İçerisinde bulunduğumuz ilkbahar mevsiminde hafta geçmiyor ki farklı ağaç türleri rengârenk çiçekleriyle yüzümüze tebessüm etmesinler.
Erguvanı, kestanesi, akasyası, manolyası... Renkleriyle, desenleriyle, kokularıyla her biri Sonsuz Kudretin eşsiz sanatlarını gözler önünü seriyor.
İbretle düşünülmesi gereken noktalardan biri ise; varlıklar içerisinde kendisini en üstün kabul eden insanoğlu tarafından tek bir ağacın tek bir çiçeğinin bile yapılması mümkün olmadığı halde, bu eşsiz sanat eserlerinin ortaya çıkışlarının 'alelâde ve tesadüfi sebeplere' bağlanması... Büyük Sanatkâr'ın akla bile getirilmemesi!
Halbuki insanın yapmaktan aciz olduğunu, cansız ve şuursuz bir ağaç nasıl yapabilirdi ki?
Çok ince hesaplamaların ve hassas ölçülerin sonucu olduğu ilmen de bilinen çiçekler ve meyveler, cansız ve şuursuz tabiatın eseri olabilirler mi?
Elbette ki hayır!
O halde ağaçlar, bu eşsiz sanat eserlerini kendileri ortaya koyuyor değiller. Onlarda bir ilim, irade ve güç yok! Kendilerine namına değil, ancak Sonsuz Kudret Sahibi Cenab-ı Hak namına hareket ediyorlar. Demek hâl dilleriyle mânen 'Bismillah' diyorlar; üzerlerindeki harikalıklara sadece bir "tablacılık" ediyorlar.
Bediüzzaman, Birinci Söz'de bu manaları ne güzel ifade ediyor:
"Her şey Cenâb-ı Hakkın nâmına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç 'Bismillâh' der; hazîne-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor."
Haber Merkezi