumun başka bir modele ihtiyacı yok. Bilinenlerin yaşanması ve hayata dönüşmesi mutlu aileyi netice verecektir. Aksi halde sadece bilmek sonuca katkı sağlamayacaktır.
Röportaj: Orhan Güler