Bediüzzaman Said Nursi, muhabbet duygumuzun akla gelebilecek hemen her şeyde nasıl istikametli kullanılması gerektiğinin düsturlarını ifade etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı'ndan Sözler isimli eserinde, Kur'an-ı Hakim'in emrettiği tarzda ve Cenab-ı Hakkın rızasına götürecek şekilde sevgi ve muhabbet duygumuzun nasıl sarfedileceği noktasında sorulan oldukça önemli suale verdiği cevapta, muhabbet duygumuzun akla gelebilecek hemen her şeyde nasıl istikametli kullanılması gerektiğinin düsturlarını ifade etmiştir.
(...) Mühim Bir Suâl: Diyorsunuz ki: "Muhabbet ihtiyârî değil. Hem, ihtiyac-ı fıtrîye binâen, leziz taamları ve meyveleri severim, peder ve vâlide ve evlâtlarımı severim, refîka-i hayatımı severim, dost ve ahbablarımı severim, enbiyâ ve evliyâyı severim, hayatımı, gençliğimi severim, baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfat ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir?" Sözler,Otuz İkinci Söz,583
(...)Tâdâd ettiğin(saydığın) sevdiklerini, sevme demiyoruz. Belki, onları Cenâb-ı Hakkın hesâbına ve Onun muhabbeti nâmına sev deriz.
(...)Hem, peder ve vâlideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesâbına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine âittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyâde muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.
Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın "Öf" bile deme. (İsrâ Sûresi: 23.) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate, evlâdı dâvet etmesi, Kur'ân'ın nazarında vâlideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukûkları ne derece çirkin olduğunu gösterir.
Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Ve evlâtlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerîmin hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhâfaza etmek, yine Hakka âittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın hesâbına olduğunu gösteren alâmet ise, vefâtlarında sabır ile şükürdür, me'yusâne feryad etmemektir. "Hâlıkımın, benim nezâretime verdiği, sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi. Şimdi hikmeti iktizâ etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakiki bin hisse onun Hâlıkına âittir. "El-hükmü Lillâh" -2- deyip teslim olmaktır. Sözler,Otuz İkinci Söz,583
(...)Peder ve vâlideye karşı muhabbetin Cenâb-ı Hak hesâbına olduğu için, hem bir ibâdet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyâdeleştirirsin. En âlî bir his ile, en merdâne bir himmet ile onların tûl-i ömrünü ciddi arzu edip bekâlarına duâ etmek, tâ onların yüzünden daha ziyâde sevap kazanayım diye samimi hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhânî almaktır. Yoksa nefsânî, dünya itibâriyle olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman, en süflî ve en alçak bir his ile, vücudlarını istiskâl etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşî, kederli, ruhânî bir elemdir.
Sözler,Otuz İkinci Söz,587
Haber Merkezi